Suriye ve Irak’ın Balkanlaştırılması: Ortadoğu’da ABD-İsrail Hegemonyasının Yol Haritası (2)

Her ne kadar 2003 Irak işgali hakkındaki yaygın görüş bunun tamamen petrol meselesi olduğu şeklinde olsa da, İsrail’in baskısı da burada pek bilinmeyen, ancak temel önemde bir rol oynadı. Seçkin Amerikalı profesörler John Maersheimer ve Stephen Walt, “İsrail lobisi ve ABD dış politikası” başlıklı derinlemesine makalelerinde, Amerikan dış politikasının temel odak noktasının kendi çıkarları değil, İsrail’le olan ilişkileri olduğunu gösterdi.  

Görüntülenme: 2719 Tarih: 10 Mayıs 2017 19:41
Suriye ve Irak’ın Balkanlaştırılması: Ortadoğu’da ABD-İsrail Hegemonyasının Yol Haritası (2)

Bas Spliet

 

 

Newsbud.com

 

 

 

2. Kısım: “Böl ve yönet”: ABD ve İsrail'in yeni bir bölgesel düzen arayışı

 

“Irak'taki durum Filistin meselesinden ayrılamaz. Bizim Irak'ın durumunu halledemememiz, Filistin meselesini halledemediğimiz anlamına gelir. [Bu savaş] onlara [İsraillilere] Arap direnişini tamamen kuşatma becerisi kazandıracak ve nihai sonuca, yani, İsraillilerin dayattığı, hepimiz tarafından reddedilen bir barışa götürecektir. Bu ise İsrail'in bölgede meşruluk kazanması için Irak'ın parçalara bölünmesine yol açabilir. İsrail'in etrafı, bölünmüş küçük ülkelerle çevrili olduğu zaman İsrail siyasi ve sosyal meşruiyet kazanacaktır. Bu yüzden Irak'taki durumdan bahsederken Filistin'deki kardeşlerimizi unutmayalım ve Suriye ve Lübnan'daki halkların meşru haklarını unutmayalım.”[31] –Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın 2003 Irak Savaşı'ndan iki hafta önce Arap Birliği'ne yaptığı konuşmadan.

 

İsrail ve Amerika'nın amacı, “bölge için yeni bir harita çizmektir. [Lübnan, Suriye ve Irak'ın parçalanması, İsrail'i] küçük ve sessiz devletlerle [çevrili halde bırakacaktır]. Suudi krallığının da bölüneceği ve meselenin Kuzey Afrika devletlerine kadar ulaşacağı konusunda sizi temin ederim. Küçük etnik ve mezhepsel devletler olacaktır. Bir başka deyişle İsrail, birbiriyle ters düşen etnik ve mezhepsel devletlere bölünmüş bir bölgede en önemli ve en güçlü devlet olacaktır. Yeni Ortadoğu budur.”[32]

 

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın 2007 yılında Seymour Hersh'e verdiği bir röportajdan.  

 

Ortadoğu'nun Balkanlaştırılması fikri, sözde “terörle savaş” kisvesi altındaki şimdiki emperyalizm çağından daha derin köklere sahiptir. Arap dünyasının parçalara taksim edilmesi fikri NATO stratejist çevrelerinde gündeme ilk kez, İngiliz-Amerikalı Bernard Lewis tarafından getirilmişti. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz askeri istihbarat subaylığı yapan, medeniyetler çatışması teorisini taraftarı, uzun süre İsrail sağını desteklemiş olan ve – evet doğru tahmin ettiniz – Dış İlişkiler Konseyi'nin (CFR) üyesi olan Lewis, 1992 gibi erken bir tarihte “Ortadoğu'yu Yeniden Düşünmek” başlıklı bir makale yayınladı. CFR'nin kendisinin çıkardığı Foreign Affairs dergisinde yayınlanan makalede Lewis, Ortadoğu'nun “Lübnanlaştırılmasını” öngörüyordu:

 

“Ortadoğu'daki devletlerin çoğu – elbette Mısır bunun istisnasıdır – yakın zamanda oluşmuş yapay yapılardır [33] ve [“Lübnanlaşma”ya] açıklardır. Eğer merkezi iktidar yeterince zayıflarsa, siyasi yapıyı bir arada tutacak gerçek bir sivil toplum, gerçek bir ortak ulusal kimlik hissi, yahut ulus-devlete güçlü bir bağlılık yoktur. Bundan sonra devlet – Lübnan'da olduğu gibi – dağılıp kavgalar, birbiriyle savaşan mezhepler, aşiretler, bölgeler ve partiler kaosuna dönüşür.”[34]

 

Lewis'ye göre Amerikan politikasının temel amacı, Ortadoğu'nun petrol rezervleri üzerinde tekelci bir kontrol sağlayacak hasım bir bölgesel hegemonyanın (ister çok unsurlu pan-Arabizm, ister tek ve kuvvetli bir bölgesel güç şeklinde olsun) oluşmasını engellemektir. Lewis, ABD'nin klasik emperyal tarzda “Lübnanlaştırma” politikası izlemediğini ima eder; bunun yerine yapılan şey, İslamcı köktenciliğin güçlendirilmesidir, zira devletin kontrolünün dışında bir ağa sahip olan yegane gruplar dinsel muhalefet gruplarıdır.[35] Bu yüzden, tıpkı Zbigniew Brzezinski'nin beş yıl sonra, Avrasya üzerinde Amerikan hegemonyasını tesis etmek için Orta Asya ve Kafkaslar bölgesindeki yeni kurulmuş devletleri ve oralarda yaşayan etnik azınlıkları birbirine karşı desteklemeyi önermesi gibi [36] Lewis de Arap dünyası üzerinde böl ve yönet politikasına dayanan bir Amerikan tahakkümü modeli çizmiştir.

 

Fakat, ana hasımlarından ikisi olan Suriye ve Irak'ın dağılmasından daha da büyük fayda sağlayacak başka bir oyuncu daha bulunuyor. Mevcut Arap devletlerinin küçük ve iç çatışmalarla zayıflamış mikro-devletlere bölünmesi taktiğini ilk defa ayrıntılı olarak betimleyen kişi Amerikalı ya da Avrupalı değil, İsrailli bir stratejistti. İsrail Dışişleri Bakanlığı'nda bir geçmişi de bulunan bir gazeteci olan Oded Yinon, 1982 yılında Dünya Siyonist Teşkilatı'nın gazetesi için “1980'lerde İsrail için bir strateji” başlıklı bir makale yayınladı ve burada, ülkesinin emperyal bir bölgesel güç haline gelmek için bütün mevcut Arap devletlerini etnisite veya din temelinde mikro-devletlere bölme gerektiğini savundu. Yinon'a göre:

 

Lübnan'ın topyekün dağılıp beş eyalete bölünmesi, Mısır, Suriye, Irak ve Arap Yarımadası da dahil olmak üzere bütün Arap dünyası için bir emsal teşkil etmektedir ve şimdiden bu yol izlenmektedir. Daha ileride Suriye ve Irak'ın da Lübnan'da olduğu gibi etnik veya dinsel açıdan diğerlerinden farklı olan bölgelere bölünmesi İsrail'in uzun vadede doğu cephesindeki temel hedefidir; bu devletlerin askeri gücünün dağılması ise kısa vadedeki temel hedeftir. Suriye, etnik ve dinsel yapısına uygun bir şekilde, şu anda Lübnan'da olduğu gibi birden fazla devlete ayrılacak, bu şekilde sahil şeridinde bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam'da kuzey komşusuna düşman başka bir Sünni devleti olacak, Dürziler de bir devlet kuracak, hatta bu belki de Golan'da olacaktır. [...] Bir taraftan petrol zengini olan, diğer taraftan ise içeriden parçalanmış bir Irak'ın İsrail'in hedeflerine aday olacağı kesindir. Irak'ın dağılması bizim için Suriye'nin parçalanmasından daha da önemlidir. Irak Suriye'den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail'e en büyük tehdidi oluşturan Irak'ın gücüdür.  [...] Araplar arası her tür çatışma bize kısa vadede yardım edecek ve daha önemli amaç olan, Irak'ı Suriye ve Lübnan'da olduğu gibi farklı isimlere bölme amacına giden yolu kısaltacaktır. Irak'ın, Osmanlı zamanında Suriye'de olduğu gibi etnik-dinsel çizgiler üzerinden eyaletlere bölünmesi mümkündür. Bu şekilde, üç büyük şehir – Basra, Bağdat ve Musul – etrafında üç (veya daha fazla) devlet olacak, güneydeki Şii bölgeleri de Sünni ve Kürt kuzey bölgelerinden ayrılacaktır. Devam eden İran-Irak çatışmasının [1980-1988] bu kutuplaşmayı derinleştirmesi mümkündür.”[37] (vurgular bize ait)

 

İronik bir şekilde Yinon'a göre “böyle bir durum, uzun vadede bölgede barış ve güvenliğin garantisi olacaktır.” [38] Elbette kastettiği şey, daimi bir savaş halindeki zayıflamış Arap toprak parçalarının yalnızca İsrail'e “barış ve güvenlik” getirmesidir. İlginç bir şekilde bazı analistler, Yinon'un Balkanlaştırılmasını istediği bölgelerin kabaca “Büyük İsrail”le çakıştığına işaret etmişlerdir. Bu, Theodor Herzl'e göre, “Mısır [yani Nil] Nehri'nden Fırat'a kadar uzanır.” [39] Nitekim, tıpkı Tevrat referanslarının sık sık Filistin'in sömürgeleştirimesini meşrulaştırmada kullanılması gibi, Siyonist mitoloji de günün birinde İsrail'in Arap dünyası üzerindeki emperyal iddialarını güçlendirmek için kullanılabilir. Bunun anlamı İsrail'in Ortadoğu'nun geniş kısımlarını ilhak etme arayışında olduğu değil, Siyonist devletin etnik ve dinsel açıdan bölünmüş bir Arap dünyası üzerinde kontrol sağlayabileceği yeni bir bölgesel düzen kurmak istediğidir.

 

Noam Chomsky bunu, Ortadoğu'nun “Osmanlılaştırılması”, yani Avrupalı sömürgecilerin gelişinden önce var olan durumun yeniden yaratılması, ancak hegemonya ifa eden hakim güç olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini İsrail'in alması olarak adlandırdı.  Chomsky ayrıca, İsrail'in Arap dünyası üzerinde Osmanlı tarzı emperyal hakimiyet yöneliminin,  Kudüs Federal Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Daniel Elazar ve eski İsrail Başbakanı İzak Rabin'in danışmanı ve İşçi Partisi'nin Avrupa temsilcisi Yoram Peri gibi ana akım İsrailli figürler tarafından da savunulduğunu belirtti. Elazar, Ortadoğu'daki doğal teşkilat biçiminin devletler değil etnik ve dinsel cemaatler olduğunu savunuyordu ve mevcut duruma alternatif olarak Osmanlı millet sistemini önerdi.  Bu sistemde her dinsel-etnik topluluk kendi iç yönetimine sahipti ancak bunlar Osmanlı hakimiyeti altında gerçekleşiyordu. Peri ise, İsrail dış politikasının kademeli olarak hegemonya için bir arada yaşamın yerini aldığı “gerçek bir devrim” gerçekleştiği gözleminde bulunuyordu, zira ülke artan oranda, bölgenin istikrarsızlaştırılmasının parçası haline gelmekteydi. Peri, İsrail'in statükoyu tanımak yerine, sınırlarını genişletmek ve “yeni bir gerçeklik”, “yeni bir düzen” yaratmak için askeri hakimiyetini kullanması gerektiğini savunuyordu. [40]

 

Yinon planının yayınlanmasından sonra Ortadoğu'da gerçekleşen büyük çatışmaların çoğunun bu gündeme hizmet etmiş olması dikkat çekicidir. Kısa vadede, 11 Eylül'den önce, Suriye'nin Hama şehrindeki ABD destekli Müslüman Kardeşler isyanı, [41] İran-Irak Savaşı [42] ve Birinci Körfez Savaşı [43], Baas merkezi hükümetlerini zayıflattı ya da en azından bu hükümetlerin uluslararası toplumdan tecrit edilmesine ve haklarının çiğnenmesine yol açtı. Uzun vadede ise 11 Eylül sonrasında Irak'ta gerçekleşen İngiliz-Amerikan işgali ve Suriye'ye açılan, NATO, Körfez ülkeleri ve Türkiye tarafından tertip edilen vekalet savaşı, Yinon'un bahsettiği azınlıkları güçlendirdi ve son kertede parçalanmayı resmin içine soktu.  

 

Her ne kadar 2003 Irak işgali hakkındaki yaygın görüş bunun tamamen petrol meselesi olduğu şeklinde olsa da, İsrail'in baskısı da burada pek bilinmeyen, ancak temel önemde bir rol oynadı. Seçkin Amerikalı profesörler John Maersheimer ve Stephen Walt, “İsrail lobisi ve ABD dış politikası” başlıklı derinlemesine makalelerinde, Amerikan dış politikasının temel odak noktasının kendi çıkarları değil, İsrail'le olan ilişkileri olduğunu gösterdi. 2006 yılında, ABD'nin Irak işgalinin tepe noktasında yazan Maersheimer ve Walt, 11 Eylül saldırıları sonrasındaki İsrail baskısının, Washington'un Irak'a saldırma kararına doğru giden nihai adımda kesinlikle hayati önemde olduğunu gösteren bolca kanıt ortaya koydu. [44] İngiliz-İsrailli gazeteci Jonathan Cook ise, 2008 yılında yayınlanan Israel and the clash of civilisations: Iraq, Iran and the plan to remake the Middle East [“İsrail ve medeniyetler çatışması: Irak, İran ve Ortadoğu'yu yeniden çizme planı”] başlıklı aydınlatıcı kitabında bu tezi daha da güçlendirdi. Cook'a göre ABD Irak'ı işgal ettiği zaman, diktatörleri ödüllendirme ve cezalandırma üzerine kurulu geleneksel politikasından koparak rejimi yıkma ve doğrudan işgal yoluna başvurdu. Ancak öngörülebilir bir şekilde beraberinde mezhepsel bölünme getiren bu politika değişimine hem petrol endüstrisi hem de ABD Dışişleri Bakanlığı karşı çıktı – her ikisi de eski taktiğin uygulanıp Saddam Hüseyin'in yerine ABD tarafından itinayla seçilmiş başka bir diktatörün geçmesini tercih ediyordu. Cook'un değerlendirmesine göre, neo-conları bu yeni işgal politikasının yalnızca İsrail'e değil aynı zamanda Amerikan çıkarlarına da faydalı olacağına ikna eden petrol devleri değil, İsrail lobisiydi. [45]

 

Irak saldırısından tam bir ay önce üst düzey İsrailli subaylar halihazırda bir domino etkisi öngörüyordu: Irak'ta Saddam Hüseyin'in düşüşünü, FKÖ lideri Arafat'tan Hizbullah lideri Nasrallah'a, İran'daki Ayetullahlardan Libya lideri Kaddafi'ye ve Suriye lideri Esad'a kadar öteki İsrail düşmanlarının sonu izleyecekti. [46] ABD Mart'ta askeri operasyonlara başladıktan hemen sonra Uzi Benziman, İsrail gazetesi Ha'aretz'te, “Irak'taki savaştan sonra İsrail, ABD'yi terörle savaşı İran, Şam ve Beyrut'a karşı yöneltmeye ikna etmeye çalışacaktır” diye yazdı. [47] Nisan ortasında Bağdat düştükten sonra İsrailli yöneticiler, ABD'deki Siyonist lobi ve İsrail yanlısı Amerikalı yetkililer, Suriye'ye yönelik eylemler için basınç uygulamaya başladı [48] ve Suriye'deki savaşın patlak vermesinden bu yana içlerinden pek çoğu, Esad'ın gayrikanuni şekilde koltuğundan indirilmesine destek sesleri yükseltti. Aralık 2016'da İsrail'in sağcı savunma bakanı Avigdor Liberman, Ortadoğu'nun Balkanlaştırılmasının İsrail'in “ulusal çıkarları” açısından hayati önemde olacağını yineledi:

 

“Ortadoğu'daki pek çok ülke Sykes-Picot Anlaşması sonucunda yapay olarak kurulmuş ve iskan modelini ve her bir toplumun kendi içindeki derin mezhepsel bölünmeleri dikkate almayan sömürgeci düşüncelere dayandırılmıştır. Bu yüzden bölgenin sorunlarını gerçekten çözmek için özellikle Suriye ve Irak gibi ülkelerde sınırların değişmesi gerekecektir. Mezhepsel bölünmeyi azaltmak ve iç meşruluğa sahip devletlerin ortaya çıkmasını sağlamak için sınırların Sünniler, Şiiler ve öteki topluluklar arasında yeniden çizilmesi gerekir. Bu devletlerin şu andaki sınırları içinde hayatta kalabileceğini düşünmek hatadır.”[49]

 

Bütün bunlar dikkate alındığında, Ha'aretz gazetesinin askeri muhabiri Ze'ev Schiff'in 1982 Lübnan savaşından hemen önce, Irak'ta İsrail'in çıkarları için olabilecek en iyi şeyin ülkenin üç devlete bölünmesi olacağını söylediğini [50] kavramak daha kolay hale gelebilir. Keza neden Amerika doğumlu İsrailli gazeteci Caroline Glick'in 2007 yılında, Washington'un Irak işgalinin devamı olarak İsrail'in Suriye'deki merkezi otoriteyi yıkmak için Şam'a karşı bir önleyici savaş açması gerektiğini söylediğini, [51] yahut neden eski ABD Dışişleri Bakanı'nın ilettiği 2012 tarihli sızdırılmış bir e-postada İsrail'in Ortadoğu'da yıkıcı bir etnik bir ayrışmaya olumlu baktığından bahsedilip “Esad hanedanının çöküşü Şiilerle bölgenin çoğunluğunu oluşturan Sünniler arasında, İran'ı da içine çekecek bir mezhep savaşını tetikleyebilir ve bu, İsrailli komutanların gözünde, İsrail ve onun Batılı müttefikleri için kötü bir şey olmayacaktır” denildiğini [52] ve nihayet, neden İsrailli bir düşünce kuruluşunun direktörü olan Efraim Inbar'ın kısa süre önce IŞİD'in yok edilmesinin ülkesi için stratejik bir hata olacağına inandığını söyleyip “kötü çocukların kötü çocukları öldürmesine izin vermek kulağa çok kinik geliyor, ama eğer bu kötü çocukları meşgul halde ve iyi çocuklara daha az zarar verebilir halde tutacaksa bunu yapmak faydalı, hatta ahlakidir” dediğini [53] de kavramayı sağlayabilir.

 

Bu bölümün notları:

 

[31] “Arab League summit,” C-SPAN, 01.03.2003, http://c-span.org/video/?175319-1/arab-league-summit, dakika 57:25-59:00 arası.

 

[32] Seymour Hersh, “The redirection,” New Yorker, 05.03.2007, http://newyorker.com/magazine/2007/03/05/the-redirection. [“Yeni Yönelim”; Medya Şafak'ta yayınlanan çevirisi: http://medyasafak.net/haber/552/yeni-yonelim-redirection

 

[33] Çoğu zaman iddia edilenin aksine, Suriye de bir istisnadır. Suriye teriminin kökeni Roma dönemine kadar gider ve bu terim binlerce yıldır bu bölgeyi betimlemek için kullanılmaktadır. Eğer Suriye tarihsel bir devlet değilse, hiçbir devlet tarihsel değildir. Sykes-Picot anlaşması gerçekten de Fransa ve Britanya arasında nüfuz alanlarını bölüştürme çabasıydı, ancak Suriye sınırlarını çok geniş değil, bilakis epey küçük çizdi, zira tarihsel Suriye, Lübnan'ı ve İskenderun'u da içeriyordu. 1. Kısım'da işaret ettiğim gibi 2003 işgali öncesinde Irak'ta var olan mezhepsel bölünmeler büyük ölçüde, kendi kendini yerine getiren bir kehanettir.

 

[34] Bernard Lewis, “Rethinking the Middle East,” Foreign Affairs 71, Sayı 4 (1992): s. 116-7.

 

[35] Lewis, “Rethinking the Middle East,” s. 107-16.

 

[36] Zbigniew Brzezinski, The grand chessboard: American primacy and its geostrategic imperatives (New York: Basic Books, 1997), s. 123-50.

 

[37]  Oded Yinon, “A strategy for Israel in the nineteen eighties,” Kivunim, İngilizceye çeviren: Israel Shahak (Massachusetts: Association of Arab-American University Graduates, 1982), paragraf 26 ve 27.

 

[38]  Yinon, “A strategy for Israel in the nineteen eighties,” paragraf 22.

 

[39]  Theodor Herzl, Complete Diaries of Theodor Herzl, Cilt 2 (New York: Herzl Press, 1960), s. 711.

 

[40] Noam Chomsky, Fateful triangle: The United States, Israel, and the Palestinians (Londra: Pluto Press, 1999), s. 766-79.

 

[41] Mezhepçi saldırılarla geçen yılların ardından İhvan, Yinon planının yayınlandığı zaman dolaylarında nihai bir ayaklanma başlattı; bu aynı zamanda onun Suriye'de gerçek bir siyasi güç olarak son bulmasını ifade ediyordu. Suriye ordusunun şiddet yoluyla isyanı bastırması ise uluslararası tepkiyle karşılandı. Şu andaki krizin kıvılcımını çakan, Mart 2011'deki Deraa olaylarında olduğu gibi İslamcı militanlar yabancı ülkeler tarafından destekleniyordu ve isyanın İhvan'ın 70 askeri katlettiği pususuyla başlamasına rağmen olaylar genel olarak bir hükümet katliamı olarak hatırlanacaktı. Bkz. Tim Anderson, The dirty war on Syria: Washington, regime change and resistance (Montréal: Global Research Publishers, 2016), s. 15-6.

 

[42] Her ne kadar ABD savaş esnasında Irak'a lojistik destek, istihbarat ve silah desteği sunmuş olsa da, kamuoyu önünde, Saddam Hüseyin'in Kürt sivillere ve İran'a karşı kimyasal silah kullanmasını (ki bunların pek çok içerik malzemesi ABD tarafından sağlanmıştı) kınadı ve bu saldırılar Birinci Körfez Savaşı'ndan başlayarak, Hüseyin yönetiminin gaddar karakterine isnat edildi.

 

[43] Gerçekte İsrail, hem diplomatik hem de örtülü kanallardan, ABD'nin Saddam Hüseyin'e karşı saldırı başlatması için çok yoğun şekilde çabaladı ve lobi faaliyeti yürüttü. İsrailliler, Amerika'nın Irak'ın Kuveyt işgaline verdiği yanıtı bile ılımlı buldu ve daha sert bir politika talep etti; öyle ki, İsrail Cumhurbaşkanı Chaim Herzog, Amerikalılara nükleer silah kullanmalarını bile tavsiye etti. Bkz. Harun Yahya, “Plan for Iraq invasion drawn up decades ago,” Rense, 10.07.2004, http://rense.com/general58/decades.htm.

 

[44] John Maersheimer ve Stephen Walt, “The Israel lobby and U.S. foreign policy,” Middle East Policy 13, Sayı 3 (2006).

 

[45] Jonathan Cook, Israel and the clash of civilisations: Iraq, Iran and the plan to remake the Middle East (Londra: Pluto Press, 2008).

 

[46] Aluf Benn, “Background enthusiastic IDF awaits war in Iraq,” Ha'aretz, 16.02.2003, http://haaretz.com/news/background-enthusiastic-idf-awaits-war-in-iraq-1.18896.

 

[47] Uzi Benziman, “Who would give the go-ahead?”, Ha'aretz, 22.03.2003; aktaran:  Cook, Israel and the clash of civilisations, s. 45.

 

[48] Maersheimer ve Walt, “The Israel lobby and U.S. foreign policy,” s. 59-60.

 

[49] Avigdor Liberman, “Israel's national security in a turbulent Middle East,” Defense News, 02.12.2016, http://defensenews.com/articles/avigdor-leiberman-israels-national-security-in-a-turbulent-middle-east.

 

[50] Ze'ev Schiff, “the Israeli interest in the Iraq-Iran war,” Ha'aretz, 02.06.1982; aktaran: Chomsky, Fateful Triangle, s. 769.

 

[51] Caroline Glick, “Fighting the next war,” Jerusalem Post, 19.04.2007; aktaran: Israel and the clash of civilisations, s. 148.

 

[52] Wikileaks, “H: New intel Syria, Turkey, Israel, Iran. SID,” Hillary Clinton e-posta arşivi, http://wikileaks.org/clinton-emails/emailid/12172.

 

[53] Efraim Inbar, “The destruction of the Islamic State is a strategic mistake,” BESA Merkezi Perspektifleri, belge no. 352 (2016).

 

 

Çeviri: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net

Yorumlar