Milli Gazete Yazarı Yusuf Kandemir Siyonist israil İle Yapılan Anlaşmayı Değerlendirdi

Şimdilerde özellikle Siyonist Rejimle anlaşılması Erdoğan’a güvenenleri çok büyük hayal kırıklığına uğratmışa benziyor ama, demek istediğim ortada şaşılacak bir durum yok. Çünkü Erdoğan’ın reel politikadan anladığı işte bu. İhtiyaç duyduğunda Mavi Marmara gibi bir sembolü bile sonuna kadar istismar edip oya tahvil etmek… Şartlar öyle gerektirdiğinde de aynı Mavi Marmara’ya dahi büyük bir pervasızlıkla dil uzatabilmek. 

Görüntülenme: 2739 Tarih: 02 Temmuz 2016 08:22
Milli Gazete Yazarı Yusuf Kandemir Siyonist israil İle Yapılan Anlaşmayı Değerlendirdi

Milli Gazete yazarı Yusuf Kandemir, bugün yayımlanan yazısında siyonist rejim ve Türkiye arasındaki anlaşmayı ele aldı.

İşte Kandemir'in o yazısı:


SİYONİZMİN ANA VAZİFESİ AKP’Yİ İKTİDARDA TUTMAKTIR
 
Önce Siyonist rejimle anlaşma… Hemen arkasından Rusya ile barışma… Ardından 44 canımızın gittiği Atatürk havaalanında bombalı terör saldırısı…
 
Aynı saatlerde mecliste yapılan oylamada yüksek yargının lağvedilerek Cumhurbaşkanına bağlanması…
Sonra Muhsin Yazıcıoğlu davasının takipsizlik kararı verilerek kapatılması…
En sonunda da bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Mavi Marmara’ya dil uzatılması ve İHH yardım teşkilatının da hedef tahtasına konularak iktidar yandaşlarınca linç edilmesi.
Birkaç gün içinde art arda yaşadığımız olaylar bunlar. Bu satırların yazıldığı saatten, gazetemizin baskıya girdiği saate kadar geçecek arada yaşanacaklar ise meçhul. Belli ki tarihin çok hızlı aktığı zamanlardayız.
***
Yazımızın başlığını oluşturan cümleyi hatırladığınızı sanıyorum. Çünkü biliyorum ki herkes unutsa da Millî Gazete okurları unutmaz. Herkesin hafızası silinse de Milli Görüşçülerin hafızası silinmez.  
Erbakan Hocamızın AKP iktidarı boyunca sık sık söylediği…
Vefatından birkaç ay öncesine kadar katıldığı programlarda sık sık tekrarladığı…
Hem yakın siyasi tarihimize, hem de yaşadığımız döneme ışık tutan cümle işte bu.
Şimdi gelin, siyasi hayatı boyunca hiç yanılmayan Erbakan Hocamızın kılavuzluğunda, önce geçmişi yeniden hatırlayalım, ardından da bugün yaşadıklarımızı anlamaya çalışalım. 
***
İsrail ile anlaşmak, Rusya ile barışmak, Mavi Marmara’ya dil uzatmak ve İHH’yı aç kurtların önüne atmak. Gelinen durumu çokları yadırgıyor evet. Kalplerinin kırıldığını, gönüllerinin incindiğini, Tayyip Erdoğan’dan bu kadarını asla beklemediklerini söylüyor insanlar. Fakat belli ki Erdoğan’ı hâlâ tanıyamamışlar. Bana sorarsanız ortada yadırganacak hiçbir şey yok. Erdoğan’ın son on beş yıllık siyasi kariyerini yakından takip edenler için hiçbir sürprize yer yok. Siyonizmin Türkiye’deki ana vazifesinin AKP’yi, dolayısıyla da Erdoğan’ı iktidarda tutmak olduğunu bilenler için, beklenmedik hiçbir durum yok. 
Fakat nasıl beceriyorlar bilmiyorum ama, anlaşılan insanların ekserisi kulaklarının üzerine yatıyorlar. Yaşanmış bir dolu gerçeği hiç yaşanmamış sayıyorlar. Tıpkı kendileri gibi bizlerin de hafızamızı sıfırlamamızı, geçmişi unutmamızı, “dün dündür bugün bugündür” anlayışına yaslanmamızı istiyorlar. Üzgünüm ama maalesef biz bu konuda onlar gibi maharetli değiliz.
 
YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATIYDI
 
Çünkü bizler, bugün ülkemizde tek adam rejiminin yegâne aktörü olan Tayyip Erdoğan’ın, Milli Görüş gömleğini çıkarmasının hemen ertesinde Irak ve Afganistan işgallerine fiilen destek vermesini asla unutmuyoruz. Dolayısıyla bugünlerde sürekli tekrarlanan Yeni Türkiye serüveninin de nasıl başladığını gayet iyi biliyoruz.    
Kaldı ki tek başına Milli Görüş’ün bölünmesinin bile, bu ümmete en az o işgaller kadar ağır bedeller ödettiğinin, kim bilir daha ne bedeller ödeteceğinin de farkındayız.
Ayrıca aradan bunca sene geçmesine, bunca kan akmasına ve işgalcilerin bile tek tek özür dilemesine rağmen, bırakın pişman olmayı, Erdoğan’ın hâlâ o savaşlara daha fazla katkı sağlayamadığı için yanıp tutuştuğunu da görmekteyiz.
İşte kendisinin birkaç ay evvelki açıklamalarını hep birlikte dinledik. Irak savaşı günlerinde eğer kendisine kalsaymış, Amerika güneyden, Türk ordusu da kuzeyden Irak’a girecekmiş... İki ordu Bağdat’ta buluşacakmış… Dolayısıyla işgal çok daha kolay ve sorunsuz halledilecekmiş... Böylece Irak’ta bugün yaşanan sahneler de yaşanmamış olacakmış... Ama başta kendi partisindekiler olmak üzere, 1 Mart tezkeresine hayır oyu verenler sayesinde bu buluşma gerçekleşememiş... Suriye’de ise asla Irak’taki hatalar tekrarlanmayacakmış.
Yaptıkları yapacaklarının teminatı derler ya hani. İşte geçmişe bakın, bugünü anlayın, geleceği de öyle yorumlayın.
 
KAZAN KAZAN OYUNU DEVAM EDİYOR
 
Şimdilerde özellikle Siyonist Rejimle anlaşılması Erdoğan’a güvenenleri çok büyük hayal kırıklığına uğratmışa benziyor ama, demek istediğim ortada şaşılacak bir durum yok. Çünkü Erdoğan’ın reel politikadan anladığı işte bu. İhtiyaç duyduğunda Mavi Marmara gibi bir sembolü bile sonuna kadar istismar edip oya tahvil etmek… Şartlar öyle gerektirdiğinde de aynı Mavi Marmara’ya dahi büyük bir pervasızlıkla dil uzatabilmek.
Peki o şartları ne belirliyor Elbette on beş yıldır dillerden düşmeyen “kazan kazan” formülü. Artık nasıl olacaksa, Erdoğan’ın bizzat söylediğine göre bu anlaşmalar sayesinde hem Rusya, hem İsrail, hem de Türkiye yine kazançlı çıkacakmış.
Rusya ile İsrail’in kazançlı çıktığı aşikar. Hem istedikleri gibi vuruyor, kırıyor, öldürüyor, gasp ediyorlar… Hem de hiçbir şey olmamış gibi Türkiye ile bile anlaşarak yollarına devam ediyorlar. 
Fakat iktidar muhiplerince linç edilen İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın da söylediği gibi; Türkiye’nin bu anlaşmalardan kazandığı hiçbir şey yok. Başta Türk milleti olmak üzere, Filistinliler de Gazzeliler de yine aldatılmış durumda.
Lâkin değerlerimizi istismar ede ede… Bize ait ne varsa büyük bir iştahla tükete tükete… On beş yıldır tek başına ülke yönetimine kurulan Tayyip Erdoğan ve hânedanı neler kazanacak…
Bakalım hep birlikte göreceğiz.
 
SURİYE’DE AYNI HATAYA(!) DÜŞÜLMEDİ
 
Erdoğan’ın yoğun çabaları sonucu Suriye’de aynı hataya düşülmedi evet. Belki henüz fiilen asker gönderilmedi ama, beş buçuk yıldır iç savaşın en ateşli savunucularından biri AKP iktidarı oldu. Başta Amerika olmak üzere, NATO ülkeleri Suriye’yi yakıp yıkmak için davet edildi. Tıpkı Irak savaşında olduğu gibi, yine üslerimiz hizmete açıldı, yine Batılı müttefiklerin Suriye şehirlerine bomba yağdırmasına sebep olundu. Türkiye Suriye sınırı istihbarat ajanlarının cirit attığı yolgeçen hanına çevrildi. Yetmedi, Amerika ile eğit donat anlaşmaları imzalanarak, iç savaşa kanlı canlı katkılar sunuldu. Böylece Suriye yumuşak lokma haline getirildi ve aynı zamanda komşumuz olan bir başka İslam ülkesi daha AKP’nin devri iktidarında yerle bir edildi. 
Beşşar Esat’ın lideri olduğu Baas rejimi zalimdi evet ve hatta katildi. Lâkin Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikasının ise hiçbir ilke ya da ahlâki tutumla ilgisi yoktu. Çünkü bölgedeki diktatörlüklerin tümünün karakteri böyleydi. Suriye rejiminin verdiği kanlı tepki ise hiç de şaşırtıcı değildi. Suriye’nin geçmişini biraz olsun bilenler, 1982 Hama katliamını biraz olsun hatırlayanlar, 2011’in ilk aylarından itibaren Suriye’yi çok büyük bir yıkım savaşının beklediğini görüyor ve haykırıyordu.
Ancak başta Saadet Partililer olmak üzere, iç savaşın durdurulmasını, Türkiye’nin taraflar arasında arabulucu olmasını isteyen her kim varsa, hepsi de “hain” ilan edildi ve “Esetçi” diye damgalandı. 
Ayrıca Esat’ın zalimliğini mesele yapan Erdoğan, bölgedeki diğer diktatörlerle gayet iyi geçinebiliyordu. İşte Suud hanedanının Yemen’de yaptıkları ortadaydı. Başta Bâb El Yemen olmak üzere, Yemen’in tarihi şehirleri ve köyleri bombalanıyor… Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yüzlerce sivil öldürülüyor… Fakat bırakın tepki vermeyi, bütün bunlara rağmen Erdoğan hâlâ Suudi hanedanının yanında saf tutabiliyordu.
Üstelik bölgemizdeki diktatörlükleri boş verin. Aynı Erdoğan, on yıllardır milyonlarca Müslüman’ın kanını akıtan Amerikan emperyalizminin de bir numaralı müttefikiydi. İktidarı boyunca George Bush ile gayet iyi geçinmiş, bütün isteklerini yerine getirmiş, Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlığını da büyük bir gururla üstlenmişti. Bush’un ardından göreve gelen Obama’nın da Müslüman liderler arasındaki en yakın dostu yine Erdoğan’dı. Bir araya geldiklerinde iki laflarından biri, Türkiye ile Amerika arasındaki stratejik ortaklığın kıymetini anlatmak oluyordu.  

Yorumlar