Hizbullah Liderlerinden Şehid Seyyid Abbas Musavi'yi Rahmetle Anıyoruz

Hizbullah’ın Nasrullah’tan önceki kurucu lideri Abbas Musevi, 16 Şubat 1992’de, Şehid Ragıb Harb’ı anma programından dönerken Güney Lübnan’ın Cibşit bölgesinde Siyonist hava kuvvetlerinin aracına saldırısı sonucu hanımı ve bir çocuğuyla beraber şehid edilmişti. 

Görüntülenme: 2291 Tarih: 16 Şubat 2017 12:56
Hizbullah Liderlerinden Şehid Seyyid Abbas Musavi'yi Rahmetle Anıyoruz

“Gidin İsraillilere Söyleyin. Biz Muhammed Ordusuyuz! Geri Döndük ve Kudüs Yolunda İlerliyoruz!”

Abbas Musavi Kimdir?

Lübnan’daki Hizbullah’ın genel sekreteriydi. Özellikle Güney Lübnan’daki siyonist işgale karşı yürütülen cihadda önemli yeri vardı. Bu hareketin liderlerinden olan Abbas Musevi Allah’ın takdiridir ki bir şehidin şehadet yıldönümü törenlerinden dönerken hanımı ve bir çocuğuyla beraber İsrail ajanları tarafından 17 Şubat 1994’te şehit edildi.

Adı Türkçe kaynaklarda genellikle “Musavi” olarak yazılmaktadır. Bunun sebebi Türkçe’de yahudilerin “musevi” olarak adlandırılmalarıdır. Dolayısıyla onlarla bir ad benzerliğinin olmaması için “Musavi” kelimesinin kullanılması tercih edilmektedir. Oysa yanlış olan yahudilerin “musevi” olarak adlandırılmalarıdır. Bu kelime “Musa çizgisinde” veya “Musa soyundan” gibi anlamlara gelir.

Şehit Abbas Musevi siyonist işgalcilere karşı verilen mücadelede bir kilometre taşı olduğundan “musevi” kelimesinin Türkçe’deki yanlış anlamından son derece uzaktı. Ama kelimenin doğru ve gerçek anlamına çok yakın biriydi. Çünkü o, Hz. Musa (a.s.) da dâhil bütün peygamberlerin ortak çizgisi olan tevhid çizgisinde mücadele eden bir mücahiddi.
Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah’ın, İslami direnişin seyyid’uşşuhedası Şehid Seyyid Abbas Musevi’nin teşyii münasebetiyle, doğum yeri Nebi Şit’teki konuşması:

“O, Kerbela için doğmuştu, gönlünde Hüseyin’in adı ve anısı vardı ve damarlarındaki kan hışım ve inkılapla kaynıyorken gözlerinde toplanan yetimlerin ve kimsesizlerin gözyaşları idi. Mehdi’nin cesur adamlarıyla birlikte gerçekleştireceği zafere dikmişti gözünü.

Soyu Muhammed (s)’e ulaşan ve yüksek makamlı, değerli babalar ve tahir anneler sülalesinden gelen, Resulullah (s)’ın torunu Ebu Yasir’di bu. O; zahit bir düşünür, ilmiyle amel eden bir alim ve mücahit bir kıyamcıydı. Yoksul bir evden çıkmıştı ve bu özelliği değişmemişti; geriye ne ev ne mülk bıraktı, borçlarının ödenmesi için bile yeterli gelmeyen, yılların kullanılmış ve aşınmış hale getirdiği bir miktar sade eşyadan başka mirası yoktu. İşinde asla yapmacıklık bulunmayan mütevazı bir insandı, kimsesizleri sever ve fakirlere yakınlaşırdı. Mücahit ve şehitlere aşk duyar, şevk beslerdi. Yetimlere gözleriyle hizmet eder ve yaralara şifa bahşederdi. Esaret altındaki aziz mücahitler hep aklındaydı; o, öncüydü ve her zaman en ön safta duran bir liderdi. Hiçbir şeyi sadece kendisi için istemezken, zamanın zorlukları karşısındaysa başkalarıyla yoldaşlık etmeye çekinmezdi.

O, Kerbela için doğdu ve oraya sefer etti, ceddi Hüseyin (as) gibi eşi ve çocuğuyla birlikte üstelik. Şehadet bir ümmetin azamet ve büyüklüğünü yaratan yüce bir kavramdır, bir milleti tek parça haline getirmek için yanan ve kül olan bir vücuttur; ümidi taşıyan ah ve üzüntüdür, tüm kinleri yıkayarak muhabbet ve dostluk meydana getiren bir gözyaşıdır. Burada azamet, birlik, ümit, muhabbet ve cihat bir araya gelerek kanın kılıç karşısındaki zaferini armağan olarak getirirler.

Büyük şehidimiz, 1982 yılında varlığını ilan eden ve en temel hedefi, yeryüzünün ve insanın özgürleştirilmesi ve saldırgan Siyonistlerle mücadele etmenin yanı sıra halkımız için barış ve huzurun sağlanması olan bir cihat hareketinin genel sekreteriydi. Elbette bu hareket, hiçbir zaman başkasının övgüsünü ve maddi yardımını talep etmemiştir ve en iyi gençlerinden oluşan yüzlercesini – ve hatta kendi rehberini- de bu yolda şehit olarak sunarak “istişhadi operasyonlar” dönemini açmış ve cihat ve fedakarlık ruhunu ihya etmiştir. Diğer temiz yaratılışlı silahşörlerle birlikte düşmana birçok insani ve maddi kayıbın eşlik ettiği tarihi yenilgiler tattırabilmiş ve onları hiçbir kayıt ve şart öne sürmeden Lübnan’da işgal ettiği topraklardan geri çekilmeye mecbur bırakmıştır. Bu geri çekilmenin nedeni uluslararası baskılar değildi kesinlikle. Bu zillet yüklü geri çekilme, Emin Cemil’in hükümetinin gölgesinde imzalanan ve ihanet dolu 17 Mayıs anlaşması dışında hiçbir getirisi olmayan barış müzakereleri ve diyaloglarının sonucunda da gerçekleşmiş de değildi

Bu hareket, hiçbir zaman seçtiği yolun doğruluğu ile ilgili olarak en küçük bir şüphe ve tereddüt duymamıştır ve tüm İslam ümmetinin yakın bir gelecekte, bu mantıklı ve kader belirleyici seçimin etrafında toplanacağına olan inancı tamdır.

Şüphesiz, şehit mücahit Seyyid Abbas Musevi’nin faziletli, savaşçı ve düşünür eşinin (Ümmü Yasir) ve masum çocuklarının İsrail tarafından suikaste uğratılması, Siyonist terör örgütlerinin kutsal Filistin topraklarına yürüdüğü ilk günden beri işledikleri seri cinayetler listesine eklenmiştir. Bu terör mangaları; çocukların öldürülüp göğüslerinin yarılmasının; kadınlara ve kızlara saldırılıp erkeklerin katliama uğratılmasının ve evlerin yakılıp toprakların kanuni sahiplerinin elinden zorla alınmasının öncüsü olmuşlardır hep.

Tüm bu suç ve cinayetler, dünyanın büyük kuvvetlerinin doğrudan gözetimi altında ve destekleri sayesinde gerçekleşiyordu. Elbette onlar bu cinayetleri, Lübnan halkının direnişine veya Filistin halkının intifadasına cevap mahiyetinde gerçekleştirmiyorlardı yalnızca, esas hedefledikleri şey bölgenin esas halkını topraklarından sürmek ve ekilebilir araziyi, suyu ve diğer doğal kaynakları önceden hazırladıkları bir plan doğrultusunda ele geçirmekti. Tüm bunlar aslında, Amerikalıların desteği ve yardımı, silahı ve BM Güvenlik Konseyindeki veto hakları kullanılarak gerçekleştirilen bir devlet terörüdür. Bu, aynı zamanda dünyanın en büyük terörist devletinin Amerika, onun ardından da kendi eliyle bölgeye yerleştirdiği İsrail olduğunu göstermektedir.

 

Acaba bizim şöyle bir soru yöneltme hakkımız da mı yok? Saldırgan ve işgalci askerleri  öldürmeyi “terörizm” olarak adlandıranların, kadın,çocuk ve sivillerin katledilmeleri karşısındaki suskunluklarının sebepleri nelerdir? Bu, ölçütlerin mustazaf halkların lehine değil de büyük güçlerin istekleri doğrultusunda belirlenmiş olduğu anlamına gelmemekte midir?

Şüphesiz, Siyonistlerin güçsüz oldukları dönemlerde bile asla vazgeçmeye yanaşmayacakları plan ve emelleri vardır, öyleyse nasıl oluyor da bazıları safça, kudretli oldukları bir dönemde bunlardan vazgeçmelerini mümkün görüyor? İsrail yalnızca Lübnan’ın güneyini değil tümünü ve bütün Arap ve İslam dünyasını tehdit etmektedir. Hırs ve tamahları sınır tanımamaktadır çünkü ve Talmud  kitabına dayandırdıkları planlarıysa vazgeçilmezdir. Onlar hem Müslümanlara, hem de Hıristiyanlara saldırmaktalar ve bizim inancımıza göre bazı Lübnan Hıristiyanları, liderlerinin İsrail’e gönül bağlama tecrübesinin kendilerine getirdiği vahim sonuçlardan ibret almalılar. İsrail uşaklarına ve satılmışlara gelince, onlara ihtiyacı kalmadığı an hepsini bir kenara fırlatıp atacaktır.

Lübnan milleti ve hükümeti, partileri, hareket ve şahsiyetleri; yani Seyyid ve ailesinin suikaste uğratılmaları suçunu tek bir yürek ve dille kınayanlar, İsrail’e yanaşmayı ve onun varlığının meşruluğunu kabul etmeyi de reddetmek ve  işbirlikçi hainlerin dışlanması yönünde adım atmakla görevlidirler. Direniş projesinin devlet ve halk tarafından desteklenmesi ve güçlendirilmesi; yeryüzünün özgürleştirilmesi ve izzetli ve sağlam temellere dayalı bir barışın gerçekleşmesiyle sonuçlanacaktır. Direniş, istikrar ve sebat için birçok fırsat hazırlayarak “iç birliğin” oluşturulması için de gerçek bir mihver olmaktadır. Zira, düşmanla işbirliği yaparak ona ümit bağlamış insanlar var olduğu sürece, her türden “iç birlik” darbeye açık ve geçici olmaya mahkumdur. İşte bu yüzden, Lübnan iç savaşının bitmesinin en önemli şartı; İsrail’e uşak olma utancından uzak durmak ve özgürlük projesini kabul ederek Arap ve İslam ülkelerine karşı Amerika’nın ve Batı ülkelerinin yardımını istememektir.

Bölgedeki savaş ve şiddetin gerçek sorumlusu, İsrail’in Arap ve İslam dünyasının kalbindeki saldırgan varlığından başka bir şey değildir kesinlikle ve en belirgin özelliği saldırı, haddini aşma ve kan dökmek olan bir rejim barış için hiçbir iş yapamaz. Bilakis kendisini yeni savaşlara hazırlamak için sloganlar ortaya atacak ve anlaşmaların sorumluluğundan kaçmasını sağlayacak fırsatların peşinden koşacaktır. Onlar hatta, Allah ve Resulü ile olan ahit ve sözlerini bile tutmamaları ile meşhur olmuş bir kavimdirler.

Eğer dünya, gerçekten de bölgede daimi bir barışı arzuluyorsa eğer bunun tek bir yolu var ve o da şudur: işgalci Yahudiler geldikleri ülkelere, Filistin halkı da kendi yurduna dönsünler. Uzlaşma, geri çekilme ve hayali bir barışı elde etmek için düşmana taviz vermek; azgın ve tamahkar düşmanı, saldırı ve işgal yolunu sürdürmesi için teşvik etmeye yarayacaktır sadece.

Lübnan bugün İsrail ile savaşanları destekleyen bir ülke değildir yalnızca; düşman karşısında verilen büyük bir savaşı bizzat tecrübe ederek en büyük kahramanlık destanlarına da imza atmaktadır. Elbette hepimiz biliyoruz ki Lübnan’da, “belki bir gün Arap dünyası hareket eder ve bir şey yapar” düşüncesiyle oturup beklemeye davet eden bir mantık mevcuttur. Bizim mantığımızsa bize diyor ki Lübnan’da direniş ve cihadı sürdürelim ve her zaman için direnişin destekçisi olmuş Suriye’nin yanında yer alalım. Biz, işgal altındaki Filistin’deki milletimizin intifadasının yanında yer aldık sürekli olarak; Filistin’in Müslüman halkı, bölge halklarına, tüm Arap ve İslam dünyasına açık bir örneklik sunarak İsrail karşısında durulabileceğini ve zaferin  kazanılmasının mümkün olduğunu ispatlamaktalar. Tüm bunlar bu halkların kıyam ederek ümit ve mücadele ruhunu canlı tutabilmelerine imkan bahşedecektir. Bu sayede direniş, tüm İslam ümmetinin asli kültürü ve büyük projesi olacak ve o gün geldiğinde de bu ümmetin İsrail’den ve onun dünyadaki tüm destekçilerinden daha güçlü olduğu anlaşılacaktır.

 

Düşmanın vahşice cinayetleri ve ondan sonraki olaylar, Allah-u Teala’nın Kuran-ı Kerim’de buyurduğu sözünün yeni bir doğrulayıcısıdır: “Onlar tuzak kurdular ve Allah da tuzak kurdu ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” Direnişi ortadan kaldırmak istiyorlardı ama tam tersi gerçekleşti; bu hareket büyüyerek halkın bireylerinin içine ve vicdanına nüfuz etti. Onlar bizim için zayıflık ve aşağılık dilediler,  Allah ise bizim için kuvvet ve kudret irade etti. Seyyidimizi eşi ve çocuğu ile birlikte katlederek bir aileyi toptan ortadan kaldırdılar, bunun karşılığındaysa bütün bir ümmet ayaklandı. Ondan kurtulmak amacıyla suikast düzenlediler ama şehadetiyle belki de hayatından da büyük bir azamet kazandı.

Şüphesiz, Seyyid ve ailesinin şehadeti kıyam ve hareket doğurmak için öyle büyük bir kudrete sahip ki, direnişin imza attığı cihat operasyonlarının toplamı bile onunla eşit olamaz ve biz onun şehadetinde, düşmanın bizi uğratmak istediği ve beklentisinde olduğu o yenilginin dehşetinden defalarca kat daha yüksek ve daha büyük zaferlere tanık olduk.

Bizler, düşman liderleri ve komutanlarına, bizi yok etmekle tehdit eden ve bunun hesabını yapanlara diyoruz ki: “Biz böylesi hesaplaşmalar için hazırız ve inşallah savaşı kazanacağız. Siz ümmetimiz içersindeki bir takım zelil adamlara bakmayın, aksine düşman için bazı özel hesapları olan ve zaferi kendilerine ait kılacak olan şehitlere ve kahramanlara bakın.”

Biz İran’a, İslam inkılabına, Suriye’nin direnen halkına ve Lübnanlı ve Filistinli İslami ve ulusal kuvvetlere diyoruz ki: “Hizbullah sizin yanınızdadır, aynı siperde kalacak, cihat ve istikamete dayalı aynı konumunu muhafaza edecektir ve asla uzlaşma ve yumuşaklık göstermeyerek hiçbir zaman geri adım atmayacaktır.” Çünkü bizim bu yolumuz kanımıza işlemiş ve ruhumuzun derinliklerine kök salmıştır. Bu savaşı birlikte sonuna ulaştıracağız ve hiç şüphesiz aramızdan bazılarını da şehid vereceğiz; bu savaş ve cihadın doğasıdır ama her halukarda galip gelecek olanlar bizler olacağız.

Biz sizinle ahitleşiyoruz ve söz veriyoruz ki bu misyona, bu ümmete ve güney Lübnan ile Aziz Kudüs’e; Şehit Seyyid Abbas Musevi ve onun vefalı eşi ve küçük Hüseyin’e vefakar kalacağız.

Seyyid’in kendi pak kanıyla meydana getirdiği bu görkemli ve yüce yolda hareket edeceğimizin sözünü veriyoruz size!

Ve son olarak ben, Hizbullah’ın komutanı ve önderi olarak ve şehidin ailesi ve İslami direniş hareketinin şerefli evlatları adına, bu şehadet düğününe  katılan herkese teşekkür ediyorum.

Biz hep birlikte ve birbirimizin yanında kalacağız, eğer şehitlerin düğün törenlerinde birbirimizi görmesek de her halukarda direniş siperlerinde omuz omuza vereceğiz. Her biriniz için zafer arzulamaktayız –inşallah- ve Allah’tan size izzet ve büyüklük inayet etmesini diliyoruz.”

İslamivahdet

Yorumlar