BDS Hareketi: Türkiye'nin İsrail'le Doğalgaz Projelerinde İşbirliğine Gitmesi Filistin'e Yönelik Çok Boyutlu Bir Saldırıya Ortak Olmaktır

Bu koşullarda Türkiye’nin İsrail’le doğalgaz projelerinde işbirliğine gitmesi Filistin halkına yönelik çok boyutlu bir saldırıya ortak olmak demektir. 

Görüntülenme: 2245 Tarih: 28 Mart 2017 19:41
BDS Hareketi: Türkiye'nin İsrail'le Doğalgaz Projelerinde İşbirliğine Gitmesi Filistin'e Yönelik Çok Boyutlu Bir Saldırıya Ortak Olmaktır

BDS Hareketi, Türkiye’nin İsrail’le enerji alanında başlattığı işbirliğine tepki gösteren bir bildiri yayımladı.

BDS Hareketi dün düzenlediği basın toplantısında yayımladığı bildiride şu ifadelere yer verdi:  

“Filistin halkını abluka altında enerjisiz bırakan İsrail, Filistin halkına ait olan doğalgaz yataklarına el koyup, çıkardığı gazı da Türkiye ile işbirliği içinde Avrupa'ya satmayı planlıyor.

“İsrail'le normalleşiyoruz” diyerek Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılması şartından vazgeçip ekonomik ilişkileri daha da ilerletme kararı alan AKP hükümeti de İşgalci İsrail'in el koyacağı Filistin gazının satışı konusunda işbirliği yapmak istiyor.

Başta Filistin olmak üzere Ortadoğu halklarına daha fazla askeri saldırganlık, işgal ve savaş vadeden İsrail'in cephaneliğini dolduracak bu anlaşmaya ortak olmayalım. Türkiye'nin İsrail'in hırsızlığına ortak edileceği bu onursuz anlaşmaya / işbirliğine dur diyelim.

Türkiye’yi Filistin’i yağmalayan İsrail’e ortak etmek istiyorlar

Türkiye ve İsrail arasında yaşanan “normalleşmenin” sonuçlarından birisi de, Türkiye’nin işgalci İsrail devletinden doğalgaz satın alma girişimlerinin gündeme gelmesi olmuştur. Ancak mesele bununla sınırlı değildir.

Türkiye’nin, aynı zamanda bu doğalgazı Avrupa’ya pazarlayacak bir aracı olması, deyim yerindeyse Siyonist rejimin suç ortağı olması öngörülmektedir.

İsrail tarafından gasp edilen gazın Avrupa’ya transferinin üç muhtemel rotası olabilir. Bunların ilki, Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a uzanan bir boru hattıdır. Bu rota, önemli bir “müşteri” olan Türkiye’yi by-pass edeceğinden ve daha da önemlisi teknik nedenlerle çok maliyetli olacağından (yaklaşık 7 milyar dolar), İsrail tarafından tercih edilmemektedir.

İkinci rota, doğalgazın Mısır’a sevk edilmesi ve burada sıvılaştırılarak gemilerle Avrupa’ya satılmasıdır. Ancak, henüz Mısır’ın kendi doğalgaz yataklarını keşfetmesinden önce gündeme gelen bu rota, artık kullanılabilir görünmemektedir.

Artık Mısır’da kurulu durumdaki doğalgaz sıvılaştırma tesislerinin Mısır gazı için kullanılacağı söylenmektedir. Dahası, bu rota da Siyonist oluşum için kârlı bir satış olanağı sunmamaktadır.

Son alternatif ise, Türkiye’den geçecek bir doğalgaz boru hattıdır. Bu hattın, Kıbrıs - Yunanistan hattının maliyetinin neredeyse yarısı maliyetinde olduğu belirtilmektedir. (yaklaşık 4 milyar dolar)

Türkiye, İsrail’le enerji alanında işbirliğine istekli

Fakat, üçüncü rotayı, yani Türkiye üzerinden doğalgazın naklini olanaklı kılan en önemli unsur, Türkiye hükümetinin bu tür bir anlaşmaya istekli olmasıdır.

Basın organlarına yansıdığı kadarıyla, Türkiye, işgalci devletten yılda 10 milyar metreküp gaz satın almayı ve işgalci oluşumun çaldığı doğalgazı Avrupa’ya transfer etmeyi amaçlamaktadır.

Görüşmeler ne aşamada?

2016 yılının Ekim ayında 23. Dünya Enerji Zirvesi’nde Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ile İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz bir buçuk saat süren bir görüşme yaptılar.

Bu görüşme, 2016 yazında iki ülke arasında yapılan “normalleşme” anlaşmasının ardından, bakanlar düzeyinde yapılan ilk görüşmeydi. Bu görüşmeden sonra İsrail Enerji Bakanı bir açıklama yaparak, doğalgaz rezervlerini Türkiye üzerinden taşımalarının çok önemli olduğunu ve bunu görüşmek üzere iki hükümet arasında bir kanal açmaya karar verdiklerini belirtti.

2016 yılının Kasım ayı başlarında, işgal topraklarından Türkiye’ye uzanacak boru hattı için görüşmeler yapmak üzere kurulan bir “çalışma grubu”, ilk toplantısını İstanbul’da yaptı. Bu çalışma grubu, Türkiye’nin ve gayri meşru İsrail’in enerji bakanlıklarının bürokrat ve uzmanlarından oluşuyor ve çalışmalarını sürdürüyor.

Gaz rezervleri

İşgalci İsrail devleti, 2000’li yılların başlarında Doğu Akdeniz’de hak iddiasında bulunduğu deniz sahasında önemli doğalgaz rezervlerine ulaştı. Noa, Mari-B, Dalit, Tamar, Leviathan, Dolfin, Şimson, Tanin ve Kariş adını verdiği bu sahalardaki toplam doğalgaz potansiyelinin 800 milyar metreküp civarında olduğu tahmin ediliyor.

Bu miktar, İsrail ekonomisinin doğalgaz ihtiyacını kendi başına 50 yıl kadar bir süre için karşılayabilecek düzeyde. Ancak işgalci devlet, bu gazın önemli bir bölümünü iç tüketime ayırmayıp ihraç ederek, buradan elde edeceği gelirle iktisadi anlamda bir rahatlama yaşamak istiyor.

Özellikle 2008 krizi sonrasında tüm dünyada yaşanan iktisadi bunalım koşullarında, bu düzeyde bir doğal kaynak gelirinin İsrail gibi küçük bir ekonomi için ne kadar büyük bir önem taşıyacağı izah gerektirmeyecek derecede açıktır.

İsrail’in zenginleşmesi ne anlama gelir?

İsrail’in böyle bir kaynağa sahip olmasının doğrudan sonucu, 1948 yılında Britanya başta gelmek üzere emperyalist ülkelerin destekleriyle 750.000 Filistinlinin topraklarından sürülmesi ve katledilmesi sonucu kurulan bir işgalci oluşumun iktisadi olarak güçlenmesi olacaktır.

Bir yandan Filistin halkının topraklarını işgal eden, diğer yandan da etrafındaki diğer tüm ülkeler için bir istikrarsızlık kaynağı olan bu yapının güçlenmesi, sadece emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin işine yarayacak Türkiye’den Körfez’e, İran’dan Fas’a uzanan bir coğrafyada yaşayan milyonlarca insanın  aleyhine sonuçlar doğuracaktır.

Oysa, bu işgalci devletin hali hazırda sahip olduğu iktisadi potansiyeli, bölgedeki siyasi ve askeri gücünün gerisindedir.

İsrail’in elde edeceği bu zenginlik, bulunduğu coğrafyada daha büyük istikrarsızlıklara neden olacaktır. Bunun nedeni, gayri meşru İsrail Devleti’nin sınırlarının halen belirsiz olması ve şu anki egemenlik alanının çok ötesinde bir alanda egemenlik iddiasını taşımayı sürdürmesidir.

1948 yılından bu yana İsrail, hem Filistin hem Suriye hem de Lübnan topraklarını işgal etmeyi sürdürmektedir. Son dönemde özellikle Suriye topraklarına yönelik hava saldırıları, bölgede yeni maceralar peşinde koşmaya hevesli olduğunun da bir kanıtıdır.

İşgalci oluşumun zenginleşmesinden en büyük zararı görecek olanlar ise Filistinlilerdir. 1948 yılından bu yana topraklarına geri dönüş umudu içinde yaşayan Filistin halkının önemli bir bölümü halen çevre ülkelerdeki mülteci kamplarında mukimdir.

Diğer bir bölümü, Gazze’de, işgal devletinin acımasız ablukası altında ve Batı Şeria’da kontrol noktaları ve duvarlarla çevrili bir açık hava hapishanesinde yaşamını sürdürmektedir. Doğalgaz ihracı yoluyla Siyonist rejime akacak milyarlarca dolar, en temel haklara dahi sahip olmayan bu halk için daha fazla apartheid duvarı, daha fazla kontrol noktası, daha fazla zulüm anlamına gelecek, kendisine utanmadan “İsrail Savunma Gücü” adını veren işgalci ordu, doğalgaz gelirlerini kullanarak daha fazla silah alacak / üretecektir.

İşgal, abluka ve doğalgaz

Doğal kaynakların, bulundukları topraklarda işgalci konumunda bulunan devletler tarafından kullanılması, açık bir hırsızlıktır. Gayri meşru İsrail devleti, 1948 yılından bu yana Filistin halkına ait topraklarda işgalci konumundadır.

Bu anlamda, Filistin halkına ait olması gereken doğalgaz kaynaklarının işgalci oluşum tarafından ele geçirilmesi de bir hırsızlık olarak görülmelidir. Ancak, durum sadece bununla da sınırlı değildir. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka, Gazze topraklarının devamı olarak sayılması gereken münhasır ekonomik bölge içerisinde yer alan doğalgaz kaynaklarına dahi, Filistinlilerin erişimini engellemektedir.

Oysa Gazze açıklarında yer alan doğalgaz yatakları (Gazze Marine), Doğu Akdeniz’de ilk keşfedilen alanlardan birisidir ve 1999 yılından itibaren Filistinlilerin bu kaynaklara erişimi Siyonist oluşum tarafından silah marifetiyle engellenmektedir. Yapılan araştırmalar, 1967 sınırları baz alınsa dahi, Filistin halkının kendi topraklarındaki doğal kaynakları kullanabilmesi durumunda yıllık 2,5 milyar dolarlık bir kaynağa sahip olacaklarını göstermektedir.

Oysa şimdi, çok sınırlı durumdaki gelirlerini, topraklarını işgal eden bir güce her yıl enerji satın almak için ödemekle mükellef durumdadırlar. Bu durum, Filistin “ekonomisinin” her yıl ciddi bir ticaret açığı ile karşılaşmasına yol açmaktadır.

Gayri meşru İsrail, Filistinlilerin sadece doğalgaz kaynaklarına erişimini sınırlamakla kalmamakta, bu bağımlılığın sürmesi için örneğin Gazze’deki enerji üretimi tesislerini imha etmiş bulunmaktadır.

Bu koşullarda Türkiye’nin İsrail’le doğalgaz projelerinde işbirliğine gitmesi Filistin halkına yönelik çok boyutlu bir saldırıya ortak olmak demektir. Böylesi bir ortaklık hem Filistin’in zenginliklerinin yağmalanmasına yardımcı olmak, hem Gazze ablukasını ağırlaştırmak, hem İsrail işgal ve katliam aygıtını güçlendirmek, hem de ekonomik ilişkiler dahil olmak üzere uluslararası alanda ciddi bir meşruiyet sorgulamasıyla karşı karşıya olan İsrail’e can simidi uzatmak demektir. Tüm bu nedenlerle enerji alanındaki Türkiye-İsrail işbirliği girişimleri teşhir ve boykot edilmelidir.”  

BDS Hareketi nedir?

Temmuz 2005’te, 170’i aşkın Filistinli siyasi parti, sendika, kitle ve taban örgütlenmesinden oluşan geniş bir koalisyon, “Dünyanın her tarafından vicdanı olan insanlara, İsrail’e yönelik olarak, Güney Afrika’ya karşı yürütülenlere benzer geniş boykotlar ve tecrit inisiyatifleri uygulama” çağrısında bulundu.

Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (İngilizcesi: Boycott, Divestment and Sanctions, kısaltması: BDS) kampanyası olarak ortaya çıkan bu inisiyatif, tüm kıtalara yayılıp dünyanın pek çok ülkesinde örgütlenmeye başlayınca BDS Hareketi adını aldı.

BDS hareketinin Türkiye ayağını oluşturan BDS Türkiye (eski adıyla Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi) 2009 yılında bu çağrının Türkiye’de yankı bulması sonucunda ve BDS Hareketi’nin Türkiye’de de örgütlenmesi amacıyla otuzu aşkın kitle örgütü, siyasal inisiyatif, sendika ve kurumun ortak çağrısıyla kuruluşunu ilan etti.

İSLAMİANALİZ

Yorumlar