Selamünaleyküm Mehmet abi röportajımızın ana başlığı Kudüs ve gençlik olacak ama röportaja başlamadan önce seni bir tanıyalım.
Aleykumselam. Bismillahirrahmanirrahim öncelikle şunu ifade edeyim Kudüs ve gençliği bir araya getirip bu isimle bir dergi çıkarttığınız için tebrik ediyorum. Benim ismim Mehmet Şahin 1959 Nevşehir doğumluyum. 1965 yılından beri de İstanbul’da yaşıyorum ailemle birlikte. Şöyle söyleyeyim; 70 li yılların başlarında İslami hareketi tanıdım. Önce Milli Türk talebe birliği ortaöğretim komitesi daha sonra 75 te Akıncılar Derneği kurulduktan sonra da Akıncılar Derneği sonra Fatih Akıncıları Derneği. Şehit Metin Yüksel’le de şehadet anına kadar birlikte olduk. 12 Eylül döneminde bir cezaevi hayatım oldu Akıncılar davasından; 5 yıl 2 ay bir ceza bitirdim. Çıktıktan sonra da arkadaşlarla birlikte Tevhid dergisini çıkardık. Ardından Anadolu sosyal yardımlaşma kültür derneğini kurduk. Onun ardından Selam gazetesini çıkardık sonra Selam Vakfını kurduk derken 2000 yılında da umut operasyonuyla Tevhid-Selam örgütüyle derdest edilip hapse tıkıldık, idamla yargılandık. 5 yıl cezaevinde yattıktan sonra tahliye edildik. Şu anda da 2009 yılında arkadaşlarla bir araya gelip Metin Yüksel amacını yeniden harekete geçirmemizin gerekliliğine inandık. Bu sebeple de Fatih Akıncıları derneğini tekrardan faaliyete geçirdik. 2009 yılından beri de faaliyetini sürdürüyor. İslami Analiz haber sitesinde köşe yazarlığı yapıyorum. Ara ara da bazı site ve dergilerde yazıyorum. Şu anda da Fatih Akıncıları derneğinin onursal başkanlığını yapıyorum.
Abi geçen yıllarda bir tutukluluk olayı olmuştu. O zamanki açıklamanızda bu olayın arkasında Amerika ve İsrail olduğunu söylemiştiniz. Bu olayda size ve Müslüman camiaya nasıl bir kumpas kuruldu.
Biliyorsunuz şu anda Tevhid-Selam örgütü dinlenmeleri adı altında bir dava yönetiliyor. Türkiye genelinde insanlar gözaltına alınıyor. Sebep şu; Tevhid-Selam örgütü adı altında yüzlerce binlerce insanın dinlenmesi olayı var. Bunun içinde mevcut Cumhurbaşkanı var, onun danışmanları, milletvekiller, üst düzey bürokratlar falan falan… Bende dinlenmişim, bizi dinlemekten hiç vazgeçmediler de (gülerek) bir türlü bir şey öğretememişiz bunlara. Şimdi bizim bu geçen günlerde cezaevine girip çıkma sebebimiz; 2000 yılındaki umut operasyonu adıyla bilinen Türkiye’de ki önemli hatta dünya açısından da önemli bazı siyasi cinayetlerin faili olarak; Selam, Gazetesini çıkartan, Selam Vakfını kuran bizim gibi arkadaşları gözaltına aldılar. Tutukladılar, işkence yaptılar ve hukuksuz bir şekilde yargılandık ve 14 yıl süren bir yargılama sonunda da örgüt üyeliğimize, örgüt liderliğimize karar verip bir sürü arkadaşımızla bana da ceza verdiler. Bende önce idamla yargılandım sonra da örgüt üyeliğine düşürüldü cezam. Kalan 2-3 aylık bir zaman vardı yatmadığım. Onu da istesem son çıkan bir yasa var; cezası 1 yıl kala mahkûmları şartlı salıverme olarak uygulamaya soktukları bir yasa. Ama onda savcılığa dilekçe veriyorsunuz. Dilekçede de pişmanlığınızı dile getirmeniz ve örgütle hiçbir bağınızın olmadığını söylemeniz gerekiyor onun haricinde de öyleyse tamam hadi git diyorlar. Açıkçası ben böyle bir dilekçe vermek yerine cezaevinde yatmayı tercih ettim. 25 sene de olsa yine de gider yatardım ama öyle bir dilekçe imzalamazdım. Çünkü birincisi ortada öyle bir örgüt yok, ben hiçbir zaman örgüt olduğunu kabul etmedim o kadar işkenceye rağmen ikincisi de; ben bugüne kadar yaptığım hiçbir şeyden pişmanlıkta duymuyorum. Bu yanlış anlaşılmasın bu imzayı atıpta hapishaneden tahliye olan bir sürü Müslüman var ben onları burda suçlamıyorum. Yani olabilir, herkesin bir bakış açısı var ve benim bakış açıma göre de böyle bir imza atılmazdı bende atmadım. 2000 yılındaki operasyona gelince tabi ben bu cezaevi çıkışında olsun daha sonraları yaptığım basın açıklamalarında olsun bunu sürekli söyledim. 2000 yılında Selam gazetesi ve çevresine yönelik yapılan operasyon; kesinlikle ve kesinlikle Türkiye’de ki istihbarattan, emniyetten kaynaklanmadı, bunlar işin bir kısmındaydı ancak bunları teşvik eden ve arkasında duran güç bana göre; Amerika ve İsrail istihbarat servisleridir. Çünkü zaten biz sonraki dava aşamalarında bunun emarelerini çok gördük, hatta delillerini de çok gördük. Mesela; Eskişehir cumhuriyet savcısının odasında bizim bir arkadaşımızı Amerikalı ajanlar sorgulamaya kalktı. Tabi arkadaşımız sert tepki gösterince de sorgulanmadan cezaevine geri getirildi. Biz bunu mahkemede dillendirdiğimiz halde mahkemenin kayıtlarına, tutanaklarına bile girmedi. Ama biz bu olayı tarihe not düşmek amacıyla dosyada yazılı dilekçeler olarak vardır. Ve ben basın açıklamalarında bunun altını çizerek söyledim. Yani neden size operasyon yapıldı derseniz birincisi; 28 Şubat dönemi yaşanıyordu, Müslümanlara yönelik tabiri caizse cadı avı başlatılmıştı. İkincisi; Selam gazetesi ve onun çevresi Amerika’yı çok rahatsız ediyordu, sadece onları değil Fetullah Gülen yapılanmasını da rahatsız ediyordu. Çünkü Türkiye’de ki Müslüman camiada Fetullah Gülen’i eleştiren ilk yazıyı Selam gazetesi yazmıştır. Fetullah Gülen’in İslami anlayışının sakat olduğunu ve bunun nebevi İslam’la örtüşmediğini ve bunun Amerika’nın ılımlı İslam projesinin bir parçası olduğunu ve bu projenin tam merkezine bu adamın oturtulduğunu, bu adamın şizofrenik hezeyanlarla bir takım şeyleri yazıp çizdiğini, açık açık söyledik tabi ondan sonra da 2000 yılında operasyonu yedik. İşin içinde Amerika, İsrail ve FETÖ olunca; bizde onların damarlarına basınca, doğaları gereği bize de operasyon yapmaları gerekiyordu. Hükümette de zaten tam istedikleri kişiler vardı. Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz, içişleri bakanı olarakta; Saadettin Tantan dediğimiz garip bir adam vardı. Cumhurbaşkanına varıncaya kadar açıklamalar yapıldı; Türkiye’de ki bütün faili meçhulleri çözdük, bunlar İran ajanları. Bunlar Kudüs savaşçıları ordusu falan falan… Bütün Türkiye’de ki bütün önemli faili meçhulleri üzerimize attılar, dosyalarımızı kapattılar. Bizim de gazetemizin ve dergimizin kapanmasına, insanlarımızın dağılmasın, korkmasına ve sinmesine neden oldular. 2011 yılında da bu dinleme skandalı aslında hiçbir şey değil yani devede kulak misali. Ben dinlenen insanlardan birisiyim ve şikâyetçi oldum, muhtemelen mahkemeye gidip ifade vereceğim ve şunları açık açık söyleyeceğim; bu skandal 2011 yılında başlamadı, bu skandal 2000 yılında başladı. Bu operasyonun arkasında FETÖ tetikçi olarak kullanıldı hükümet paravan olarak kullanıldı ama işin arkasında Amerika ve İsrail vardı. Gelin hep beraber bunu çözelim 2000 yılına gidelim diyeceğim ve mahkemeye böyle ifade vereceğim. Bu konuda gerçekten ciddi veriler var; bu operasyonu Amerika ve İsrail’in planladığına dair çok ciddi veriler var. Konjonktürel olarak o zaman Türkiye-İran arasında anlaşma imzalanacaktı ve dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer İran’a gidecekti. Bu operasyondan sonra İran’a gitmekten vazgeçti ve bütün anlaşmalarda iptal edildi. Bu operasyonun uluslararası bir tezgâh olduğu aslında burdan da anlaşılabilir. Yani İran diye bir düşman oluşturuldu, İran ajanları diye uydurma ajanlar oluşturuldu. Biz tabiri caizse İran’ın ajanları olduk İran da aslında gerçekte düşman oldu. Dolayısıyla İran düşman olunca Amerika ve İsrail dost olur. Bu tezgâhın ardında Amerika ve İsrail olduğu kesindir yani, adımdan şüphe ederim bundan şüphe etmem. Çünkü sorgulamalarda bile, bizim Ankara terörle mücadeledeki işkenceli sorgularda bile ben bu adamların orda olduğunu düşünüyorum tabi ben vardır diyemiyorum çünkü gözlerimiz bağlıydı ama ben olduklarını düşünüyorum.
Allah oyunlarını bozsun inşallah. Gerek sizin ve gerek Fatih Akıncılarının Kudüs davasına sahiplenmesi, bunu her platformda yenilemesi ve Kudüs davasına bağlılığımızı hepimiz biliyoruz Allah razı olsun. Peki, abi Kudüs’te son durum nedir?
Şimdi açıkçası şunu söylemek lazım; Filistin Müslümanların kanayan bir yarasıdır, Kudüs Müslümanların kanayan bir yarasıdır. Bu ümmetin bir ayıbıdır. Yani sizin ilk kıbleniz işgal altındaysa, ilk ve son kıbleniz işgal altındaysa; bana göre son kıblemizde işgal altında. Çünkü bana göre Suud’un İsrail’den bir farkı yok hatta daha tehlikeli olabilir bana göre. Yani şunu söyleyeyim; iki kıblesi de işgal altında olan bir ümmetten bahsediyoruz. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de etrafını kutsal kıldığı bir yerden bahsediyoruz. Bir kere her Müslümanın buraya karşı aşırı duyarlı olması gerekir. Bu konuda hassas olması gerekir; biz eğer izzetli insanlarsak, şerefli insanlarsak bu davın kavgasını yapmak durumundayız. Eğer öyle değilse zaten onurda şerefte haysiyette bizden çok uzaktır. Kudüs davası bu açıdan çok önemlidir. Artı ben Kudüs’ü şöyle düşünüyorum, rahmetli İmam Humeyni dünya Kudüs gününü ilan ederken şunu dedi: “Ümmetin birincil düşmanı İsrail’dir, Siyonizm’dir ve Amerika’dır. Birincil meselesi ise Kudüs meselesi ve Filistin’in özgürleştirilmesidir.” Neden böyle söyledi İmam? Çünkü Mescid-i Aksa konusunda bütün ümmetin ortak bir hassasiyeti vardı. İşte bu hassasiyeti ön plana çıkararak İmam; Mescid-i Aksa etrafında, Kudüs etrafında ve Kudüs etrafında bir ümmet dayanışması ortaya çıkartmak istedi. Bunun için Dünya Kudüs Günü’nü ilan etti ve rahmetlinin yaşadığı zamanda bir sürü programlar oldu. Tabi, İmam Kudüs Günü’nü ilan etmeseydi ne olacaktı? Kudüs bizim için değersizleşecek miydi? Hayır, tam tersi biz Kudüs meselesinin Müslümanların birincil meselesi olduğunu düşünüyoruz, bu konuda hassas olunması gerektiğini düşünüyoruz. Hatta bu meselede zayıf olan Müslümanın imanını sorgulaması gereken bir çizgi olarak görüyoruz. Yani Kudüs’e duyarsız bir Müslüman bana göre imanını sorgulamalı; ben hangi İslam’a inanıyorum diye kendini sorguya çekmelidir. Doğrusu Kudüs bizim için çok önemli. Kudüs’ün kurtuluşu, Filistin’in kurtuluşu bizim için olmazsa olmaz. Ancak şunu belirteyim; biz Türkiye’de toplumsal dönüşümü sağladıkça İslami hareket için gece gündüz çalıştıkça ancak bu şekilde Kudüs’ü özgürleştirebileceğimizi düşünüyoruz. Yani aslında bizim sadece Kudüs’ümüz değil bir sürü Kudüslerimiz var. Bu Kudüslerimizin de kurtarılması gerekiyor. Biz Akıncılar hareketi olarak, çünkü biz kendimizi bir hareket olarak nitelendiriyoruz ve Allah’a şükür sadece Fatih’le sınırlı değil bizim hareketimiz. Sağ olsunlar dünyanın her tarafından bizim hareketimize ilgi duyan, sempati duyan ben de Akıncıyım diyen bir sürü Müslüman var. Dolayısıyla biz bu hareketin temel hedeflerinden bir tanesinin Kudüs’ün özgürlüğü, Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü, Filistin’in özgürlüğü olduğunu söylüyoruz. Ve ancak ümmetin bir araya gelmesinin de Kudüs’ün özgürleştirilmesi için yapılacak çabalarla olabileceğini düşünüyoruz. Kudüs bana göre dünyadaki İslami direnişin merkezidir, kalbidir. Kudüssüz bir İslami hareket düşünemezsiniz, Kudüs’ü öncelemeyen bir İslami hareketten bahsedemezsiniz, olursa garip bir şey olur. Yani bu kalbin atması lazım, ritimlerinin düşürülmemesi lazımdır. Eğer bu kalbi yaşatamazsak ümmet bizim karşımıza bugünkü gibi bir portre çizer. Bakın Suriye’de ki bir iç savaş, Irak’ta ki bir iç savaş sadece kendi topraklarına zarar vermiyor ki aynı zamanda Filistin direnişine, İslami harekete, İslami direnişe zarar veriyor. Neden? Çünkü oralardaki olan bu zayıflama, kargaşa, karışıklık ortamı aynı zamanda Filistin direnişine giden bütün yardımları yok ediyor. Filistin’i birinci mesele, Kudüs’ü birinci mesele olmaktan çıkarıp ikinci, üçüncü hatta adının bile anılmadığı bir mesele haline getiriyor. Oysa Müslümanların en önemli sebebi bu olmalıdır. Küresel güçlerin şu anda yaptığı bir oyun var. Nedir bu? Müslümanları farklı kimliklere büründürerek Amerika ve İsrail bir sonuca gitmek istiyor. Bu farklılıklar nedir; mezhebi farklılıklardır, etnik farklılıklardır, coğrafi farklılıklardır. Bunu Amerika ve İsrail çok iyi kullanmaktadır ve ümmetin evlatları bugün birbirlerini öldürüyor. İster şii olsun ister selefi olsun ister sunni olsun; hepsi bu ümmetin evlatları. Ümmetin evlatları ne yazık ki Amerika’ya karşı yönlendirmesi gerektikleri kinleri ve silahlarını birbirlerine doğrultuyorlar. Ve bundan kar elde eden de Amerika ve İsrail’dir. Tablo çok açık ve Müslümanların bunu fark edememesi bizi gerçekten üzüyor. Rabbimiz mü’minler ancak kardeştirler diyor, bunun üzerine daha bir şey söylenebilir mi? Bunun üzerine söylenen sözün Müslümanlar indinde bir değeri olabilir mi? Biz eğer birbirimizin kardeşiysek nasıl oluyor da birbirimizin kanını dökebiliyoruz? Bu nasıl bir İslam anlayışı, nasıl bir Müslümanlıktır? Bu oyun işlediği sürece Filistin direnişi zarar göremeye devam edecektir. 2014 yılında Beyrut’ta Uluslararası Filistin’e Geri Dönüş Platformunun düzenlediği uluslararası bir konferansa katıldım. Türkiye’den başka sivil toplum kuruluşları da oradaydı. Oraya katılan bütün Filistin direnişi temsilcilerinin; Hamas’ın, İslami Cihad’ın, Hizbullah’ın ve El-Fetih’in ortak kanaati; Suriye’de çıkan bu iç savaş sadece Amerika ve İsrail’in işine geldi ve Filistin direnişini bitiriyor. Bize, müslümanlar olarak bunu bulunduğumuz ülkedeki Müslümanlara da anlatmamızı söylediler; Suriye’de ki savaşa tabiri caizse odun taşımasınlar ve akıllarını başlarına alsınlar. Suriye’de ki yangını söndürsünler ki direniş güçlensin. Bunu söyleyenler normal insanlar da değil yani; İsmail Heniyye, Mahir Hammud, İslami Cihad’dan Dr. Hilmi’sine kadar herkes aynı şeyi söyledi bize. Ama biz dünya Müslümanlarının bu direnişin sesine kulak vermemesine üzülüyoruz. Bakın geçen ramazan ayının son cuması Kudüs Günü yaptık, müslümanların yoğun katılım göstermesi gerekirken; yapılmaması için ellerinden geleni yapan sözde Müslümanlar, İslamcılar gördük. Kudüs meselesi hepimizin meselesiyken tam tersi Kudüs gününe katılımın az olması için yalan, dolan, fitne, fesat ellerinden geleni yaptılar. Bunların yapanlarında Müslüman adı altında yaptılar. Yazık! Biz bunları küresel güçlerin tuzağına düşmüş kimi Müslümanlar olarak görüyoruz, tüm Müslümanları suçlamıyoruz.
Geçtiğimiz aylarda Kudüs’te İsrail’in Filistinlilere olan saldırıları, Mescid-i Aksa’ya olan saldırıları sonucu Filistinliler tepki gösterdiler ve Kudüs intifadasını başlattılar. Kudüs intifadasının gençlere mesajı nedir?
Birincisi kimi Filistinliler her yerdeki gibi sessiz kalabiliyorlar. Filistinliler bir kere artık bedel ödemeden özgürlük olmayacağının farkına vardılar. Bedel ödemeden ne Filistin olacak, ne Mescid-i Aksa özgür olacak ne de Kudüs özgür olacak. Filistinliler artık bunu gördüler ve küresel güçlerin onlar hakkında oynadıkları oyunun farkına vardılar, anladılar. Kudüs intifadasının tüm dünya Müslümanlarına verdiği bir mesaj var. Artık Kudüs’teki Müslümanlar, gençler şunu söylüyor; bakın ümmet olarak küresel güçler bizi birbirimizi boğazlar hale getirdi, bütün ümmet coğrafyasını kan gölüne çevirdi. Oysa ümmet bir araya gelip tek ses ve tek yürek halinde Kudüs meselesine sahip çıkmalı. Biz bu davanın asıl hamileri olarak, erleri olarak sokağa çıktık bundan sonrası sizin(ümmetin) vebalinizdedir. Artık biz elimizdeki imkânsızlıklara rağmen, yetersizliklere rağmen biz bir mücadele ortaya koyuyoruz ve bu mücadelenin bedellerinin de çok ağır olduğunu biliyoruz, diyorlar. Kudüs intifadasını Kudüs’ten yükselen dünya Müslümanlarına bir feryat bir ses olarak algılamalıyız. Ve dünya müslümanlarınında bu sese kulak vermeleri gerekir, destek olmaları gerekir ve katkı sağlamaları gerekir. Bu katkıyı ve desteği sağlamazlarsa şayet bir kere Allah nüfus olarak az toplulukları nüfus olarak çok topluluklara galip kılmıştır. Ben şuna inanıyorum; Allah bir gün Filistinlilere zafer verecektir, Kudüs’ü özgür kılacaktır, Mescid-i Aksa bir gün özgürleşecektir ve Müslümanlar orada namazlarını kılabilecekler ve ibadet yapabileceklerdir. Benim buna inancım tamdır ve hiç şüphe duymuyorum. Ama bunun için bedeller ödenmesi gerekiyor. Allah bizi her şeyle imtihan ettiği gibi bu konuda da imtihan ediyor. Biz Kudüs’ten yükselen sesin dünya Müslümanlarına nasıl bir yansıması olacak bunu konuşmalıyız. Bu yansımaların doğru yansıma olarak aksetmesini sağlamalıyız. Bunun için çok çaba sarfedilmelidir ve intifada iyi anlaşılmalıdır. İntifadanın bizlere mesajı şudur: Birincisi; her türlü imkânsızlıklara rağmen biz varız ve mücadele edeceğiz. Ve aynı zamanda ümmete de şu mesajı veriyorlar; artık aranızdaki bu ayrılıkları gayrılıkları bitirin, bize destek olun ve Kudüs intifadasına sizde katılın. Mesaj budur bizde bu hakkında ne yapabiliriz Türkiye’de? Çok şey yapabiliriz. Hani Ali Şeriati diyor ya: “Gidenler Hüseyin’in yaptığını yapsın, kalanlarda Zeynep’in yaptığını yapsın.” Zeynep ne yaptı? Hüseyin şehit oldu ama Zeynep’te onun mesajını çağlara anlattı. Bizde en azından intifadanın yüreği olabiliriz, sesi olabiliriz. Onların mücadelelerini anlatan Zeynepler olabiliriz, hiç değilse bunu yapalım.
Eyvallah abi. İsrail’in Kudüs üzerinde bir takım karartmaları var, bunlardan bir tanesi de Kudüs’ün gençler tarafından tanınmasının engellenmesi. Kudüs’ün gençler tarafından tanınmasını engelleyen faktörler nelerdir?
Kudüs meselesinin Müslümanlar tarafından ne kadar ehemmiyetli olduğunu konuşmamızın başında dile getirmiştim. Elbette bu ehemmiyetin anlaşılmaması için küresel güçler, şeytani güçler bir takım tezgâhlar kuruyorlar. Bunun kırılabilmesi için de Müslümanların organize olması, birlikte olması ve projelerinin olması gerekir. Günü birlik tavır, eylem ve söylemlerden kaçınmalıyız, ilişkilerimizi ahbap-çavuş ilişkisinden ileri götürmeli ve organize olmalıyız. Kudüs’ün özgürlüğünün aslında ümmetin özgürlüğü olduğunu insanlara anlatmalıyız; insanlar bunu anlasın ki Kudüs davası için gayret sarf etsinler. Biz Fatih Akıncıları olarak Kudüs’ün özgürlüğünün ümmetin özgürlüğü olduğunu biliyoruz. Bu konuda azimli ve kararlıyız, biz Kudüs için elimizden gelen her şeyi yaparız. Hatta elimizden gelmeyeni de yapmaya çalışırız. Eğer bir bedel ödemek gerekirse; peşinen ve hükmen, ön şartsız bu bedeli ödemeye de hazırız. Bunları laf olsun torba dolsun diye söylemiyorum bizim geçmişte yaptıklarımız tabiri caizse gelecekte yapacaklarımızın teminatıdır. Allah’a şükür biz mücadele içinden geldik; biz sokaktan geldik, biz eylemden geldik sokağın insanlarıyız biz. Biz Türkiye’de ki İslami hareketin ümmetçi ve vahdetçi damarı en güçlü olan Fatih Akıncılarından ve Metin Yüksel çizgisinden geliyoruz. Bütün İslami hareket bir yana Metin Yüksel çizgisi ve damarı bir yanadır. Bu ümmetçi bir damardır, vahdetçi bir damardır ve aynı zamanda kavgacı ve mücadeleci bir damardır. Dolayısıyla bizim bu konuda oturup beklememiz ya da kendimize mazeret üretmemizin hiçbir anlamı yok, böyle bir derdimiz de yok. Bu konuda çok şey yapılabiliriz, yapmalıyız amma gel gelelim Müslümanlar olarak daha düne kadar bizimle birlikte “Kahrolsun İsrail”, “Kahrolsun Amerika” diye bağıran kimi Müslüman kardeşimiz bugün sisteme entegre olmak tehlikesiyle karşı karşıya. Yani sisteme entegrasyon sorunu var. Dün Beyazıt meydanda “Kahrolsun Amerika” diye bağıran kimi İslamcılar şimdi neredeyse “Yaşasın Amerika” diye bağıracak konuma geldiler. Türkiye-İsrail anlaşmasını normal bir anlaşma gibi görmeye başlamışlar, Türkiye-Amerika yakınlaşmasını normal görmeye başlamışlar. Sıkıntı buradan başlıyor, dolayısıyla biz Türkiye’de ki bu kardeşlerimizin anlattığım sıkıntılarını çözmemiz lazım. Yani Türkiye’de ki bu Müslüman kardeşlerimizin sisteme entegrasyon sorunundan kurtarıp yeniden muhalif bir pozisyona koymanın yollarını aramamız lazım, bunun projelerini geliştirmeliyiz. Bununla ilgili söylem ve eylem birlikteliği yapmalıyız. Ondan sonra da Kudüslerimizi kurtarmaya başlamalıyız. Türkiye’de Fatih Akıncılarıyla farklı isimde ancak aynı çizgide; ümmetçi, vahdetçi ve devrimci çizgide yürüyen onca Müslüman var ama bizim gücümüz buna yetmeyebilir, bizim sesimiz soluğumuz duyulmayabilir ama bütün Müslümanları bu sisteme entegrasyon sorunundan vazgeçirebilirsek; ümmetçi, vahdetçi ve devrimci bir çizgiye çekebilirsek eğer, bana göre İsrail’in de sonu gelir ve Türkiye bu noktaya gelirse diğer Müslüman ülkeler hayli hayli gelir diye düşünüyorum. O zaman İsrail’in sonu gelir ve bunu Amerika da İsrail de biliyor onun için Türkiye onlar için özel bir yerdir, özel planları, projeleri vardır. Fotoğrafa baktığımızda o projenin görünen kısmı da ne yazık ki; bizim 70 li yıllarda büyük bir mücadele verdik ve o zaman ki Müslümanlar kendilerini milliyetçi, mukaddesatçı diye tanımlarlarken daha sonra Müslüman, ümmetçi ve vahdetçi olarak tanımlamaya başladılar. Biz bunun için çok bedeller ödedik; Erdoğan Tunaları, Mustafa Bilginleri, Metin Yükselleri şehit verdik, bedeller ödedik. Türk-İslam sentezindeki Müslümanları ümmetçi ve vahdetçi bir çizgiye çekmek için ağır bedeller ödedik. Bugün geldiğimiz noktada ise Amerikan emperyalizmi ve onun içerideki uzantıları Müslümanları tekrar Türk-İslam sentezine çekmeye çalışıyor. Biz bunu görüyoruz ve Müslümanları bunu uyarma konusunda çok kararlıyız.
İnşallah abi. Bilinçli bir genç Müslümanın Kudüs davası hakkında yapabileceği neler var, neler yapması gerekir?
Bir kere şunu söyleyeyim: Mescid-i Aksa bir semboldür, Kudüs bir semboldür. Yani Türkiye’de ki bir Müslümanın Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu için orada bizzat fiili bir mücadele, bir savaş içinde olamayabilir. Ama dünyanın hangi coğrafyasında olursak olalım biz Kudüs bilinçlerini kuşanmak zorundayız, Mescid-i Aksa bilinçlerini kuşanmak zorundayız. Hepimizin Kudüsleri var, Müslümanlar o Kudüslerini özgürleştirmeli. Bunun için de kendilerini ciddi mana da donatmalılar, bilgiyle donatmalılar, projeyle donatmalılar, organizasyonla donatmalılar. Yani Allah’ın dininin kendilerine yüklediği mesajın ve sorumluluğun farkına varmalılar. Eğer bunu yaparlarsa Kudüs bilincine ulaşırlar. Kudüs bilincine ulaşırlarsa da zaten siz onları durduramazsınız. Düşünün ki Kudüs bilincini kuşanmış bir genç enerjisini bu dava için harcamış olsa toplumsal dönüşümü mutlak bir şekilde hızlandırmış olur, bundan hiçbir kuşkunuz olmasın. Biz bugün Türkiye’de insanlara doğru İslam’ı anlatarak toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Kudüs bilincini kuşanan her bir genç bunun lokomotifi olurlar, dolayısıyla çok önemlidir. Dünyanın neresinde olursa olsun her Müslüman gencin Kudüs bilincini kuşanarak hayatını ona göre düzene sokması ve mücadele etmesi gerekmektedir.
Günümüzdeki Müslüman gençleri: Birincisi Kudüs davasını benimseyen ve bu dava için gerçekten kafa yoran bir grup, düşünen ve tasalanan bir grup, ikincisi Kudüs’ü sıradan bir haber gibi okuyup anlık tepkiler veren, gündeminde tutmayan bir grup ve üçüncüsü ise Kudüs’ten ve o davadan uzak yaşayan bir diğer grup olarak üçe ayırabiliriz. Bu bağlamda Siyonist rejim nasıl bir Müslüman gençlik istiyor?
Siyonistler tabi ki Kudüs bilincini kuşanmamış bir gençlik ister. Ve bunu belirtmekten hiç çekinmiyorlar ve korkmuyorlar da. Abdest al namaz kıl ibadetlerini yap ama kardeşim dünyaya müdahale etme, yaşama karışma. Böyle bir İslami anlayış; menkıbeler, masallar, rüyalar İslam’ını kabul et ama pratik hayatta söz söyleyen bir İslam’dan yana olma. O zaman tehlikeli olursun. İşte İsrail’in istediği böyle bir gençliktir, böyle bir İslami anlayıştır. Ayrıca şöyle bir vakıayla da karşı karşıyayız: Geçenlerde bir kuruluş yaptığı araştırmada İslamcıyım diyen şirketler arasında bir araştırma yapıyor, ben bunu duyduğumda gerçekten tüylerim diken diken oldu ve çok üzüldüm. Bu araştırma neticesinde ben İslamcıyım diyen gençlerin %30’unun namaz kıldığını ve %70’inin ise namaz kılmadığını ortaya çıkarttılar. Böyle bir Müslüman gençlik olur mu? Eğer siz Allah’la bağınızı kopartmışsanız zaten İslam’la bağınızı kopartmışsınız demektir. Ve ne yazık ki böyle korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu da bize Türkiye’de İslamcıyım diyen gençlerin nitelikten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Oysa biz nitelikli gençler görmek istiyoruz, kelle sayısının bir önemi yok ki. Siz bir tane beyin yetiştirirsiniz ve bu beyin bütün bir dünyayı değiştirebilir. Bunun da örnekleri çoktur. Ne yazık ki bugün İsrail’in istediği bir gençlik var ve bu gençlik çoğunlukta. Kudüs bilincini kuşanmış, mücadele bilincini kuşanmış, ümmet bilincini kuşanmış gençler ise azınlıktalar. Biz bu gençlerin sayısını arttırmakla mükellefiz, ülkenin ve gençlerin bilinç seviyelerinin arttırmakla mükellefiz. Bilinç nedir? Bilinç her şeyden önce bireyin kendini eğitmesiyle başlar ve kendi iç dünyasıyla ilgilidir. Yani birey kendini yetiştirmelidir; hem İslami manada hem siyasi manada. Dünyada ne olup bitiyor onun farkında olmalıdır. Yani Müslüman gencin entelektüel bir kimliği olmalıdır aynı zamanda mücadeleci ve devrimci bir kimliği olmalıdır, aynı zamanda da bir derviş gibi manevi dünyası olmalıdır. Eğer bunların bir tanesi eksik kalsa bu genç bir yere gidemez, ulaşamaz bana göre. Biz Müslümanlar olarak okumuyoruz, Atasoy Müftüoğlu abimizin de sık sık şikayet ettiği şey bu. Biz hamaset üretiyoruz, biz günübirlik yaşıyoruz günübirlik sloganlarla günü kurtarmaya çalışıyoruz, olmaz! Biz böyle bir gençlikle hiçbir yere varamayız. Biz içi dolu ve nitelikli gençler yetiştirmek için kolları sıvamalıyız. Gençlerimizi okumaya teşvik etmeliyiz ancak bunun yanında onlara mücadelenin yollarını da onlara göstermeliyiz ve şehitlerimizin bu konuda önemli mihenk taşları olduğunu düşünüyorum. Şehitlerimizi gençlerimize anlatmalıyız. Gençlerimiz bir Hasan el-Benna’yı bir Seyyid Kutub’u bir Ali şeriati’yi bir Mustafa Çamran’ı bir Metin Yüksel’i bir Şeyhmuz Durgun’u bir Mustafa Bilgi’yi bir Selami Yurdan’ı öğrenmeli. Onların mücadelelerini öğrenmeli ki yolda yürürken sapkınlıklara düşmesin. Gençlerimizin bu bilinç seviyesinin yükselmesinde şehitlerimizin mücadele örnekliğinin çok önemli olduğunu ve bunun çok ciddi manada değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. O yüzden biz Metin Yüksel’i anlatmaya çalışıyoruz, onun mücadelesini anlatmaya çalışıyoruz. Yoksa hiçbir insan bizim için kutsal değildir. Metin Yüksel’in de bir kutsiyeti yoktur. Ama Metin Yüksel’in ortaya koyduğu bir mücadele anlayışı vardır. Bu mücadele anlayışı işte bu Kudüs bilincini oluşturacak en önemli mihenk taşlarından biridir, tabiri caizse mayalardan birisidir.
Abi son olarak şehitler mihenk taşı dediniz ve bizim de bu yolda büyük şehitlerimizden Metin Yüksel’in Kudüs davası ve gençlik hakkındaki düşünceleri nelerdir?
Bir kere şu var Metin Yüksel kendisi de gençti, şehit edildiğinde 21 yaşındaydı ama ben rahmetli Metin’le tanıştığımda şunu gördüm; yaşıttık bende 21 yaşındaydım ama Metin Yüksel özel bir insandı, benim tanıdığım bütün şehitler zaten özeldi. Hakikaten Allah içimizden şahitler edinirken seçerek ediniyor, onun bir hak etme dönemi var ve Metin bunu gerçekten hak ediyordu. Birlikte olduğumuz için söylüyorum Metin Yüksel’in hayatı iman ve cihaddan ibaretti kelimenin tek anlamıyla, slogan değil. Bütün bir hayatı cihaddan ibaretti 24 saati. Bir dakikasını bile kendisine ayırdığını, bir dakikasını bile dünyaya ait bir işe ayırdığını hiç görmedim. Ben kendim söylüyorum hiç görmedim ve onu tanıyan herkeste aynı şeyi söyler, kimse farklı bir şey söylemeyecektir. Onun için Metin Yüksel bizim için çok önemli; onun mücadele anlayışı, duruşu çok önemli. Metin Yüksel kendisi de bir genç olmasına rağmen Fatih Akıncılarını kurdu. Fatih Akıncılarını kurduğunda 17-18 yaşındaydı. 21 yaşında şehit oldu, 3-4 senelik bir mücadele hayatında biliyorsunuz Türkiye İslami hareketine ne kadar büyük bir damga vurdu, ne kadar büyük bir imza attığı, ne kadar büyük bir iz bıraktığı ortada. Biz bugün 37 yıl sonra bile gençlerimize örnek olarak Metin Yüksel’i gösteriyoruz. Niçin? Çünkü o az evvel bahsettiğimiz Kudüs bilincini kuşanmış bir insan görmek istiyorsanız, ümmet bilincini, vahdet bilincini kuşanmış, mücadele ve cihad ruhunu kuşanmış bir genç görmek istiyorsanız Metin Yüksel’e bakacaksınız. Ona bakın ve bir hayat dolu dolu nasıl yaşanırmış öğrenin ve nasıl yüzyıllara tesir edermiş görün. Kendisi bir genç olmasına rağmen gençlere çok önem verirdi. Orta ve lise çağındaki gençlere karşı bir özel çalışması vardı, ilgisi vardı. Onları hiçbir zaman boş bırakmazdı. Mesela onları örgütlerdi afiş astırırdı, yazılar yazdırırdı, bildiri dağıttırırdı, dergi sattırırdı falan ama hiçbir zaman onları yalnız bırakmazdı, eğer bir risk varsa onların yanında yer alırdı. Metin Yüksel’in bizimle yaşıt olmasına rağmen müthiş bir ferasetinin, müthiş bir olgunluğunun, müthiş bir liderlik karizması olduğunu biliyorum yani ve pratik eylem sahibi bir insandı, anında eylem üretirdi. Şehadetinden bir gün önce yaptığımız sohbette bana; Müslüman anı yaşayan insandır demiştir. Müslüman o anda ne yapması gerekirse onu yapmalıdır, Müslüman kendine dair hiçbir hesaplama yapamaz bir saniye sonrasına dahi kendisiyle ilgili hesap yapamaz ama İslami anlamda elbette insanlar hesap yaparlar, proje yaparlar ve o projeleri hayata geçirmeye çalışırlar. Ve Müslüman anı yaşar lafını bana şehadetinden bir gün önce söylemiştir bu kadar da derin bir mücadele anlayışına, düşüncesine ve felsefesine sahip bir insandır. Metin Yüksel sıradan bir insan değildir ve bana göre Türkiye İslam gençliğinin Metin Yüksel’i çok iyi anlaması gerekir, onun hayatını defalarca okuması gerekir ve bizim gibi onunla yaşamış insanlardan mutlaka onu dinlemesi gerekir. Çünkü yarın bir gün biz de öleceğiz ve böyle bir fırsatları kalmayacak Türkiye Müslüman gençliğinin, bunu iyi değerlendirmesi gerekir.
Ubeydullah Ünal
www.kudusgencligi.com