Ünlü dilbilimci ve siyaset bilimci Noam Chomsky, Democracy Now'da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tartışmalı ABD ziyaretini değerlendirdi.
Netanyahu’nun gezisi ile başlayalım. Kongre’ye benzeri görülmemiş bir hitap yapmayı planlıyor, benzeri görülmemiş çünkü Cumhuriyetçiler ve Demokrat Başkan Obama arasında çatlak var. Bunun önemini anlatabilir misiniz?
İki başkan için de- Başbakan Netanyahu ve çoğunluğu Cumhuriyetçi olan Kongre’deki şahinler için de, ana hedef İran ile meseleyi sonlandırabilecek potansiyel bir anlaşmayı engellemek. Bölgedeki ana zorbalık olan İsrail ve ABD şiddetine engel olacak bir bölgesel güç oluşmaması konusunda ortak çıkarları var. Ve bu – eğer ABD istihbaratına inanacak olursak- ki inanmamak için sebebimiz yok- onların analizi İran’ın nükleer silah geliştirdiği yönünde, ki bunu bilmiyorlar, bu onların caydırıcı stratejisinin bir parçası olur. Genel stratejik konumlanışları caydırıcılık üzerine. Askeri harcamaları düşük. ABD istihbaratına göre stratejik doktrinleri diplomasinin yetmediği durumlarda saldırıyı engellemek üzerine. Kafası çalışan hiçkimsenin nükleer silah kullanabileceklerine, hatta bunu deneyeceklerine inanacağını düşünmüyorum. Ülke 15 saniye içerisinde yok olur. Ancak bir tür caydırıcılık sağlayabilirler. ABD ile İsrail de kesinlikle bunu hoş görmek istemiyorlar. Bölgede düzenli şiddet ve saldırganlığa başvuran güçler onlar ve bu konumlarının önüne bir zorluk çıkmasını istemiyorlar.
Kongre’deki Cumhuriyetçilern başka bir çıkarı daha var, Obama’nın, yani onlara göre deccalin yapacağı her şeye zarar vermek. Bu sebeple burada başka bir mesele daha var.
Cumhuriyetçiler yıllar önce parlamentodaki sıradan bir parti olmayı bıraktı. Çok saygın bir muhafazakar analist olan Norman Ornstein tarafından bence yerinde bir biçimde Amerikan Girişimcilik Enstitüsü olarak tanımlanıyorlar; partinin parlamenter demokrasiye bağlılığı tamamen terk etmiş, fundamentalist bir isyancı gruba dönüştüğünü söylemişti. Son yıllardaki hedeflerininse iktidarı almak ve çok zenginlerle büyük şirketlere hizmet etmek için basitçe Obama’nın yapacağı her şeye zarar vermek olduğunu... Bunu her yolu deneyerek gizlemeye çalışıyorlar. Böyle yaparken de nüfusun her zaman orada olan ancak hiçbir siyasi güç tarafından harekete geçirilmemiş kesimlerini örgütlü bir siyasi güç haline getirdiler; evanjelist Hristiyanlar, aşırı milliyetçiler, Starbucks’a giderken birileri onları takip edebileceği için silah taşıyan, korkmuş insanlar ve benzerleri... Korku yaymak ABD’de zor bir şey değildir. Bunun uzun bir geçmişi var, çok korkmuş bir toplum olduğumuz gerçeğinin köekeni kolonyal döneme kadar uzanıyor; bunun tarihi de çok ilginç... Kim olursa olsun, insanları korkutarak harekete geçirmek defalarca başvurulmuş, etkili bir tekniktir. Şu anda da Cumhuriyetçiler ve siyasetsizlikleri, onları en azından Kongre'de iktidara taşıdı. Dolayısıyla saldırıları; bu Obama’ya yapılan kişisel bir saldırıdır, böyle tasarlanmıştır, bu genel çabalarının bir parçası.
Ancak bunun altında yatan bir ortak stratejik mesele de var, ben bunun ABD istihbaratının da analizi olduğunu düşünüyorum: ABD ve İsrail’in bölgedeki eylemlerine karşı herhangi bir caydırıcılığı önlemek.
Kafası çalışan hiç kimsenin İran’ın nükleer silah sahibi olması durumunda saldırı gerçekleştireceğini düşünmeyeceğini söylüyorsunuz, ancak Netanyahu tekrar tekrar İran’ı Yahudilere karşı yeni bir soykırım tasarlamakla suçladı. Ocak’taki son Holokost Anma Günü’nde de ayetullahların kendilerine karşı bir soykırım planladıklarını belirtti. Ve bu, burada çok ciddiye alınan bir sav.
Bu sav, durup bir dakika düşünmeyen insanlar tarafından ciddiye alınıyor. Ancak yine de İran çok sıkı gözetim altında. ABD uydu gözetimi İran’da olan her şeyin bilinmesini sağlıyor. Eğer İran bir füze yüklerse bile –bir füzeyi bir silaha yaklaştırırsa yani- ülke muhtemelen anında yok olur. Ve din adamları hakkında ne düşünürseniz düşünün, Devrim Muhafızları Konseyi ve benzerlerinin intihar eğilimli olduğuna dair bir veri yok.
Bu görüşmelerin öncülünün- İran ABD yaptırımlarının kalkması karşılığında uranyum zenginleştirebiliyor- adil olduğunu düşünüyor musunuz? ABD’nin en baştan İran’a yaptırım uygulamaya hakkı var mı?
Hayır yok. Yaptırım uygulama hakkı nedir? İran bize yaptırım uygulamalı. Yani, Beyaz Saray Sözcüsü uluslararası toplum hakkında konuştuğunda İran şunu yapmalı bunu yapmalı dediğini duyuyorsunuz; hatırlamamız gerekir ki “uluslararası toplum” ABD dilinde Birleşmiş Milletler’i ve onlarla hareket edecek herkesi ifade ediyor. Uluslararası toplum budur. Eğer uluslararası toplum dünya olsaydı, farklı bir hikayemiz olurdu. İki yıl önce Bağlantısızlar, eski Bağlantısızlar Hareketi, ki bunlar dünya nüfusunun önemli bir nüfusunu oluşturur Tahran’da toplantılarını yaptılar. Bir kez daha İran’ın nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na bağlı olarak, silah geliştirme hakkını desteklediler. Uluslararası toplum budur. ABD ve müttefikleri genelde olduğu gibi bunun dışındalar.
Ve yaptırımlar söz konusu olduğunda, son 60 yıldır ABD’nin İran halkına işkence etmediği bir gün bile olmadı. Parlamenter rejimin devrilmesi ve bir tiranın, Şah'ın yönetime gelmesiyle başladı. Şah, çok ciddi insan hakları ihlalleri ve şiddet eylemleri yaparken desteklendi. O devrildikten hemen sonra, ABD neredeyse hemen Irak’ın İran’a karşı savaşını desteklemeye başladı, ki bu savaş vahşi bir saldırıydı. ABD bu savaşa kritik destek sağladı, sonunda doğrudan savaşa katılarak Irak için savaşı kazandı. Savaş bittikten sonra, ABD anında İran’a karşı yaptırımları destekledi. Bu çok baskılansa da önemlidir.
George H.W. Bush şimdi böyle, ancak geçmişte Saddam Hüseyin’e aşıktı. Saddam’a ülkedeki muhalefete rağmen ilave destekleri onayladı. Irak’a dostu Saddam’ı selamlamak üzere, Amerikan medyasında duyduğu eleştirileri umursamaması için bir Kongre delegasyonu yolladı: Burada özgür basınımız var ve onları susturamam. Ancak Amerika'nın Sesi'nde dostu Saddam’a dair yapılan eleştirileri durduracağını söyledi. O zaman Iraklı nükleer enerji mühendislerini silah üretiminde gelişmiş eğitim almaları için ABD’ye davet etmişti. Bu Irak-İran Savaşı’ndan sonraydı, İran’a yaptırımlarla beraber gerçekleşti. Yaptırımlar günümüze kadar durmadan devam etti.
Sonrasında sorun ne olursa olsun anlaşma yapılabilmesi için tekrarlanan fırsatlar doğdu. Örneğin 2010’da Brezilya, Türkiye ve İran arasında İran’ın az zenginleştirilmiş uranyumu başka bir yerde –Türkiye’de– depolaması ve bunun karşılığında da Batı’nın İran’ın ihtiyaç duyduğu tıbbi reaktörler için izotop sağlamasında karar kılınan bir anlaşmaya varılmıştı. Anlaşma yapıldığı anda ABD Başkanı, Kongresi, medyası tarafından şiddetle kınandı. Brezilya’ya safları bozduğu için saldırıldı. Brezilya Dışişleri Bakanı o kadar sinirlendi ki muhtemelen İran’ın kabul etmeyeceğini varsayarak Obama tarafından yollanmış, Brezilya’ya birebir aynı anlaşmanın önerildiği mektubu halka açıkladı. İran bu anlaşmayı kabul ettiğinde, anlaşmayı kabul etmeye cüret ettiği için saldırıya uğradı.
Ve 2012... 2012’de bildiğiniz gibi Finlandiya’da bir buluşma oldu, Aralık ayında nükleer silah olmayan bir bölge oluşturulması için adımlar atıldı. Bu eski bir taleptir, başlangıçta Mısır ve diğer Arap devletleri tarafından 90'larda önerilmişti. Bunun için o kadar çok destek vardı ki ABD resmi olarak bunu kabul ediyor, ancak gerçekteyse anlaşmayı zayıflatmaya çalışıyor. BM denetimindeki görüşmelerin Aralık’ta gerçekleşmesi planlanıyordu. İsrail buna katılmayacağını açıkladı. Herkesin kafasındaki soru İran’ın nasıl tepki vereceği idi. Onlar da koşulsuz katılacaklarını açıkladılar. Birkaç gün sonra Obama buluşmayı iptal etti ve durumun müsait olmadığını iddia etti.
Ancak doğru yönde atılan adımlar çok önemliydi. Tabi ki buna engel olacak nükleer güç bulunduran tek devlet var: İsrail. Ve eğer Ortadoğu nükleer silahsız bir bölge olacaksa bunun için denetimler olur. Ne İsrail ne de ABD böyle bir denetime göz yumar...
Netanyahu neden İran’ın nükleer bir tehlike olduğunda ısrar ediyor?
Çünkü bölgede bir caydırıcı unsur istemiyor. Bu kadar basit. Eğer saldırgan, şiddet kullanan bir devletseniz, bu gücü özgürce kullanmak istersiniz. Bunu engelleyecek herhangi bir şeyi istemezsiniz.
Netanyahu-Obama çatışmasının ABD’nin İsrail ile ilişkisine herhangi bir zarar verdiğini düşünüyor musunuz, Susan Rice bu gerilim için yıkıcı demişti?
Bu kesinlikle düşmanca bir kişisel ilişki, ancak bu daha önce de olmuştu. 1990'larda ilk Başkan Bush zamanında, dönemin Dışişleri Bakanı James Baker İsrail’e “Sizinle artık konuşmayacağız. Eğer benimle görüşmek istiyorsanız telefon numaram budur” diyecek kadar ileri gitmişti. Doğrusu, ABD İsrail’e ılımlı yaptırımlar uyguladıktan sonra Başbakan istifa etmeye ikna olmuştu ve yerine başkası getirilmişti. Ancak bu ilişkiyi değiştirmedi, ilişkinin kötü olmasının sebebi kişisel düşmanlıklardan daha derindi.