İbrahim el-Emin
El-Ahbar
İsrail cephesinde tam bir sessizliğin hâkim olduğu şu dönemde, Siyonist ordu ve Hizbullah arasında savaştan çok "karmaşık" bir hal dönüp duruyor. Bu, kimsenin engel olamayacağı topyekûn bir savaşı kaçınılmaz hale getirecek bir öngörü hatası yapma endişesi ile savaşa uyarı ve hazırlık durumudur.
İsrail - Arap ittifakı ile Batılı ülkelerin yürüttüğü projelerin başarısızlığa uğraması ile birlikte, vakit geçtikçe bu savaş olasılıkları güçleniyor. Ancak niçin şimdi?
2006 yılı Ağustos ayında Hizbullah - İsrail savaşının sonlanmasından bu yana, İsrail'in elinde Lübnan Direnişi ile yeni bir savaşa girmeye yetecek kadar sebep bulunuyor. Ancak, ikinci savaşın başarısızlığı, düşman için askeri hazırlıklarda gerileme ve siyasi güven krizlerini de beraberinde getirdi. İsrailli uzmanların savaş sonunda elde ettiği genel değerlendirmeler, "Direniş ile çarpışmak için daha iyi bir yol arayışına girilmesi gerektiği" sonucuna vardı.
Tüm bu sebepler, Siyonistlerin askeri cephesinde sessizliğe sebep olurken, bu sessizlikten faydalanan Direniş, anbean yeteneklerini geliştirmek ve daha büyük, gelişmiş ve güçlü bir yapı oluşturabilmek için çalışmaya devam ediyor. Düşmanın kalbine korku salan bu durum, İsrail ordusunu yeni bir savaş stratejisi uygulamaya itiyor: Direnişin gücünün gelişmesini engellemek. Bu savaş komplolarının varlığına inanmayan kişiler, makaleyi sonuna kadar okumak zorunda değildir.
2006 Savaşı fiyaskosu, Suriye'yi Lübnan'dan ayırma girişimleri ve Refik Hariri suikastı sonrası Direnişi kuşatma operasyonlarının tümünün uğradığı başarısızlık, düşmanı ve Batılı - Arap dostlarını acilen farklı seçenekler arayışına götürdü. Ardından Lübnan Direnişine karşı oluşturulan akımları güçlendirme operasyonları devreye sokuldu. Ayrıca, İsrail ve Batılı ülkeler, Suudi Arabistan ve diğer ülkelerin de işbirliği ile, Irak'ta tetikledikleri mezhep çatışmalarının yanı sıra, halk arasında bölünme ve iç siyasette kriz yaratılmasını sağladı. Bu girişimler, sadece Hizbullah'ı kontrol altına almayı değil, Direnişi destekleyen tüm akımları kuşatmayı hedefliyordu. Ancak 2008 Mayıs'ından, Lübnan Başbakanı Sa'd Hariri hükümetinin düştüğü 2011 yılına kadar yaşananlar, Lübnan'da (büyük zararlar vermeden) fitne kapısına kilit vurdu.
Bölgesel hat üzerinde, Suudi Arabistan ve beraberinde Batı istihbaratının Irak savaşına verdiği olağan dışı destek, ülkeyi başta İran, Suriye ve Hizbullah olmak üzere tüm Direniş ekseni ülkeleri için endişe kaynağı haline getirdi. Bununla eşzamanlı olarak, Amerika'nın Katar - Türkiye aracılığıyla Suriye'yi kontrol altına alma operasyonları, faaliyete geçirildi. Bu tahakküm ile, İran - Suriye ittifakını kırabilmek için Suriye yönetiminin kökten değiştirilmesi amaçlanıyordu. Bu bağlamda ciddi girişimlerde bulunuldu. Irak'taki İran - Suriye birliği dağıtılmaya çalışıldı. Türkler, Katarlılar ve Suudiler; Irak'ta Nuri el-Maliki'nin yerine ABD'nin adamı olan bir siyasetçinin getirilmesine destek vermesi için Suriye Devlet başkanı Beşar Esad'ı ikna turlarına çıktı. Lübnan'da ise, Hizbullah'a karşın Sa'd Hariri'nin başbakanlıkta kalmasına destek vermesi için Beşar Esad'ı ikna zirveleri organize edildi.
Tüm bu girişimlerin fiyasko ile sonuçlanması, Direniş - Hizbullah - İran düşmanlarını yeni entrikalara başvurmaya götürdü. Arap halklarının mevcut yönetimlere karşı ayaklanmasından faydalanarak, Suriye'de hızla sivil halk ayaklanmaları organize edildi. Bu protestolar ile, ülkeyi yıkıma götürecek süreç başlatıldı.
Batı'nın ve bölgesel güçlerin baskılarına boyun eğmeyi reddeden Beşar Esad, hedefe konuldu. Suriye ve Irak'taki iç karışıklıklar, İran'ı yorgun düşürecek unsurlara ve Lübnan Direnişi için temel tehdit kaynağı haline dönüştürüldü. Direniş akımlarına karşı büyük bir darbe indirmeyi hedefleyen komplo teorileri, Hamas'ın Hizbullah - İran- Suriye ekseninden ayrılması sayesinde başarıya ulaştı.
Batı ittifakı Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye'nin desteği ile hedeflerine ulaşmak için 5 yıl içinde denenmedik yol bırakmadı. El-Kaide terör örgütü, aniden tüm kolları ile birlikte Müslüman ve Arap gençlerin kutuplaşma merkezi haline dönüştürüldü. Mısır'dan Libya'ya ve Yemen'e kadar birçok Arap ülkesinin çöküşü için radikal gruplara dayanma seçeneğini kullandılar. Karmaşa ortamı yaratılan bu ülkelerde yükseltilen sloganlar daima, İran ve Şiilere karşı halkları kışkırtacak söylemler oldu. Bu savaş kışkırtmasının ise tek amacı vardı, İran - Suriye - Irak - Hizbullah'tan oluşan Direniş ekseninin kırılması! Daha sonra, El-Kaide ile başarıya ulaşamayan projeyi taçlandırmak için IŞİD terör örgütü devreye sokuldu.
Asıl hedef olan "Direnişin yok edilmesi" için düşmanın elinde bulunan en güçlü dayanak, 2006 fiyaskosunun da rövanşını sağlayacak bir "Suriye krizi" projesiydi. Suriye'nin çöküşünü amaçlayan bu proje, ordunun Direnişe açık olan kapılarının sonsuza kadar kapatılması ve Suriye'nin Direniş ekseninden çıkarılması üzerine oynanan büyük bir bahisti. Sonuç bekledikleri gibi gelirse, Direniş zinciri orta yerinden koparılacaktı.
Düşman, bu bahsin tutması için Amerika, Suudi Arabistan, Avrupa ve Türkiye ile işbirliği içine girdi. Suriye devletinin çöküşü, Irak'ta istikrarlı bir devletin kurulmasını önlemek ve Lübnan Direnişinin kuşatılması için ihtiyaç duyulan terör örgütleri yaratıldı. Muvaffakiyet sağlayamayan bu görev, 6 yıldan beri aktif halde sürdürülüyor. Suudi Arabistan'ın bu küresel savaşı Yemen'e taşımasının yarattığı etki, krizin seviyesini yükseltti.
Beklentilerin aksi yönünde gelen sonuçlar
Irak, Suriye ve Yemen'de devlet ve toplumların temel yapısına verilen büyük hasar, düşman için oldukça zahmetli bir işti. Ne var ki, bu ülkeler ABD - İsrail - Suud eksenine transfer edilemediği gibi, son iki yıl zarfında beklenmedik olağanüstü gelişmeler yaşandı. Rusya'nın savaşa katılması ile birlikte köşeye sıkışan proje "Batılılar tarafından Doğu'nun düşmesini" sağlayamadı. Bu hamle Batının beklentilerinin tamamen aksi yönde sonuçlara yol açtı. Bu sonuçlardan bazıları şunlardır;
- Lübnan'da, iki yıl zarfında siyasi ve siyasi olmayan sonuçlar, terör örgütlerinin kuşatılmasına sebep oldu. Lübnan'ın birçok bölgesinde halka ve siyasi tabana bu örgütlere yaklaşmak yasaklandı. Ordu ve Direniş arasındaki işbirliği genişletildi. Düşman ile girilen savaş meydanında, tekfirci gruplara karşı yoğun birlik sağlandı.
Suudi Arabistan ve Batı ile bağlantısı olan Lübnan güvenlik güçleri ve Lübnanlı politikacılar, geri adım atarak Direniş ile birleşmek zorunda kaldı.
- Yine Lübnan'da, "14 Mart" grubunun siyasi proje dayatma girişimleri başarısızlığa uğradı. Devleti, altyapıyı ve bazı grupları kontrol altına almak isteyen önde gelen güçler engellendi. Bu iş, gruplar arasındaki kutuplaşmalara rağmen, ABD - Suud dayatmasının önüne geçmeye güç yetirdi.
- Irak'ta, Maliki'nin İran'ın yandaşı olması bahanesi ile yönetimden çıkarılması büyük değişimlere yol açmadı. Aksine tüm dünya İran, Suriye ve Hizbullah tarafından desteklenen "halk kararına" ayak uydurarak, IŞİD'e karşı keskin bir savaş açmak zorunda kaldı.
- Batı, Suriye'yi kaybetme ve bu ülkeyi Rusya'ya bırakmanın korkusu ile, Irak üzerine oynadığı siyasetini değiştirmek zorunda kaldı. Bu gelişme, ABD'yi politikasında önemli değişikliklere gitmeye mecbur bıraktı. Irak'ı IŞİD'den kurtarma operasyonlarına girmesi gerekti. Özetle Washington'un planlarına göre seyretmeyen bu savaş, başarısızlıkla sonuçlandı.
- İran'da, "Nükleer anlaşmalar" yolu ile bir anlaşmaya varılacağını zanneden İsrail, Suudi Arabistan ve birçok başkentin başarısızlığı, Batı'yı Tahran ile işbirliği için yeni yollar aramak zorunda bıraktı. İran'ın dış politikasına ise herhangi bir değişiklik dayatmayan bu durum, İran'ın özellikle de Direnişe açık Suriye'deki Esad yönetimine, Irak'ta Haşdi Şabi'ye, Yemen'de Ensarullah'a ve Lübnan'da Hizbullah'a olan desteğini engellemedi.
- Yemen'de Batı büyük bir şok yaşadı. Suudi Arabistan'ın Ensarullah ile girdiği savaşındaki başarısızlığı Batı'yı hüsrana uğrattı. İki yıldır devam eden savaşın neticesinde kendini karanlık bir tünelin içinde bulan Riyad yönetimi, El-Kaide militanlarını ülkeye sokarak savaşa sürüklediği Yemen'de aldığı hasarı hafifletmenin yollarını arıyor. Suudi Arabistan'ın tüm girişimleri, Yemen'de Ensarullah hareketinin askeri etkisinin genişlemesine engel olamadı.
- Suriye'de, herkes hızlı bir şekilde Esad rejiminin düşmesi ve devletin çöküşünü beklerken, bu emeller Esad'ın siyasi taviz vermesine yönelik girişimlere dönüştü. İki yıl içinde El-Kaide'nin kolları, yönetime karşıtı tüm savaşçılar üzerinde hâkimiyet kurdu. Bu örgütü birçok ülkenin maddi, insani, teçhizat, eğitim, güvenlik bilgileri ile desteklemesi ve bu savaşa birçok ülkenin katılmasına rağmen Esad ve ordusu, Batı destekli muhaliflerin dayanıklılığını kırdı. Rusya, İran ve Hizbullah, sahada ve siyasette güçlü bir rol oynadı. Teröristlerin destekçileri tarafından yayınlanan askeri haritayı incelersek, bu gruplardan geri alınan bölgelerin boyutunu ve yönetimin onlara vurduğu yıkıcı darbeyi anlamak daha kolay olacaktır.
Tüm bunları ötesinde, ABD'den Fransa'ya ve Avrupa ülkelerinden Arap ülkelerine kadar diplomasi dünyasının sessizliği, bu konuya dair duruşundaki önemli değişikliğin en bariz göstergesidir.
Hizbullah savaşı
Hizbullah'a doğrudan savaş meydanlarında bakarsak, düşman için bariz bir endişe kaynağı olan konumunun ne derece önemli olduğunu görmemiz mümkündür.
- Düşman cephesinin, Direniş ile olan angajman kurallarını değiştirmek için giriştiği süratli hamleleri başarısızlığa uğratıldı. Buna karşın Direnişin kadrosuna ve liderlerine suikast operasyonları yapıldı. Bu suikastların sebebi, Hizbullah liderlerine kendi şartlarının dayatılması oldu. Ardından düşman, yerel operasyonlar da dahil olmak üzere Lübnan topraklarında doğrudan bir askeri operasyona giremedi.
- Direnişe güçlü bir darbe indirmek için her yolu deneyen düşman, Suriye krizini kullanabilme umudu ile buradaki savaş meydanına inme kararı aldı. Hizbullah'ın Suriye kriz hattına hızlı bir şekilde girişinden sonra, Lübnan- Suriye sınırları açıldı ve bununla birlikte Suriye ordusunun silah depoları da. Hizbullah'ın silah depoları da bu silahlarla ve İran'dan gelen silahlarla birlikte çeşitli tarz gelişmiş silahlarla donatıldı.
- Düşman, askeri konvoylara ve Direnişin Suriye'deki silah depolarına baskınlar düzenlemeye karar verdi. Ancak bu girişimler 2011 yılından bu yana, yıllık ortalama 5 baskını geçemedi. Ne var ki düşman, bunun yüzlerce olmasa bile onlarca kez olduğunu söylüyor. Öte yandan, Direniş, Suriye'de İsrail'in operasyonları karşısında mücahitlerin performansını düşürecek her hangi bir eyleme karşı İsrail'i tehdit ediyor.
- Pratik olarak, İsrail bugün manzaraya baktığında, Hizbullah'ın silah depolarının 2006 savaşından bu yana çok daha büyük hale geldiğini görüyor. Miktar açsından, onlarca kat artan cephaneliğe ilaveten ayrıca çeşitli tarzlarda savaş silahları da edindi. Düşmanın "denge bozucu" adını verdiği silahlar ise Direnişin eline geçmesinden en korktuğu silahlardı.
- Tekfirci akımlarla girilen güvenlik savaşı, Direniş'in askeri istihbarat çalışmalarında muazzam bir deneyim sağlamasının yanı sıra 10 sene boyunca elde edemediği yetenekleri kazanmasına yol açtı. Bu ise, düşmanın kalbine korku salan en büyük etkenlerden biri oldu.
- Düşman bugün Hizbullah'ın Suriye, Irak ve Yemen'de temel oyuncu olarak savaş sahnelerine girmesinin ardından Direnişin bölgesel rolünün arttığına değiniyor.
Şimdi ne yapıyoruz?
Bu, İsrail'deki tüm siyasi, güvenlik ve askeri liderliklerin masaya yatırdığı hayati öneme sahip bir soru haline geldi. Sorunun cevabı ise, düşman yönetiminin tek başına alamayacağı bir takım kararlara ihtiyaç duyuyor. Bu karar, oldukça sınırlı seçeneklerle sıkışmış olan bir takım operasyonel girişimler gerektiriyor. Tabloya baktığımızda, şunu söylemek mümkün görünüyor, İsrail iki seçenek arasında kalmış bir vaziyette ne yapacağını düşünüyor. Bu seçeneklerin ilkini söylemeye gerek bile yok. İkincisi ise, askeri olarak tehlikeli bir riske girmesi olarak okunuyor. Ancak bu macera, kaçınılmaz olarak üçüncü savaşa yol açacaktır. Savaşa hazır olduğunu iddia eden düşman, kapsamlı bir savaşa doğru hızla yol alırken, bir kez daha gerisin geriye kaçacak mı?
Temmuz 2006 Savaşında, Direniş 33 gün boyunca düşmana yaklaşık 4300 adet füze gönderdi. Bugün, İsrailliler Hizbullah'ın günlük olarak 1500 adet füze gönderebileceğinden bahsediyor. Elbette bu rakam sadece düşmanın tahminidir. Ve İsrail'in öngörüleri kati bir şekilde hatalıdır!
Çev: Merve Soydaş
www.medyasafak.net