El Meyadin
İsrail'in doymak bilmez hırslarını tatmin etmek amacıyla harekete geçmek için herhangi bir motivasyona ihtiyacı yoktur. 70 yıl önce soykırım mantığı üzerine kurulmuş olan siyonist devlet, Arapların kanını içmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Bugün sıcak kan kokusuna olan açlığını doyurmak için Donald Trump'ı da beklemeye ihtiyacı yok. Her ne kadar Telaviv, çevresindeki ülkelerin içinde bulunduğu trajik tablo ve Arap Baharı'nın bölgedeki kaosu beslemesi nedeniyle gayet mutlu da olsa uçaklarının lavlarını, bitmek bilmez hırslarının ilgi alanına giren Şam ve Beyrut dahil bütün Arap başkentlerine dökme fırsatını kollamaktadır.
İsrail, şu geçtiğimiz 6 sene boyunca Suriye ve Hizbullah'ı kendisiyle çatışmaya sürüklemeye çalıştı. Halbuki onlar, kendi yurtlarını istila eden terörün hortlattığı kaosla mücadele etmekle meşguldüler. Bu, aslında bütün vatandaşlarının aynı zamanda birer asker olması ve sınırları sabit olmayan bir ülke mantığı üzerine kurulu bir devlet açısından çok da hayret verici bir husus değildi. Asıl hayret verici olan, kendilerini Araplık noktasında Adnan ve Kahtan kabilelerinden çok daha ileride gören ülkelerin siyonistlere sağladığı siyasi ve medya desteği idi.
İsraillilerin Suriye ve Lübnan'da hedeflere yönelik her bombardımanıyla birlikte TV kanalları ve internet sitelerinde oluşturulan korolar aynı nakaratı terennüm ediyorlardı: Suriye ve direniş uygun vakitte yanıt verme hakkını koruyacak.
Ancak kışkırtma, doğrudan bombardıman ya da medyda verilen gazlar, ne direnişi ne de Suriye yönetimini bu tuzağa düşüremezdi.. Tersine direnişin hesabı, çatışmanın geleceği üzerine kuruluydu, İsrail'in çıkarlarının vurulması için uygun anın ve en uygun noktanın seçilmesi gerekiyordu. İsrail'e karşı direniş siyaseti, kişisel ya da toplumsal bazı hamasetleri tatmin için yapılmaz... Bilakis planlama, hedeflerin belirlenmesi, uygun araçların seçilmesi ve İsrail'in en hassas noktalarının belirlenmesi gerekir, siyaset bunun üzerine kurulur. Özetle Telaviv, devam eden çatışmanın bağlamından kendisinin ateş hattında olduğunu anlamaya başladı.
İsrail'in çevresindekilere karşı biriktirdiği nefret oranına bakılacak olursa, özellikle de çok hassas bölgesel bir konjonktürden geçtiğimiz şu günlerde savaş ihtimalini tamamen uzak görmek konusunda kesin bir kanaate varılamaz. Hatta bugün bölgede var olan korku dengesi ve her iki tarafın yapmış olduğu hesaplar ve bölgede mevcut riskler, zorunlu olarak çılgın bir savaşın önüne geçileceği anlamına gelmez.
Trump saldırganlığı, savaş için uygun bir zemin sağlıyor
70 küsür yıldır Filistin toprakları üzerinde kan içici bir devletin doğuşuna ve yaptıklarına şahit olduk. Bu andan beri Batı'yla özellikle de ABD ile siyonistler arasındaki ilişkilerde bir an olsun bir sıkıntı yaşanmadı. Ancak Barack Obama'nın yönetimi boyunca, ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler farklı bir döneme girmiş oldu. Hakim olan siyasi anlayışın ve liderliğin kalitesiyle ilgili olarak İsrail'in İçerisinde bulunduğu sorunlar ve gerek ABD'deki lobilerin baskılarından gerekse İsrail'in provokasyonlarından kurtulmak için yaptığı hamle nedeniyle Obama'nın Netanyahu ile arası bozulmuştu. Ardından Netanyahu'nun, Trump'ın zaferine belki de Trump'ın karısı Milana'dan daha fazla sevindiğine tanık olduk.
Bibi, şu anda arkadaşı Donald'ın yeni döneminde Amerika'nın bölge politikalarının netleşmesini bekliyor. Trump politikalarıyla ilgili olarak ilk işareti, İran'a karşı düşmanca söylemiyle ve İran'la yapılan 5+1 anlaşmasının tarihte yazılmış en kötü anlaşma olduğunu söylemesiyle vermiş oldu. Bu bakış açısı aslında, sürekli olarak Donald Trump'ın kulağına birşeyler fısıldayan Beyaz Saray'ın yeni danışmanı Steve Bannon'un kafasındakilerin bir tercümesinden başka bir şey değil.
Yerleşim birimlerinin devam etmesi, yeni birimlerin inşa edilmesi için ABD'nin yeşil ışık yakması, Filistinlilere alternatif bir vatan arayışına girilmesi yönünde yapılan açıklamalar, Yemen'de kara operasyonu, Suriye'de mültecilerin gelmesini önlemek için inşa edilecek güvenlikli bölgeler, Suriye'de Amerikan askeri üssünün inşaatı karşılığında Rusya'ya yönelik yaptırımların kaldırılacağına dair Beyaz Saray'da dönen söyentiler. Trump'ın Ortadoğu'daki dış politikasına yönelik çok çelişki ve belirsizlik söz konusu.. Yeni Başkan, oldukça geveze. Çok konuşması bunların uygulanabilirliği konusunda ciddi sorgulamaları beraberinde getiriyor. Her ne kadar İsrail medyası, yakın dostun zaferini kutlamaktan yorulmasa da sloganların siyasete dönüştürülmesi önünde oldukça ciddi engeller mevcut.
Ancak Trump'ın tutumlarını incelediğimizde bazı noktalarda farklı anlamlar ortaya çıkıyor. Suriye'de gerek Amerikalıların gerekse Rusların ifade ettiği, mültecilerin Batılı ülkelere akışının engellenmesi için güvenlikli bölgeyi işaret etmek aslında, DAİŞ'in imha edilmesi yönündeki Amerikan başkanının öncelikleri ile uyum arzediyor. Ancak buna karşılık Trump, Ortadoğu'da Amerika'nın umut bağladığı bir ülke olarak İsrail'e destek verme niyetini ifade etmekten geri durmuyor.
DAİŞ'le mücadele noktasında yeni Amerikan yönetimi, üç farklı alternatifle karşı karşıya bulunuyor: 1. Örgütle fiili olarak bölgedeki asker sayısıyla mütenasip kara gücü göndererek çatışmak. Bu seçeneğin uzak bir ihtimal olduğu söyleniyor, zira bu durum, Trump'ın seçim kampanyası sırasında ülkesini uluslararası çatışma alanlarının içine sürüklemeyeceği yönünde dile getirdiği yaklaşımlarıyla uyum arz etmiyor. 2. Selefi Obama'nın yaptığı gibi yerel müttefiklerin kullanılması, harekete geçirilmesi ve silahlandırılması. Bu noktada da Trump'ın önünde birçok sorun mevcut ve bu soruların çözümlenmesi gerekiyor. Örneğin Türkiye'nin Kürtlerle olan anlaşmazlığı, S. Arabistan, Körfez ülkelerinin Yemen'de girmiş olduğu savaş vs. Bunları halletmesi ve tarafları bir araya getirip DAİŞ ortak hedefine yönlendirmesi gerekiyor. 3. Son seçenek ise Rusya ile birlikte hareket etmek. Bu da Moskova'nın Trump döneminde yapmaya çalıştığı şey. Mümkünse Rusya'ya koyulmuş olan yaptırımların kaldırılması için bu işbirliğinin de kullanılması.
Trump'ın Dış siyasetine yönelik tahminler bir iki günde netleşmeyecek, peki Suriye bu politikaların neresinde yer alıyor?
İsrail ve Suriye intikamının zamanı
İsrail, Suriye'nin 1973'teki Ekim savaşından beri sınırlarına tuzak kurması noktasındaki sürgit rolünü affetmeyecek. Şam'ın kendisiyle çatışmada, İsrail'e, uluslararası kamuoyuna Suriye'nin saldırgan ve savaş isteyen bir ülke olduğu yönünde argümanlar sunmasını ve bu yolla Batılı ülkeleri savaşa teşvik etmesinin önüne geçecek şekilde habis bir siyaset yürüttüğünü düşünüyor. Suriye'nin yıllar önce yaptığı ateşkese sadık kalırken bir taraftan da direniş hareketlerini finanse etme, yardım yollarını açma ve silahlandırmayı tercih ettiğini böylece İsrail sınırını kendisinin eğittiği savaşçılar ve kendi ürettiği füzelerle ateş çukuruna dönüştürdüğünü, İsrail devletini hiç de gıpta edilmeyen bir noktaya getirdiğini, kuruluşundan beri hiç karşılaşmadığı tehditlerle karşılaştığını, bugün karşı karşıya kaldığı tehlikelerin kaynağının Suriye'nin başına açtığı işler olduğunu savunuyor. İsrail'in düşüncesi bu yönde.
İsrail'in Suriye'ye yönelik bu nefreti, alternatifinin ne olduğu üzerine pek de düşünmeden Suriye yönetiminin bir an evvel yıkılmasını istemesine neden oluyor. Halk Sarayında Beşşar Esad'ın yerine şeytanın oturmasını tercih ediyor. İsrail'in tutumunu tarafsız bir şekilde inceleyenler bu konuda şüphe duymuyorlar. İsrail'in bir görev olarak addeddiği çatışma, suikastlar ve Suriye'ye karşı giriştiği casusluk operasyonları ne nükleer mühendislik bölümündeki subayların, Suriyeli bilim adamları ve düşünürlerin hedef alınmasıyla başladı ne de şu anki krizde silahlı “devrimci” grupların desteklenmesiyle bitecek.
İsrailli yetkililerin, 2011 yılının ilk birkaç haftasında Esad yönetiminin gideceği yönündeki açıklamaları ve temennileri gerçekleşmedi. Suriye ordusunun, kaybettiği bölgeleri teker teker geri almasıyla birlikte Telaviv, Suriye ordusuna bağlı bazı mevzilerin bombalanması, Hizbullah'a bağlı olduğu iddia edilen kafilelerin hedef alınması, Suriye ordusunun hâkim olduğu bölgelere saldırılar düzenleyen bazı silahlı grupların özellikle de Nusra Cephesi'nin desteklenmesiyle başlayan sınırlı müdahalesine kadar, süreci dikkatle takip ediyordu.
İsrail'in Suriye rejiminin çöküşüne duyduğu iştiyak -ki bazıları bunu geçtiğimiz dört sene içerisinde sınır cephesinin sakin olmasının nedeni olarak görmekte- Suriye rejiminin yok oluşu ve çözülüşünün sonuçlarının ne anlama geldiğini bütünüyle göz ardı ettiği anlamına gelmiyor. Rejimin çöküşü, bir yandan onun sahip olduğu stratejik silah cephaneliğinin akibeti diğer yandan İsrail'in kuzeyinde kaosun yayılması noktasında ciddi soruları beraberinde getiriyor. Bütün bunlara rağmen İsrail, getiri-götürü hesapları içerisinde rejimin yıkılmasının kalmasından kendileri için daha iyi olduğunu düşünüyor.
Bazıları, bu saldırıların, Şam kırsalında ve diğer kırsal bölgelerde ülkenin kuzeybatısındaki Vadi Barada bölgesinde çöküşün eşiğine gelmiş olan bazı silahlı grupların morallerinin yükseltilmesi, özellikle de Kunaytra ve işgal altındaki Golan'a bitişik bazı bölgelerde barış sürecinin sekteye uğratılması -ki bu Suriye yönetiminin buraları geri alması durumunda İsrail'e ciddi bir tehdit unsuru olacaktır-, güvenlik siyasetinin korunması için proaktif önlemlerin alınması ve uygulanmasına ilişkin meşru bir hak olduğunu ileri sürüyor.
Suriye'nin siyonist yapıya karşılık vermesi ve itibarını yeniden elde etmesi yönünde çağrılar yapan sesler duyuldu. Uzun bir zaman sonra Suriye ordusu İsrail sınırı yakınlarında İsrail'in yaptığı hava saldırılarına karadan havaya attığı füzelerle karşılık verdi. Ancak bu hamle, İsrail'in güçlü bir şekilde vurulduğunu görmek isteyen Suriye halkının duygularını tatmin edemedi. Yine de bu ihtimali bütünüyle göz ardı etmek mümkün değil. Çünkü Suriye, kendisine karşı farklı yüzleri olan bir savaşa giren İsrail'in sınırını tuzaklamayı sürdürüyor.
İsrail, Hizbullah ve 3. Savaş
Bölgenin İsrail'le Hizbullah arasında 2006 yılında gerçekleşen son savaştan bu yana tanık olduğu stratejik gelişmelere ve on yıldan fazla bir zamandır geniş çaplı bir çatışmanın gerçekleşmemiş olmasına rağmen, taraflar arasında düşmanlık baki ve bu durum değişmiş değil. Lübnan Cepnesindeki nisbi istikrar, Haaertz'e göre taraflar arasındaki caydırma dengesinin dayattığı bir şey. İsrail'in askeri üstünlüğüne rağmen caydırma tek taraflı değil. Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın, caydırıcılığı kullanmaya her an hazır olduğu yönündeki konuşması açıktı.
Hizbullah'ın Suriye ordusuyla birlikte savaşa dahil olması, İsrail'e, bu savaşta büyük çaplı bir güç kullanmak zorunda kalan ve gücünü bu uğurda harcayan, İsrail'in on yıllardır peşinde olduğu halde bir türlü yakalayamadığı birçok önemli liderlerini bu savaşta kaybeden düşmanının tükenmesi umudunu verdi.
İsrail bununla da yetinmedi, elini gizli bir şekilde defalarca Hizbullah'ın diğer komutanlarını öldürmeye teşebbüs için uzattı. Semir el Kuntar, Cihad Muğniye vd. bu isimlerden sadece bir kaçıydı. Siyonistlerin yürüttüğü metot, bütün düşmanlarının moralini kırma mantığı üzerine dayanmaktadır. Hizbullah, Suriye'de başka türlü tehlikelerle karşılaştı. Zira, kendi evinde bir desteğe sahip olmadan yabancı bir toprakta ve geniş bir alanda savaşıyordu. Lübnan'daki direniş hareketlerinin yaptığı gibi yaklaşık 30 yıl içerisinde İsrail'i yormayı ve sonunda da mağlup etmeyi başardı, şimdiki soru ise Hizbullah'ın Suriye savaşında tükenip tükenmeyeceği.
Bu konuda birbiriyle çelişen tahminler var. Gözlemciler içerisinde Hizbullah'ın oldukça zor koşullardan geçtiği ve yeni bir savaşa girme imkanının olmadığını söyleyenler olduğu gibi kimi de onun Suriye'deki iç savaşta elde ettiği savaş tecrübesinin kendisine İsrail'le mücadelede ek değerler kattığını ve önümüzdeki herhangi bir savaşta onu mağlup edebileceğini söylüyor. İsrail'in resmi kanadı ise savaşın tek taraflı olarak kendileri tarafından yeniden alevlendirilmesi kararını diledikleri zaman alabileceklerini, Hizbullah'ın ise en azından öngörülebilir bir dönem içerisinde, dilediği zaman savaş başlatacak güçte olmadığını kaydediyor.
İsrail'in farklı korunma biçimlerine rağmen güvenlik politikalarının uygulanmasını sürdürmedeki cüreti, Hizbullah'ı bir savaşa zorlamanın onun askeri gücünü zayıflatacağı yönündeki inancı, farklı bir ihtimali gündeme getirebilir. İsrail'in nizami olmayan herhangi bir yeni taktiği, Suriye'de her türlü savaşa ve hatta intihar sınırında denilebilecek kadar sert savaşlara giren Hizbullah'a karşı para etmeyebilir. Ayrıca Hizbullah'ın, uçaksavar ve eskisinden çok daha güçlü ve uzun menzilli füzeleri de kapsadığı tahmin edilen silah envanterini geliştirdiğini de bu faktörlere eklemek lazım.
İsrail'in her an yeni bir savaşa hazırlıklı olması, bu savaşı fiilen başlatacağı anlamına gelmez. Sadece hazırlık aşamasında kalır. İsrail, Hizbullah'la yeni bir cephe açmanın Golan Cephesi'nin de yenilen açılması anlamına geleceğini biliyor, kimbilir belki de Filistin içlerinde yeni bir cephe de açılır. Arap ve İsrail çevrelerinde İsrail'le direniş ekseni güçleri arasında yakın bir zamanda büyük bir çatışma ya da savaşın olmasını beklenmiyor. Ancak bu çevreler aynı zamanda gelecekte meydana gelecek bir savaşın maddi ve beşeri yıkım açısından olsun meydana geleceği alanın büyüklüğü açısından olsun eşi benzeri görülmemiş tahribatta bir savaş olacağını dikkate alıyor.
Ancak gelecek dönemde Suriye savaşının sona ermesi ve ortaya çıkarması beklenen sonuçlar, büyük güçlerin bölgedeki nüfuzun şekli ve dağılımı üzerindeki pazarlıkları İsrail'i Hizbullah'ı mevcut dengelerden çıkarma yönünde bir hamle yapmaya itebilir. Özellikle de yeni Amerikan yönetiminin İsrail'in güvenliğinin sağlanması noktasında eskisinden çok daha fazla iştiyak duyduğu göz önüne alındığında.
Askeri denge ve savaş ihtimalleri
ABD'nin İran'a resmi uyarıda bulunması, dört sene önce meydana gelmiş bir tablonun zihinlerde yeniden hatırlanmasına yol açtı. O dönem Obama, Suriye'deki kırmızı çizgilerinden bahsetmiş ancak buna karşı herhangi bir şey yapamamıştı. İran'ın kırmızı çizgiyi geçme yönündeki her adımı, medya ve ulusal güvenlik kurumlarının baskısına maruz kalacak olan Trump'ı kamuoyu önünde test etmek olarak algılanacak. Ortadoğu, her geçen gün daha da kompleks bir hal alıyor. Bugün gördüklerimizin soğuk savaş olduğunu ancak 20. yüzyılda görmüş olduğumuzdan farklı olduğunu söyleyebiliriz. Tehditlerin sözcüklerden çıkıp uygulamaya dönüşmesinin ihtimali nedir?
Bölgedeki askeri denge şu noktalara işaret ediyor:
İsrail, devasa bir askeri envantere ve cephaneye sahip. Gerek beka gerekliliği gerekse ulusal güvenliğiyle ilgili her konuda ABD'nin desteğini elde etmiş durumda. Bütün bunlar, Ortadoğu'da patlak verecek herhangi bir çatışmada doğrudan ABD'nin desteğini elde edeceğini tahmin eden mantığı güçlendiriyor. Buna karşın Rusya, müttefiki Suriye'yi ulusal güvenliği, toprak bütünlüğü ve varlığıyla ilgili her konuda benzer şekilde himaye ediyor.
Bu ikisinin arasında İran, yüksek bir füze ve savaş gücü sayesinde Rusya ile bir çok stratejik konuda anlaşma içerisinde kolunu Lübnan, Irak ve Suriye'ye uzatıyor. Askeri gücünün yanında ABD ile AB arasındaki anlaşmazlıklara, özellikle de Nükleer Anlaşma konusundaki ihtilaflara bel bağlıyor. Öte yandan düşmanlarının kendisine büyük çaplı bir savaş açamayacaklarına iddiaya giriyor, özellikle de Körfez ülkeleri gelecekte patlak verecek herhangi bir savaşta İran'ı dize getirebilecek gibi görünmüyorlar. Öte yandan ise bu durum Trump'ı, önlerinde defalarca içe yöneleceği ve geniş kapsamlı bir çatışmaya girmeyeceği yönünde söz verdiği seçmenleri karşısında zor duruma düşürecektir.
Bu tabloda bir tek Hizbullah eksik. O, büyük ölçüde kendi kuvvetine ve İran'ın kendisine sağladığı güce dayanıyor. Ancak belki de bu, aynı zamanda Suriye savaşı sona erdikten sonra onu, bölgenin yeniden şekilleneceği ve sınırların belki de yeniden çizileceği bir zaman diliminde büyük tehlikelerle karşı karşıya getirecektir. Belki de tam bu noktada, Telaviv'in çılgınlığından çekinilmesi gerekiyor. Bu çılgınlığın Hizbullah için illaki kötü olması gerekmese de İsrail bir kumar oynadığında, bu savaştan sağ salim çıkacağının garantisi bulunmayabilir. Hizbullah komutanlığı, defalarca ona bu savaştan sağ çıkamayacağını ifade etti. Hizbullah Genel Sekreteri'nin bu konuyla ilgili son uyarısı, bir kaç gün önce elinin amonyak tesislerine ve “Dimona” santrallerine kadar uzanacağını ifade ettiği konuşmasıydı.
Çev. Hüseyin Şahin
www.medyasafak.net