Ubeydullah Ünal Kudüs Gençliği Dergisi'ne Yazdı:Nekbe Günü ve Theodor Herzl

Theodor Herzl, 1860’da Budapeşte’de doğar. Hukuk fakültesinden mezundur ancak avukatlık yaptığı sırada yazarlığa bürünür. 1891’den 1895’e kadar Herzl Viyana Neue Freie Presse Gazetesinin Paris muhabiri olarak çalışır ve Dreyfus Davasında muhabir olarak bulunur. 

Görüntülenme: 4035 Tarih: 17 Haziran 2016 05:37
Ubeydullah Ünal Kudüs Gençliği Dergisi'ne Yazdı:Nekbe Günü ve Theodor Herzl

Yazdığı kitapların sonucunda Birleşik devletler tarafından ilgi çekmeyi başarır 1903’te İngiliz Hükümeti 1 Herzl’e Uganda’da toprak vermeyi önerir. 1897 yılında Dünya Siyonist Teşkilatı’nın kurulmasını ve kurulduğu İsviçre’nin Basel kentinde teşkilatın ilk kongresinin yapılmasını sağlamıştır kongrede kurulması planlanan Yahudi Devleti’nin sınırlarını da belirtmiştir. Siyonist Kongre’de Herzl, Birleşik Devletlerin Yahudilere Uganda’da toprak vereceği olayını ele alır ve bu teklifin geçici bir çözüm olarak kabul edilebileceğini açıklar. Bu öneriyi incelemek için karar alınır, ancak Rus Siyonistleri buna şiddetle karşı çıkar, böylelikle karar reddedilir. Kongre sonunda Herzl Dünya Siyonist Teşkilatı’nın başkanı seçilmiştir.

Herzl, 31 Temmuz 1904’te Hayber Yahudilerine komşu olur. Ölümünden 45 sene sonra 17 Ağustos 1949’da, cenazesi İşgal Devleti’nin bayrağıyla örtülü bir şekilde gömülmek üzere uçakla, işgal topraklarına getirilir. (Müzzemmil Suresi:) Sen onlara biraz zaman tanı…

Herzl ve beraberindeki Siyonistlerin kara bulut gibi çöktükleri ve en başından beri gözlerine kestirdikleri topraklar olan Filistin toprakları tarihinin en büyük felaketini ve kıyımını yaşıyordu. Siyonistler kendilerine Osmanlı’dan para karşılığı Filistin toprakları üzerinde arsa alma girişimleriyle başlayan operasyonlar Herzl’in İstanbul’u birçok defa ziyaret etmesiyle farklı bir boyut kazanmıştı. Ancak dönemin padişahı 2. Abdülhamid Siyonistlere bir karış dahi toprak vermeyerek Herzl’in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı newlinski aracılığı ile theodor herzl’e şu cevabı göndermişti: “Eğer bay herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsüldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, suriye ve filistin alaylarımın askerleri birer birer plevnede şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i aliyye bana ait değil, milletindir. Ben onun hiç bir parçasını veremem. Bırakalım museviler milyonlarını saklasınlar; benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem.”

2. Abdülhamid’den bu cevabı alan Siyonistler hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan bahanelerle mağdur görünerek sanki Filistin topraklarına göçe zorlanmış rolü oynayarak Filistin topraklarında tarihi bir kıyıma imza atıyorlardı. Zulümden kaçan mazlum zulmedebilir mi? Oynamadıkları oyun, söylemedikleri yalan kalmayan Siyonistler sözde göç ettikleri Filistin topraklarında taş üstünde taş bırakmıyorlar ve bölge halkını sürgüne muhtaç ediyorlardı. Genç, yaşlı, kadın ve bebek ayırt etmeden önlerine gelene ağır işkence ve zulümler yapan Siyonistler hızlı bir şekilde Filistin topraklarında ilerliyordu. Ve işte o ‘felaket günü’ en nakba gelmişti. Bir gecede Filistin topraklarında yaşayan istisnasız her insan mülteci konumuna düşmüştü. En nakba. 15 Mayıs 1948. İşgal devletinin resmi olarak bağımsızlığını ilan ettiği gün. İstisnasız bütün Filistinlilerin mülteci konumuna düştükleri, bütün Filistinlilerin haklarını, topraklarını, mallarını ve mülklerini kaybettikleri bir gün. Felaket günü.

Diğer bir deyişle nakba Batı Şeria’nın, Gazze’nin, Filistin’in hiçbir kentinin uyumadığı gün. Protestoların, gösterilerin en şiddetli olduğu gün nakba. Her yıl yaşananlar anılarak, anımsanarak hep hatırda kalarak; direnişi, ruhunu tekrardan taze ve ateşli hale getiren gün.

Evet, yazımda ‘felaket günü’nden bahsederken direnişten şu ana kadar hiç bahsetmedim. Çünkü ilk olarak felaketin boyutunu, kıyımı görelim istedim. Arkasına o zamanın dünya devlerini ve bütün güçlerini alan Siyonistlerin nasıl bir felaket yaptığını görmemizi ve neler yapabileceğini düşünmemizi istedim. Düşündük mü? Gördük mü? Hadi o zaman şimdi de gözü dönmüş, insanlıktan nasibini alamamış yamyam Siyonistlere karşı; canları ve malları pahasına felakete karşı koymaya çalışan kahraman direnişçileri görelim. Dünyanın bütün güçlerini arkasına alan Siyonist pisliklere karşı tek mermisi taş olan kahramanları da görelim. Tanklara, Son teknoloji silahlara bir an düşünmeden meydan okuyan direnişçileri görelim.

Bu toprakların özünde direniş var. Direniş felaket gününde de vardı bugün de var ve yarın da var olacak biiznillah. Direniş tohumlarıyla ekildi bu topraklar. İzzeddin-el Kassamlar, Ahmed Yasinler, Ahmed-el Caberiler, Nizar Rayyan’lar, Muhanned Halebiler ve daha niceleri. Direnişin meyveleri, pak yüzlü şehitler…

Bizim nakbamız Siyonistlerin felaketi olacaktır inşallah. Allah bütün Müslümanlara basiret ve hepimizi bu davada, Kudüs davasında cem etsin inşallah. Özgür Kudüs’ün özgür şafağında buluşmak üzere…

Ubeydullah Ünal

Kudüs Gençliği

Yorumlar