Husiler ABD ve Siyonistlerin Kabusu mu?

“Allahu ekber, Amerika ve İsrail’e ölüm, Kahrolsun Yahudi yaşasın İslam” sloganları ilk kez 7 Kasım 2002 yılında Sa’da’daki “Meran” medreselerinin salonlarından birinde yankılandığında, bu kadarı bile bu sloganları atanların şiddetli saldırılara hedef olması için yeterliydi.  

Görüntülenme: 1270 Tarih: 17 Mart 2015 07:14
Husiler ABD ve Siyonistlerin Kabusu mu?

“Allahu ekber, Amerika ve İsrail’e ölüm, Kahrolsun Yahudi yaşasın İslam” sloganları ilk kez 7 Kasım 2002 yılında Sa’da’daki  “Meran” medreselerinin salonlarından birinde yankılandığında, bu daha sonradan Ensarullah hareketini oluşturan Husî’lere karşı yürütülecek uzun savaşın işareti oldu.

Bu Amerika’nın doğrudan Yemen’in devrik Cumhurbaşkanı “Ali Abdullah Salih”ten istemiş olduğu bir savaştı ve Suudi Arabistan tarafından sevinçle karşılandı ve Suudilerin Hizbul Islah’ın (Selefi ve Vahhabileri barındıran parti) askeri rollerine destek olarak yansıdı.

Ensarullah’ın Yemen siyasi sahnesinde Güç kazanması

Daha sonra Husî’lere karşı altı savaş yapıldı ve ilk savaşta da Husî’lerin mensup olduğu grubun kurucusu olan “Hüseyin el Husî” şehit oldu. Bu olaydan sonra bu grup kendini Ensarullah olarak adlandırdı ve her savaşta bir öncekine göre daha büyük bir zaferle çıktı ve böylece Yemen siyasi sahnesinin bir aktörü haline geldi.

Ensarullah hareketi kimlerdir?

Ensarullah,  Hüseyin el Husî’nin konuşmalarının özünden ortaya çıkmıştır. O bu konuşmalarını Sa’da Vilayeti’nin Meran bölgesindeki İmam Hadi Medresesi’ndeki talebeleri ve taraftarlarına yapmıştır.

Yemenli araştırmacı ve stratejik araştırmalar ve danışma merkezi başkanı, Abdulmelik el Acri’nin anlatımına göre, bu konuşmalar Husîlerin fikri, siyasi ve kritik araştırma tecrübelerine dayanan, reformist planlarının özetini kapsamaktaydı.

Bu yüzden denilebilir ki, Ensarullah grubu gerçekte, isminin ve mahbubiyetinin karalanması için pek çok saldırıya maruz kalmış ve bu saldırılar neticesinde 2004 yılında şahadete kavuşmuş olan el Husî’nin fikirlerinden doğmuştur.

El Husî’nin şehit olduğu ana kadar Ensarullah grubu bu isimle tanınmamış ve organize olmamıştı, Hüseyin el Husî bu konuda şunları söylüyor: “Biz siyasi bir parti ya da kuruluş değiliz, biz Müslüman bir grubuz bize olan düşmanlıklarından dolayı Amerika ve İsrail ile savaşıyor, onların mallarını boykot ediyor ve yine insanlara Kuran’ı hatırlatıyoruz, çünkü bizim düşmanlarımız Amerika’nın isteklerinin uygulayıcılarıdırlar.

Hüseyin el Husî kimdir?

Hüseyin Bedreddin el Husî, Yemen Ensarullah hareketinin kurucusu

Hüseyin el Husî 1959 yılında Sa’da vilayetindeki “el Ruveys” şehrinde dünyaya gözlerini açtı, ilmi bir ortamda yetişti, çünkü o Yemen’deki Zeydilerin en tanınmış dini önderlerinden biri olan Bedreddin Emireddin el Husî’nin oğluydu ve bu sebeple onların ailesi ilmin yanında siyasi meselelerle de ilgileniyordu.

Hüseyin el Husî’nin kız kardeşlerinden biriyle evli olan Abdurrahim el Hemran’ın dediğine göre, Hüseyin’in büyük babası, Allame Emireddin Zalimler karşısında bayrak açmış ve katı bir tutum sergilemiştir ve o zaman, Cuma namazlarında zalim yöneticiler için dua edilmemesi gerektiğini ilan etmişti, çünkü zalimler ve günahkârlar için yapılan dua onları aklıyordu.

Hüseyin el Husî’nin babası da siyasi meselelere çok önem veriyordu ve her zaman radyo haberlerini dinliyordu ve amcası Abdulkerim el Husî de, 1962 olayları esnasında mescitte şehit edilmişti.

İmam Humeyni’nin (r.a) Yemen’de sevilmesi

İran’da İslam inkılabının zafere ulaşmasından sonra, Husî’nin, babasının ve pek çok Yemenlinin gözünde imam Humeyni sevilen bir şahsiyetti ve yapmış olduğu inkılapla, Yemen Zeydilerinin değerlerini ve yetişmiş oldukları esasları güçlendirdi. Öyle ki Yemen’deki birçok ulema imam Humeyni’nin Zeydi olduğunu ilan ettiler, çünkü Zeydiler inkılabi bir düşünce yapısına sahiptiler ve bu dinin esası: Zalime karşı kıyam etmek, emri bil maruf ve nehyi anil münkerden ibarettir.

El Husî ailesinin de içinde bulunduğu Yemenliler imam Humeyni’yi seviyorlar ve ona özgürlükçü olarak ümitle bakıyorlardı. Onun Kurani kavramları insanlara hatırlattığına, doğu ve batının baskıcılığından uzak adaletli bir İslam devleti kurmak istediğine inanıyorlardı.

Hüseyin el Husî’nin Şubat 2002’de yapmış olduğu konuşmadan bir bölüm

“İmam Humeyni döneminde İran İslam İnkılabına muhalefet edenlerin hepsi bu muhalefetlerinin neticesini gördüler. Yani, İran aynı şekilde Amerika ve İsrail’in en zorlu düşmanıdır. İslam İnkılâbı’nın kurucusu; Arapların ve Müslümanların, Amerikan ve batı sömürüsünün boyunduruğundan kurtulmaları konusunu ısrarla dile getirmişti ve İsrail’in yok edilmesi yönünde hareket ediyordu.  Ancak birçok ülke ve liderleri ona karşı bayrak açtılar ve adına savaştıkları kimseler tarafından nasıl darbe yediklerini gördük. Bunun örneği Amerika’nın Irak’a yapmış olduğu saldırıdır.

Arabistan da bu darbeden kurtulamadı ve Amerikalılar ekonomik olarak onlara ağır yükler yüklediler ve Yemen’de bazı ordu birliklerinin katılımıyla İran’daki İslam İnkılabı ile savaşmak üzere İran savaşına gittiler.

Bu arada, imam Humeyni’nin adil bir imam olduğu çok açıktı, kendi davetinde tereddüt etmedi ve şimdi ise Yemen Cumhurbaşkanı’nın ve ordusunun yapmış oldukları bu hareketin cezasını çekmeleri beklenmektedir.”

Hüseyin el Husî’nin İran ziyareti

1986 yılında Hüseyin, kız kardeşinin kocası Abdurrahim el Hemran ile beraber İran’a gitti. El Hemran bu seferin atmosferini tarif ederken şöyle söyledi: Tam bir inkılâpçı olan Hüseyin, İran’a gitmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Çünkü İran savaş günlerini yaşıyordu. Bu sebeple sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyordu. Öyle ki o zamanlar Hüseyin tanınmış birisi değildi, bir kanal bulup İran’a gidebilmek için bir aydan fazla Suriye’de kaldı.

O İran’a gittikten sonra orada 18 gün kaldı, İranlı ve Iraklı bazı ilmi şahsiyetlerle görüşme imkânı buldu.

El Hemran, Hüseyin’den naklederek şöyle diyor:  Bu bayrağın, imam Humeyni’nin bayrağının yerini hiç bir şey tutamaz. O Saddam tarafından dayatılan Irak savaşında İslam cumhuriyetini savunmak için yeni kurulmakta olan Bedir ordusuna katılmayı düşünüyordu.

1990 yılında Hüseyin ve babası Hizbulhakk’ı kurmak için bazı Zeydi önderlerle bir araya geldiler ve Yemen devleti ve Arabistan’ın bu hizbin önderleri arasında ayrılık oluşturma çabalarının ardından, onlar kendi üyeliklerini sonlandırdılar.

Onlara ilaveten, bir seferde üç bin kişi bu hizipten ayrıldı, çünkü hizbin ıslahı için yapılan çalışmalar kendi içinde sonuçsuz kalmıştı.

Mümin gençler grubu adıyla, Vahhabi düşünceye karşı koyuş

Bundan sonra Hüseyin, Abdurrahim el Hemran’ın da bulunduğu bir kaç kişilik grupla Hüseyin’in kardeşi Muhammed el Husî ve başka gençler tarafından kurulmuş olan ‘Mümin Gençler’ grubuna katıldı. Bu grubun kuruluş amacı, gençlere yönelmek ve onları yıkıcı düşüncelerden, daha doğru bir ifadeyle Vahhabilerin Yemen’de Zeydilere karşı yapmış olduğu saldırıdan uzak tutmaktı.

Hüseyin el Husî, San’a üniversitesinden diplomasını alıp, 1993 ve 1997 yıllarında parlamento temsilciliğinde bulundu. Hüseyin’in Irak’taki kutsal türbelere ziyareti, Saddam’ın Kuveyt’e saldırısıyla aynı döneme denk geldi, bunun neticesinde bu ülkede uzun süre ikamet etmek zorunda kaldı.

1994 yılındaki Yemen ordusu ve sosyalist parti savaşından önce, Ali Abdullah Salih Yemen ulemasını bir araya getirip onlardan sosyalist parti aleyhine tavır koymalarını ve ordunun onlara karşı yapacağı saldırıyı meşru olarak ilan etmelerini istedi.

Bu bağlamda el Islah partisinin kıdemli üyelerinden Abdullah el Ahmer hatıralarında şunları yazmıştır: “Ali Abdullah Salih, din adamlarını sosyalist parti aleyhine harekete geçmekle sorumlu kıldı ve din adamlarından onları sahip oldukları Marksist ve dinsiz fikirlerinden dolayı kafir ilan etmelerini istedi.”

Salih, Şeyh Bedreddin el Husî’nin de içinde bulunduğu Yemenli din adamlarıyla temasa geçti, ancak o Salih’in isteğini reddetti ve sosyalistlere karşı yapılacak savaşı zalimlik olarak tanımlayarak, kendi tutumunda direndi.

Hüseyin el Husî de o zaman, parlamento içinde gösteriler düzenleyerek bu zalimce savaşa karşı muhalefetini ortaya koymuştur. Ancak Ali Abdullah Salih aynı şekilde bu istediğinde inat ediyordu ve bu yüzden Hüseyin’i sosyalistlerle birlik olmakla itham etmiştir. Savaş sona erdi ve Yemen devleti Allame Husî’ye suikast düzenlemek için girişimlerde bulundu, RPG ile onun oturma odasına saldırıda bulundu.

Yemenli aktivistlerden ‘Hamid Rızk’ bu konuda şöyle diyor: “Allame Bedreddin el Husî, yaşamının tehlikede olduğunu fark etti ve etrafındakiler onu Yemen’den ayrılması konusunda uyardı. Bu yüzden  Arabistan’a gitmek üzere ülkeyi terk etti ancak Kral Fahd bin Abdulaziz, ona sadece iki gün ikamet izni verdi.

Bu şartlarda Allame Bedreddin Ürdün’e gitmek üzere Suudi Arabistan’dan ayrıldı ve oradan da Suriye’ye ve sonrasında da İran’a gitti. Yaklaşık bir yıl orada kaldı. 1995 yılının sonlarında Hüseyin el Husî babasını Sa’da’ya geri getirmek üzere bir kez daha İran’a doğru yola çıktı, söylentilerin aksine o hiç bir zaman Lübnan’a gitmedi.

Abdurrahim el Hemran ile beraber Mısır’a gitti ve orda Mısır İhvanı Müslimin’in kurucusu olan şeyh Hasan el Benna’nın oğlu  Seyful İslam ile görüştü ve o da Hüseyin’i beraberinde el Ezher Üniversitesine götürdü.

Hüseyin el Husî Mısır’da cihad konusunda “Farizei Ğayb” adıyla kitap yazmış olan Şeyh Muhammed Abdurrahman ile görüşmeye çalıştı. Hüseyin üniversite öğrenimini sürdürmek istiyordu, bu yüzden yüksek lisans eğitimini tamamlamak amacıyla, el Hamran ile beraber Mısır’dan Sudan’a geçti ve orada çeşitli İslam ülkelerinden gelen üniversite öğrencileri ve büyüklerle görüşmelerde bulundu.

Amerika’ya ölüm sloganı

11 Eylül 2001 olayından kısa bir süre önce Hüseyin el Husî, babasının hanımının hastalığından dolayı (Abdulmelik el Husî’nin annesi) Meran’a geri döndü. O zamanlarda Hüseyin, George Bush’un dünya ya bizim yanımızdadır ya da bize karşıdır sözüne mukabil şunları söyledi: biz İslam’ın yanında olalım, küfrün değil.

Hüseyin o dönemde sosyal faaliyetler ve halka hizmet götürmekle uğraşıyordu, özellikle birçok bölge ülkesi kenarda durmuş ve pek çok sorunla uğraşıyorlarken.

Hüseyin imam Hadi medresesinde bir konuşma yaptı, konuşmasının ekseni; Müslüman ümmetin asıl derdinin birlikten ve Kuran’dan uzak kalmak olduğunu ve bu yüzden Müslümanları Kuran’a sarılmaya davet etti ve bu şekilde “Mesiri Kuran” olarak adlandırılan yol başlamış oldu.

Hüseyin Kuran’a dönüşü Müslümanların vahdeti için bir proje olarak görüyordu, çünkü Müslümanlar Kuran’ın metni konusunda bir probleme düşmedikleri müddetçe, ona sarılabilir ve ayrılığa düşmelerine neden olan farklı tefsirleri bir kenara bırakabilirlerdi.

Amerika “İslami Terörizm” olarak adlandırdıklarına karşı saldırarak Afganistan ve Irak’ı tehdit ettiğinde, Hüseyin, “Allahu ekber, Amerika ve İsrail’e ölüm, Kahrolsun Yahudi yaşasın İslam, Zafer İslamındır” sloganlarını yükseltti.

Bu değişimlerin ardından Yemen Cumhurbaşkanı onu bu sloganları atmaktan vazgeçmeye çağırarak, aksi takdirde onu acımasızca cezalandırmakla tehdit etti. Bu olayla beraber Hüseyin, Ali Abdullah Salih’in onu Vahhabi düşüncesinin etkisi altında olan ve Arabistan’ı destekleyen General Ali Muhsin el Ahmar ile tehdit ettiğini anladı, el Ahmar, Ali Abdullah Salih’in tetikçisiydi.

Hüseyin el Husî bu tehdit karşısında gösterdiği tepkide şunları söyledi: Ben halkın üzerinde onlara engel olacak kadar baskın bir güce sahip değilim, ama siz resmi bir emir çıkararak, bu sloganların atılmasını suç olarak ilan edebilirsiniz.

Hüseyin bu sloganları atmaktan vazgeçmedi, neticede Amerika ve Arabistan’ın doğrudan isteği ile savaş kararı alındı ve Salih bir adamını Hüseyin el Husî’ye göndererek birbirleriyle San’a’da görüşmeleri gerektiği mesajını iletti.

Hüseyin, hala mevcut olan mesajıyla cumhurbaşkanının isteğine şöyle cevap verdi: Eğer Allah isterse uygun bir zaman görüşmeye geleceğim. Savaş kararı daha önceden alındığı için Salih, Husî’nin kendisiyle görüşmeye karşı çıktığını iddia ederek, 2004 yılındaki savaş emrini çıkardı.

Salih, Husî’leri ortadan kaldırmakla Amerika’nın rızasını almayı ve Saddam Hüseyin’i desteklediğinden dolayı da Suudi Arabistan’ın rızasını da elde etmeyi planlıyordu. Öte yandan Amerika Husî’lerin meydana getirdiği tehlikeyi idrak ederek, Amerika ve İsrail’in kırmızıçizgi olduğu görünüşü ve hiç kimsenin slogan atmakla da bu kırmızıçizgileri görmezden gelemeyeceği fikrini güçlendirmek istiyordu.

Öte yandan Suudi Arabistan da eskiden beri Hüseyin’in babası Bedreddin el Husî’ye karşı kin besliyordu. Çünkü Saddam Kuveyt’e saldırdığı zaman Salih, Saddam’ı desteklemiş ve Kral Fahd de Bedreddin el Husî’den Salih’in muhalifleri arasına katılmasını istemiş, karşılığında olumsuz cevap almıştı ve Suudi heyetlerinin bu konudaki çabaları sonuçsuz kalmıştı.

2004 yılında Amerika, Arabistan ve Salih’in Husî’lere karşı yaptığı ilk savaş

Abdurrahim el Hemran’ın söylediğine göre, Husî’lere karşı yapılan ilk savaşta, Ali Muhsin el Ahmar o zamanın kuzey bölgesi komutanı olarak bu savaşın idaresini elinde bulunduruyordu ve savaşta çok sayıda ordu birliğini kullanmıştı.

O zamanlarda 12 Amerikalı subayın özel operasyon karargâhını yönettiği haberleri ifşa olmuştu; savaş özellikle uzatılmıştı. El Hemran’ın dediğine göre; “el Ahmar’ın birlikleri bölgeyi öyle bir kuşatmaya almışlardı ki, 82 gün boyunca Meran’a bir paket süt bile girmemişti ve eğer saldırganlar bu bölgedeki oksijeni de kontrol edebilselerdi kesinlikle halkı oksijenden bile mahrum ederlerdi.”

Medyanın da bu bölgeye yaklaşma izni yoktu ve Meran’a en yakın gazeteci, el Arabiya’nın muhabiriydi ve olay yerine 50 kilometre uzaktaydı. Yemenli yetkililer Meran’a karşı yapılan birinci savaşta birçok suça karıştılar. O dönemde Hüseyin el Husî, BBC ile yaptığı görüşmede şunları söyledi:“Onların bir günde bize karşı gerçekleştirdikleri saldırılar, Amerika’nın Bağdat ya da Felluce’ye yaptığı saldırılardan daha fazlaydı, ancak kısıtlı imkanlarla Husî savaşçıları kahramanca direniş gösterdiler.”

Bu arada el Husî, Sa’da’da bulunan dağlık ve geçişi zor bir bölge olan “Sahra Salman”a sığınmıştı ve Yemen ordusunun subayları ona suikast düzenlemek için, bir gece bir grup askerle bu bölgeye saldırmış ve orayı patlatmışlardı.

Bu patlamanın etkisiyle çok sayıda şehit ve yaralı verilmişti, Hüseyin el Husî de yaralılar arasındaydı başından ve ayağından yaralanmış, gözlerini kaybetmişti, hatta savaşçıların ellerinden silahları alınmıştı ve ellerinde kalan tek silah Hüseyin’in amcaoğlu Abdulkerim’de bulunan bir bombaydı, Abdulkerim de bu bombayı attıktan sonra şahadete ulaştı.

Bundan sonra, Yemen ordusu komutanları Hüseyin el Husî’ye aman vererek ondan bu bölgeyi terk etmesini istediler ve âmânda olduğunu vurguladılar. Ona bir zarar vermeyeceklerini söylediler. Neticede Hüseyin oradan çıktı, yanında oğlu ve bir başkası onu bazı komutanlarla görüşmek için götürürlerken, Yemen ordusu durumdan istifade ederek o bölgeye girerek, yaralıları ve el Husî ailesini esir aldılar ve el Husî de komutanlarla görüşmesinde idam edildi.

Hüseyin’in kız kardeşinin kocası bu konuda kendilerine Yemen ordusundan ‘Sabit Cevvas’ adındaki bir subayın bilinmeyen biriyle yaptığı telefon görüşmesi bittikten sonra, tüfeğini Hüseyin’e doğrultarak öldürücü kurşunu sıktı. Dolayısıyla bu subayın sonradan istifa eden Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbih Mansur Hadi’ye bağlı özel birliklerin komutanı olarak tayin edilmesi tesadüfi değildir.

Yemenli gazeteci, Hamid Rızk, Yahudiler aleyhine atılan sloganları konusunda şunları söyledi:“Burada yerleşimci ve işgalci, Müslümanların varlığını ve mallarını gasp eden zalim Yahudiler kast edilmiştir. Bu tamamen ‘kahrolsun Amerika’ sloganına benzemektedir. Kahrolsun Amerika diye bağırdığımızda burada kastedilenin Amerikan halkı mı yoksa Amerika’nın siyasetleri midir? Cevap açıktır: Biz Amerika’nın siyasetine karşıyız, onun dinine mezhebine değil.”

 

mashreghnews

Yorumlar