Doğruhaber Gazetesi Yazarı Selahaddin Yıldırım, İslam coğrafyasında meydana gelen çatışmaların ısrarla mezhebi saiklerle gerekçelendirilmesinin kasıt değilse cehalet olduğunu belirtti.
Yıldırım, bugünkü köşesinde kaleme aldığı “Suudi hanedanı ne zamandan beri Sünni oldu” başlıklı yazısında “Düne kadar bazılarınca ‘Vahhabi' diye dışlanan Suudi Arabistan yönetimi şimdi Sünniliğin lideri görülüyor. Şimdi sormak gerekir, yıllardan beri israil'e karşı direnişi (Hamas, Hizbullah, İslami Cihad vb )destekleyen İran Şii ve kötü; israil'e toz kondurmayan, Filistin direnişini terör ilan eden Suudi ve Mısır cunta yönetimi Sünni ve iyi mi oluyor?!” ifadelerini kullandı.
Yıldırım'ın yazısı şöyle:
Bölgemizde meydana gelen olayları bir mezhep kavgası olarak görmek kasıt değilse cehalettir. İslam dünyasında hiç bir zaman gerçek manada bir mezhep savaşı yaşanmamıştır. Bu ad ile tarihe geçmiş olan kavgalar yakından incelendiğinde, sebeplerinin çoğunlukla siyasi rekabet, şahsi ve ailevi çıkarlar olduğu görülecektir. Emevi ve Abbasilerden tutun da, Osmanlı ve Safevilere kadar süren rekabetin temelinde sadece iktidar ve egemenlik hesapları vardır.
Zira İslam tevhit dinidir. Tevhit her alanda ‘birlik' düşüncesini öngörür. Tefrika ve ayrımcılık İslam'ın ruhu ile bağdaşmaz. İslam tarihinde ortaya çıkan değişik mezheplerin ana hedefi ise, yaşanan dönemde ve şartlarda hayatın İslami esaslara göre yaşanıp sürmesine yardımcı olmaktır.
Mezhepler arası görüş ayrılıklarının meşruiyeti ise hiç bir zaman tartışma konusu edilmemiştir. İlmi sahadaki ihtilaflar daima saygı ile karşılanmış ve alimlerimiz bu ihtilafları ‘rahmet' olarak değerlendirmişlerdir. Hiç bir mezhep ve içtihat sahibi müçtehit alim, kendi görüşü dışındaki görüşleri yok sayma gibi bir düşünce ve yaklaşım içinde olmamıştır. Müslümanlar, Kur'an'dan aldıkları feyiz ve ilham ile değişik din ve inançlardan insanlara bile hoşgörünün en parlak örneklerini vermişken, nasıl olur da aynı dine mensup farklı görüş ve yorumları benimseyen din kardeşlerine tahammülsüzlük gösterip onları dışlayabilirler?
Bölgemizde Irak, Suriye gibi yerlerde yıllardır devam eden ve halen de sürmekte olan savaşların özünde din veya mezhep faktörü aramak yanlıştır. Olay, hakka ve halka dayanmayan mevcut idarelerin iktidarlarını ve çıkarlarını korumak için halkın inançlarını kullanmaları ve bölge üzerinde hesap yapan büyük devletlerin de bu hassas konuyu kendi çıkarları için kullanmalarından ibarettir. Başka bir ifade ile inançların günlük siyaset ve çıkar hesapları için kullanılmasıdır. Tarihte bu tür suistimaller her zaman olmuş ve olmaya da devam edecektir.
ABD ve batı dünyası mezhep ve etnik esasa dayalı ayrımcılığı körükleyen politikaları sürdürmeye devam ediyor. ABD'nin Suudi Arabistan öncülüğünde devam eden Yemen saldırısını desteklemesi de bunun en son örneğidir.
İşin aslına bakılırsa Yemen'de bir İran etkisi veya bazılarının ısrarla dillendirdiği Şiilik tehlikesi filan gibi bir şey yoktur. Hem Şiilik veya Sünnilik neden tehlike olsun ki? Tehlike Şii veya Sünni olmak değil, asıl tehlike bunun bir oyun ve tuzak olduğunu kavramamaktır. Yemen'de asırlardan beri Şiiler ve Sünniler var ve bunlar beraber, kardeşçe yaşama geleneğini günümüze kadar sürdürdüler. Yemen'deki sorun, propaganda edildiği gibi mezhebi değil, tamamen siyasi güç ve iktidar kavgası ekseninde cereyan etmektedir.
Yemen'de de, başka yerlerde de tek sorun; iktidarı zorla ele almış, halka zulmeden gayrı meşru yönetimler sorunudur. ABD ve batıya sırtını dayamış bu yönetimlerin yaşadığı sıkıntılar ‘mezhep' kılıfı ile gizlenmeye çalışılıyor. Olup bitenin aslı bundan başka bir şey değildir.
İşin aslında siyasi rekabetin olduğunu gösteren sayısız örnekler var. Suudi idaresinin İran'ın bölgedeki nüfuzundan rahatsızlık duyduğu öteden beri bilinen bir şey. Suudiler İran'ın ABD ile varılan nükleer anlaşmadan da rahatsızlık duydukları sır değil. Bölgede İran'ın ABD ile vardığı bu anlaşmaya karşı çıkan iki devlet var: israil ve Suudi Arabistan. Suudi şefleri ve siyasetlerini anlamak o kadar zor değildir. Ata sözünde ifade edildiği gibi: ‘Bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim'.
Suudi Arabistan'da, israil ve ABD'nin dümeninde bölgeyi ateşe vermek isteyen bir yönetim sorunu var maalesef. Suudi şefleri, israil tarafından vahşice harap edilen Gazze konusunda israil'e tek bir laf etmemişlerdir. Bu hanedan, ABD'nin İran'a saldırması için hep baskı yapmış, ‘Yılanın başı küçükken ezilmeli' diyerek ABD'yi İran'ın nükleer çalışmalarını tahrip etmek için müdahaleye çağırmıştır. Suud hanedanı kronik bir ‘İranofobia' hastalığına yakalanmış maalesef. Bu gidişle nereye varacaklarını bilemiyoruz. İyi ki çok geçmeden Pakistan ve Türkiye tavırlarını değiştirdiler. Yoksa bu çöl bedevilerine kalsa İran ile bir savaş kaçınılmaz olacaktı.
Şimdi sormak gerekir, yıllardan beri israil'e karşı direnişi (Hamas, Hizbullah, İslami Cihad vb )destekleyen İran Şii ve kötü; israil'e toz kondurmayan, Filistin direnişini terör ilan eden Suudi ve Mısır cunta yönetimi Sünni ve iyi mi oluyor?!
Ne garip şeyler yaşıyoruz böyle. Daha düne kadar bazılarınca ‘Vahhabi' diye dışlanan Suudi Arabistan yönetimi şimdi Sünniliğin lideri görülüyor. Öylelerini biliyorum ki, Hacc veya Umre ziyaretleri esnasında Mekke ve Medine'de Suudi imamların arkasında eda ettikleri namazlarını bile kaza ediyorlardı. Şimdi ise bu efendiler, Türkiye neden Suudi Arabistan'ın başlattığı ateşe benzin dökmüyor diye yırtınıp duruyorlar.
Mezhepçilik ve ırkçılık batının İslam alemini parçalaması için devreye soktuğu korkunç bir tuzaktır. Bu politikalara alet olan saf Müslümanlar ise sadece israil ve ABD çıkarlarına -bilerek veya bilmeyerek- hizmet etmektedirler. Batının İslam ümmetini yok etmek hamlesini başlattığı bir dönemde kurduğu bu tuzağa düşmek, hem büyük bir gaflet hem de ihanettir. Mevla bu ümmeti uyandırsın, düşmanlarının tuzağına düşmekten korusun.