Babaları ömürlerinin uzun yıllarını Padişah'ın kendisini Hicaz Emiri yapmasını bekleyerek geçirmiş, daha sonra da getirildiği bu görevden alınacağına dair söylentilerle sarsılmış, hep tedirgin yaşamış Hüseyin Bin Ali'nin oğulları, Faysal Irak'a, Abdullah ise yeni oluşturulan Trans – Ürdün'e kral olarak ilan edilmişlerdi. Paris Barış Görüşmeleri'nin ardından alınan 1920 San Remo kararları çerçevesinde ve İngiltere ile Fransa'nın savaş esnasında imzalamış oldukları Sykes - Picot Anlaşması'nın uzun zaman gizli tutulan maddeleri uyarınca Londra Hükümeti tarafından atılan bu adımlar, esas itibarı ile bölgenin yeniden yapılandırılması anlamında önemlidir.
1921 Mart'ında, Britanya Sömürgeler Bakanı sıfatı ile bölgeye ilk kapsamlı ziyaretini gerçekleştiren Winston Churchill'in amacı çıkılan yolu burada yaşayanlarla paylaşmak, oluşabilecek soru ve endişelere yanıt verebilmek, oluşan gerilimi ortadan kaldırmaktı. Yahudi gençlerinin bölgeye göç etmeye devam etmeleri, burada etkin bir yapılanma içerisine girmeye başlamaları, Faysal'ın Paris Görüşmeleri'nde Arap gençlerinin kendisinden beklediği çıkışı yapmaması, kardeşi Abdullah'ın Şeria'nın batı yakası ile ilgilenmemesi, bunu Londra ile pazarlık konusu dahi yapmaktan imtina etmesi, Yahudilerle aynı topraklar üzerinde yaşayabileceklerini ima eden beyanatlarda bulunması, Arap toplumu içindeki kıpırtıyı arttırmıştı.
Seyahati esnasında, Churchill'in ortaya koyduğu duruş Londra Hükümeti'nin McMahon mektupları ile Balfur Deklarasyonu'nun arkasında durduğunun teyidi olacaktır. Ziyareti esnasında, dört yıl sonra faaliyete geçecek Kudüs İbrani Üniversitesi'nin temel atma töreninde yaptığı konuşmada fikirlerini şöyle açıklar:
“Britanya'nın sözü çift taraflıdır. Bir yanda Yahudilere yardım etme sözü verdik, diğer yanda Yahudi olmayanlara sıkıntı yaşamayacakları sözünü verdik. Dolayısı ile atacağımız adımın tüm Filistinlilerin (burada bölgede yaşayan Arap ve Yahudi toplumlarının ikisini de kastediyor…) yararına olmasına özen göstermeliyiz. Bunu yaparsak bu topraklar mutlu ve refah dolu olur ve barış her daim süregelir… Buralar bir cennet olur, bal ve süt ülkesi olur. Buralar, dini ve ırkı ne olursa olsun tüm mazlumların sığınabilecekleri bir yer olur…
Bu anlamda siz Filistin Yahudilerine çok büyük sorumluluklar düşüyor. Sizler tüm dünya Yahudi toplumlarının temsilcilerisiniz. Burada gerçekleştirdikleriniz onlara örnek olmalı, gurur vermelidir. Irkınızın yüz yıllardır beklediği umut burada adım adım gerçekleşecektir. Bu yalnız sizin iyiliğinize değil, burada yaşayan tüm halkların faydasına olacaktır.”
Churchill törenden etkilenmiş ve bölgedeki cılız Yahudi nüfusunun burayı gerçek bir yuva haline getirmek için harcadığı çabadan hoşnut kalmıştır. Bu olumlu hisler içinde 30 Mart günü, Arap nüfusunun çokça yaşadığı Hayfa'daki Arap Yürütme Komitesi üyeleri ile Kudüs'te bir araya gelir. Görüşmeler esnasında delegasyonun verdiği mesajlar serttir. Kısaca,
“Araplar asil ve geniş yüreklidirler. Ancak çok da kindardılar, kendilerine yapılan haksızlıkları asla unutmazlar. Eğer İngiltere, Arap davasını ciddiye almazsa, bunu ciddiye alan başkaları bulunacaktır. Hindistan'dan, Mezopotamya ile Hicaz'dan, Filistin'den bir çığlık gidiyor Londra'ya… Eğer Londra bunu dinlemezse, belki Rusya dinler, belki Almanya dinler. Şu anda Rusya'nın sesi uluslararası düzeyde pek çıkmıyor ve ciddiye alınmıyor. Ancak elbet bir gün o da olacaktır.
Filistin Araplarındır ve Balfur Deklarasyonu kocaman bir haksızlıktır. Yüz yıllardır Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve değişik ulusların içinde yaşamışlardır. Siyasi görüşleri ve kendilerine özgü bir dilleri yoktur. Almanya'da Alman, Fransa'da Fransız, İngiltere'de İngiliz'dirler. İngiltere böylesi bir dinin Milletler Cemiyetine girebileceğini nasıl düşünebilir? Yahudiler, özellikle güçlerinin yettiği yerlerde hep yıkıcı oldular. İşte Çarlığın çöküşü, işte Almanya ve Avusturya'nın yenilişleri… Savaş müttefiklerin aleyhine sürerken Yahudiler Almanya'yı destekliyorlardı. Ancak ibrenin yönü değişince bu desteği İngiltere lehine çektiler ve Balfur Deklarasyonu ile ödüllendirildiler.”
Arap Delegasyonunun Talepleri
Arap delegasyonu ne Faysal'ın Irak Kralı olmasından ne de kardeşi Abdullah'ın Ürdün Kralı olmasından tatmin olmuştur. Hatta Filistin Araplarını ellerinin tersi ile itmiş olmalarına derin bir tepki duymaktadırlar. Yahudilere asla güvenmemektedirler ve bu Churchill'e sundukları birkaç maddelik taleplerinde açıkça görülmektedir.
Yahudi Ulusal Yuvası fikri terk edilmelidir.
Savaştan önce Filistin'de yaşayanların seçecekleri bir Filistin Parlamentosu oluşmalı ve ona karşı sorumlu olacak bir Filistin Hükümeti kurulmalıdır.
Bir Filistin Hükümeti kuruluna dek Yahudi göçü durdurulmalıdır.
İngilizlerin Aralık 1917 itibarı ile (Allenby kuvvetlerinin bölgeyi Osmanlılardan aldığı tarih) uygulamaya soktukları tüm kanunlar askıya alınmalı ve yeni bir Filistin Parlamentosu ve Hükümeti kuruluncaya, yeni yasalar çıkarılıncaya dek, eski dönemde geçerli olanlar uygulanmalıdır.
Filistin kardeş ülkelerden ayrılmamalıdır. (Bu ülkeler Fransız idaresindeki Suriye ile İngiliz idaresindeki Mısır'dır…)
Churchıll'in Arap Delegasyonuna Cevabı
Delegasyonun bu tepkisine Churchill, Balfur Deklarasyonu'nun geri çekilmesinin söz konusu olmadığına vurgu yaparak cevap verir. “Böylesi bir karar almak benim yetkimde değil” der ve şöyle devam eder:
“Deklarasyonun ikinci paragrafı niyetimizi açıkça ifade ediyor: Filistin'de yaşayan tüm halkların haklarının garanti altında olduğu beyan ediliyor. Britanya, Yahudilere bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyor. İngiliz Hükümeti Mr. Balfur'un ağzından bölgede bir Yahudi Ulusal Yuvası oluşması konusundaki kararını açıkladı ve bu savaşın galipleri tarafından teyit edildi. Dolayısı ile buraya Yahudi göçü olması son derece normal. Yahudilerin uzun yüzyıllardır dünyaya yayılmış yaşadıkları tespitiniz doğru. Bu topraklar çağlar önce üzerinde yaşadıkları topraklardır ve onların yeniden toplanmaları için en doğru yerdir. Bu dünya için, kendileri için doğrudur, İngiltere için doğrudur ve emin olun ki Araplar için de doğrudur. Araplar burada eziyet çeken olmayacak. Üzerlerine düşen refahtan ve zenginlikten men edilmeyecekler. Yahudi Ulusal Yuvası, her etabı hak edilmesi, kazanılması gereken bir süreçtir. Bu süreç tüm burada yaşayanların iyiliğine işlerse doğru olur. Yahudiler doğru şeyler yaptıkları sürece bu süreç devam edecek. Mutluluk ve refah neden paylaşılamasın? Başarı neden yakalanamasın?
Ülkenin her tarafında Yahudi kolonilerinin neler başardığını görüyorsunuz. Çölün nasıl işlendiğine tanık oluyorsunuz. Burada beraber yaşayacağınıza göre bu ve benzeri kazanımlardan sizler de yararlanacaksınız. Dolayısı ile Yahudi girişimine karşı çıkmayın. Onların işleri gerçekten kolay değil. Size önerdiğimiz statü uzun seneler korunacaktır. Daha ileride, durumun olgunlaşması ile bazı geçiş mekanizmaları üzerinde çalışılabilir, bir öz yönetime gidilebilir.
Bu süreçte siz de onlara yardımınızı esirgemeyeceksiniz. Buradaki inşa sürecine katkıda bulunacaksınız. Bu süreçte Yahudiler akıldan ve iyi niyetten ayrılırlarsa, buraya göç eden insanların profili onları kendilerinden beklenen noktaya götüremeyecek gibiyse (Rusya'dan gelen sosyalist görüşlü göçmenlerden söz ediyor.) İşte o zaman devreye girer bu deneyime bir son veririz.
Eğer kavgalar yolu ile sefaleti paylaşmak yerine dayanışma içinde kutsanmayı tercih ederseniz o zaman ülkenizin önü açıktır. Toprak cömert bir ana gibidir. Bütün çocuklarına yetecek kadarını mutlaka verir. Yeter ki onu barış ve ahenk içinde işleyin…”
Arapların korkuları vardır. Ulusal bir birlik oluşturamamışlar, güçlü bir liderden ve maddi kaynaklardan yoksun korkunun pençesine takılmışlardır. Topraklarından koparılacaklarını, o ana dek azınlık olan başka bir halkın egemenliği altına gireceklerini, yabancı bir kalabalığın ortasında kalacaklarını düşünüyorlardır. Bolşevik devrimin bölgede yapılanacağı korkusu ise ayrıca kayda değerdir…
Churchill'e göre Arapların bu korkularını gidermek Yahudilerin elindeydi. Araplar da bu gayretlere katkıda bulunmalıydı. Ayrılmadan yaptığı konuşmada: “Şimdi Londra'ya dönüyorum…” der. “Vereceğim raporda bölgede gördüklerimi yazacağım. Burada büyük askeri bir güç gereksinimi olmadığını söyleyeceğim. Bana, Londra'da karşılaşacağım ve benimle bu konuda kavgaya tutuşacak kişilere karşı koz vermeniz gerek… Bunu hem siz hem de dünyadaki Yahudi toplumları hep beraber yapmalıdır… Burada büyük bir tarihin yazıldığını söylemek istiyorum. Kimsenin canını yakmadan, kimseye adaletsizlik yapmadan çölleri verimli hale getirebilirsek zenginlik artacaktır.
Amacınıza ulaşabileceğinize samimi bir şekilde inanıyorum. Zorlukları çok iyi biliyorum ve bu gayretlerinize büyük sempati duyuyorum. Eğer büyük bir idealizm ve adalet duygusu ile davranmadığınızı düşünseydim, işinizin sonuca erişeceğine bu kadar inanmaz davanıza bu kadar destek vermezdim.”
Churchıll'in Ziyareti Bir Dönüm Noktası Oldu
Churchill'in bölgeye yaptığı ziyaret sekiz gün sürer. Bu zaman zarfında Yahudilerin işlerini ne denli ciddiye aldıklarına, Arapların ise onlara ne kadar düşmanca yaklaştıklarına tanık olur. Ziyaret Filistin topraklarının sonrası için bir dönüm noktası oluşturacaktır. Balfur Deklarasyonu'ndan geri adım atılmayacağının altı çizilir ve bunun iki toplumun yararına olacağı fikri teyit edilir. Abdullah'ın Ürdün Kralı olmasının önü açılır. Böylece Şeria'nın doğusu ile ilgili oluşabilecek Yahudi beklentilerinin önü kesilir ve bu topraklar tamamen Araplara verilir.
Ancak Churchill'in ses getiren ziyareti Arapları tatmin etmemiştir. Kral Abdullah'ın alınan kararları desteklemek adına Kudüs'te El Aksa Camii'nde halka hitap ederken karşılaştığı tepki geleceğin pek parlak olmadığını söyler adeta…
Marsel Russo
Kaynak: salom.com.tr