Muhammed Numan Damar Yazdı:20. Yüzyılda Filistin Merkezli İslami Çalışmalar(Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni ve Mücadelesi)

Kongre 20. yüzyılda İslam dünyasının vahdetini sağlama gayesi taşıyan ilk kapsamlı çalışmadır. Günümüzde hala sıkıntısını yaşadığımız pek çok ihtilafı aşmış ve bu konularda görüş beyan etmiş bir niteliğe sahiptir. Örneğin şuanda yaşadığımız şii-sünni ihtilafı o dönem çağları aşan bir fotoğraf sergilemektedir. 

Görüntülenme: 1970 Tarih: 11 Haziran 2016 12:38
Muhammed Numan Damar Yazdı:20. Yüzyılda Filistin Merkezli İslami Çalışmalar(Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni ve Mücadelesi)

Yüce yaratan ontolojik olarak şer yaratmayacağı için yeryüzündeki bütün şerler nispidir ve bunun en başında da “şeytan” gelir. Allah(c.c) ol dedi: Âdem düşmanı ile var oldu. Ve yine Allah(c.c.) Âdem’e “Unutma ey Âdem senin asıl düşmanın şeytandır” mesajını yaşatarak öğretti. Lakin insanoğlu yeryüzündeki ihtiraslara ve şeytanın iğvalarına kapılarak birbirlerini düşman edindiler. Tarih boyunca süreç benzer şekilde devam etti: İğvalar, ihtiraslar, dünyevileşmeler… 20. Yüzyıl ise insanın insana en çok düşman olduğu, en büyük katliamların yapıldığı çağdır. Maalesef insan yaratıcısının öğütlerine teslim olmak yerine arzularının esiri olduğunda zaten bu savaş kaybedilmişti.

Allah Teâlâ insana şeytanı düşman olarak gösterdiği gibi ahirzamanda müminlerin stratejilerini tevhid ve şirk merkezli belirlemelerini kolaylaştıracak bir takım işaretler vermişti. Bu işaretlerin en açık seçiklerin den birisi de Maide Suresinde geçmektedir: “İnsanların içerisinde, Müminlere en şiddetli düşman olarak ahudileri ve müşrikleri bulursun.”

Emperyalist saldırıların kuşatması altında kıvranan İslam dünyası, 20. yüzyılda beklide en büyük buhranı hilafet ilga edildiğinde yaşamıştı. Müslümanlarda, hilafetin merkezini koruma perspektifinde evrensel bir İslami hareket algısı vardı. Özellikle 20. yüzyılın ilk İslami teşkilatı sayılabilecek olan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve onun yayın organı olan Volkan Gazetesini incelendiğinde hilafetin korunması İslam’ın maslahatı için en öncelikli mesele idi. Afrika’dan Hindistan’a tüm Müslüman halklar “Birinci Dünya Harbinde” ve Anadolu coğrafyasındaki “Kurtuluş Savaşında” elde avuçta ne varsa halifeye göndermişlerdi. Kavmiyetçi rüzgârın ümmetin arasını açması ve ardından hilafetin ilga edilmesi İslam’a gönül vermiş Müslümanları yeniden İslami vahdet arayışına yönlendirdi.

İslami bir otoritenin yoksunluğu İslami mukaddesatın da sahipsiz kalmasına yol açtı. Kolonyal güçler Müslümanların ham maddelerini istiyordu. Ve bunu daha sonra Müslümanların olduğu yerlere Demokrasi ve Liberalizm götürerek yapacaklardı. Fakat Siyonist lobilerin farklı bir amacı vardı. Siyonistlerin Filistin bölgesindeki Siyonist Yahudi Devleti kurma iradeleri 1897’de Basel Konferansında ilan edilmişti. Filistinlileri o dönemde en çok kaygılandıran, atalarının iki bin yıl önce orada yaşadıkları temelinde Filistin’de tarihsel hakları bulunduğu şeklindeki Siyonist iddia idi. 1880’in ilk yıllarında Siyonist Yahudi göçü hızla artarken, Filistin’in yüzde 80 Müslüman, yüzde 15 Hıristiyan, yüzde 5 Yahudi, yaklaşık 500 bin nüfusu vardı. Siyonistler nüfuslarını arttırıp “Yahudi Devleti” emellerine İngilizlerin de desteği ile daha çabuk ulaşabileceklerini düşünüyorlardı. Hacı Emin El-Hüseyni işte tam da böyle bir dönemde ihtilafların kalbinde, Kudüs’te dünyaya geldi.

Hacı Emin El Huseyni

Bu zat, son asır İslâm liderlerinin en temizlerinden, en samimilerinden, en fedakârlarından ve İslâm düşmanlarının oyunlarını en iyi bilenlerden, çok bilgili, tecrübeli ve basiretli bir mücahid idi.”
Ali Ulvi Kurucu

Eğitimi Hayatı

Muhammed Emin El Huseyni Kudüs’te, Filistin’in seçkin Arap ailelerinin en soylularından birinin çocuğu olarak doğdu. Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için el Huseyni olarak olarak anılırlardı. El Huseyni evlerde dini derslerin yanında edebiyat, arapça, İslami ilimler ve İslam tarihi gibi derslerin okutulduğu bir ilkokula kaydoldu. 10 yaşında Kuran’ın büyük bir kısmını ezberledi. Ardından Türkçe eğitim yapan bir devlet okulunda Türkçesini ilerletti, bir Fransız okulunda da Fransızcasını ilerletti. Eğitimine El-Ezher üniversitesinde İslami ilimlerle uğraşarak devam etti. Devamında ise Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh’un çizgisini takip eden Reşid Rıza’nın Darû’l Dava El-Rişat’da okudu.

Beşeri ideolojilerin ve sömürgecilerin kıskacında İslami siyasi bir söyleme sahip olmak beklide bir Müslüman için en zor ve zaruri şeydir. Bu siyasal kargaşayı dönemin İslam büyüklerinin hepsinde görebilirsiniz. Hacı Emin’de bundan nasibini almıştı. Hilafet’in ilgası, Hacı Emin’in siyasal mücadelesini iki temel döneme ayırır: hilafet ve sonrası…

Siyasi Düşüncesi

Emin El Hüseyni Kudüs’e döndüğünde “Ravadat el-maarif el-Vataniyye” adlı okulda öğretmenlik yapmaya başladı ama kısa süre sonra İstanbul’a Askeri eğitim almak için gitti. Birinci Dünya Harbi’nin de başlaması ile askeri eğitimi kesintiye uğradı. Önce İzmir’de bir generale yardımcı oldu ardından Karadeniz’de topçu görevlisi oldu. O dönemlerde Emin, Osmanlılara bağlıydı çünkü yaşanan kuşatma İslami bir vahdet olmadan aşılamazdı. Abdülhamit’in İslam düşmanları ile ve özelde Siyonistler ile mücadelesini takdirle karşılanıyordu. Lakin Arap diyarında esen milliyetçilik rüzgârı ve Osmanlı’nın yıkılıp yerine laik ve milliyetçi bir devletin kurulması ile Hacı Emin fikirlerinin değişmesinde önemli etkenler oldu.

Emin El Hüseyni’nin Kudüs’e döndükten ve müftü olduktan sonra düşüncesinin iki temel teması vardı: Filistin ile Suriye’nin birleşmesi ve Siyonizm karşıtlığı.

El Burak Kampanyası

Hacı Emin Kudüs’e döndüğünde İngilizler tarafından işgal edilmişti. Kavmiyetçilik rüzgârının da etkisi ile İngilizlere anlamsız bir iyimserlik duyuyordu. Muhtemelen bu iyimserlik ona işgal altındaki topraklarda Kudüs Müftüsü olmayı kabul ettirdi. Aslında Hacı Emin inkılabi bir mücadeleden ziyade siyasi bir mücadeleyi kendisine metod olarak seçmişti. Hatta İzzet’tin el-Kassam’dan gelen direniş tekliflerini de uygun bir üslupla reddetmişti.

Siyonist düşmanlar Filistin’deki “Yishuv” şeklinde adlandırılan Yahudi nüfusunu her geçen gün arttırıyorlardı. Yerleşen Siyonistler de kutsal beldelerde hak iddia ediyorlardı. Bunların ilki Siyonistlerin ağlama duvarı dedikleri Müslümanların ise Rasulullah’ın miraç hadisesinde Burak’ı bağladığı duvar olarak inandığı yerdi.

Siyonistlerin yoğun mücadelelerine karşı, Hacı Emin, “Burak Kampanyası” olarak bilinen gelişmeleri yürütmek için girişimde bulunmaya karar verdi. Hacı Emin’in en büyük hatası “Burak Duvarı” için hak mücadelesini İngilizlerle yazışarak yapıyordu. Emin’in asıl telaşesi Londra ve Cenova’daki Yahudi lobilerinin çalışmalarıydı. Buralarda Müslümanların sesinin duyulmayacağını biliyordu. Bu başkentler Siyonistlerin Filistin üzerindeki emellerini gerçekleştirdikleri yerlerdi.

Müftü, siyonistlerin emelleri konusunda ileri görüşlüydü. Burak duvarı tartışmasında onu asıl endişelendiren Yahudilerin nihai niyetleriydi. Müftü, Siyonistlerin Burak duvarından başlayarak yavaş yavaş Mescid-i Aksa’nın tüm mülkiyetini ele geçirmek istediklerini söylüyordu.

İslam Genel Kongresi

Hilafetin ilgasının ardından başsız kalan Müslümanlar, İslami meseleleri istişare edebilecekleri bir organizasyon arayışı içerisindeydi. İslam dünyasının pek çok yerinde işgaller ve manda rejimleri vardı. Osmanlı yıkılmış ve yerine geçen rejim İslam ile ilişkilerini hızlı bir biçince kesmeye çalışıyordu. Hatta İslam Genel Kongresine Ankara davet edildiğinde Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü: “Dini, siyasal bir araç olarak kullanan iç ve dış politikalarla karşı karşıyayız.” şeklinde yorumlamıştı bu daveti.

Davet Mektubu yayınlandıktan birkaç gün sonra, Müftü “İngiliz istihbaratının Arap Birliği, İslam Birliği ve anti-siyonist” olarak tanımladığı Filistin merkezli dünya hareketi fikrine inanmıştı.

Müftü kongrenin amacını şu şekilde deklere etmişti: “İslam’ın gerçek durumunu ve çıkarlarını savunmada alınacak önemleri araştırmak.”

Kongre Miraç gecesinde 6 Aralık 1931’de 20 ülkeden 145 temsilci ile açılışını yaptı. Hindistanlı şair Muhammed İkbal, Müftünün siyasal akıl hocası Reşit Rıza, Sonradan Arap Cemiyeti’nin genel sekreterliğini yapacak olan Abdurrahman Azzam, Suriye’nin iki kere devlet başkanı olan Şükrü el-Kuvvet, Lübnan’da iki kere başbakan olan Riyat el-Sulh ve İran’ın sürgün siyasi lideri Ziyaüddin Tabatabai katılımcılar arasındaydı. Kongre 6 Aralıktan 17 Aralık’a kadar sürdü.

Kongrenin mesajları şu şekildeydi: Yahudi göçü ve toprak satışlarını, Müslümanların kutsal yerler üzerinde Siyonist planlarını ve uluslar arası Ağlama Duvarı Komisyonu’nun kararlarını kınadı. Siyonist mallarının boykotunu, Filistin topraklarını satın almak ve geliştirmek için fonun kurulmasını, Kudüs’te bir Müslüman üniversitenin kurulmasını tavsiye etti ve Hıristiyan Arap Filistinlilerle dayanışmayı tasdik etti. Ayrıca 17 maddelik bir bildiri yayınladı.

Kongre’de Şii ve Sünni kardeşliği vurgusu

Kongre 20. yüzyılda İslam dünyasının vahdetini sağlama gayesi taşıyan ilk kapsamlı çalışmadır. Günümüzde hala sıkıntısını yaşadığımız pek çok ihtilafı aşmış ve bu konularda görüş beyan etmiş bir niteliğe sahiptir. Örneğin şuanda yaşadığımız suni şii-sünni itilafı o dönem çağları aşan bir fotoğraf sergilemektedir. İslam ümmetin birliğinin göstergesi olarak Şii din âlimi Muhammed el-Huseyin Al-i Kâşif, Şii ve Sünnilerden oluşan, sayıları on bini bulan bir cemaate Mescid-i Aksa camiinde Cuma namazı kıldırmıştı.

Sonuç

Müftü Hacı Emin el-Hüseyni’nin insan olmasından kaynaklanan pek çok gelgitleri ve fikri yanlışları olması muhtemeldir. Fakat Hacı’nın öyle çalkantılı bir zamanda ortaya koyduğu çağlar üstü islami mücadele, ahlaki tavır, fikri çaba, siyasal ufuk günümüz Müslümanlarınca örnekliktir.

Allah Teâlâ Müslümanlara şeytanı ve onun ahir zaman temsilcisi olan Siyonistleri baş düşman olarak işaret etmişti. İslam düşmanları çeşitli manipülasyon araçları ile Müslümanlara düşmanlarını mezhep, ırk ya da devlet merkezli algılatmaya çalışmaktadır. Fakat bu oyuna gelmeyen Müslümanlarda azımsanmayacak çoktur. Onlar, İslam’ın mukaddesatını koruma perspektifinde birlik çabaları oluşturmaya çalışmışlar ve bu mukaddesata açıktan el uzatan Siyonistlere de korku salmışlardı.

17, 18 ve 19. yüzyıllarda İslam dünyasındaki ahlaki, ilmi, kültürel ve siyasal gerileme 20. Yüzyılda doruk noktaya ulaşmıştı. İslam toplumlarında kasvet ve karanlık git gide artmaktaydı ve şu bir gerçekti ki güneşin doğmasına en yakın olan zaman karanlığın en yakın olduğu zamandır. Başladığımız bu yazı silsilesinde inşallah önümüzü aydınlatan fecrden ve bu fecrin takipçilerinden bahsedeceğiz.

Muhammed Numan Damar 

Kudüs Gençliği

Yorumlar