Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, dün(5 Mayıs) akşam yaptığı konuşmada bölgede yaşanan gelişmelerle ilgili konuştu.
Nasrallah'ın konuşmasının Yemen'le ilgili kısmı şu şekilde:
Şimdi bazı konulara özet olarak işaret etmeye ve Yemen, Irak, Suriye, Lübnan, Kalamun ve doğu sıradağları meselesine değinmeye çalışacağım. Önce Yemen’de başlıyorum.
Suudi rejimi 40 gün önce Yemen’e ‘Kararlılık Fırtınası’ adıyla savaş ilan etti ve bu savaş için resmi hedefler belirledi. Koalisyon sözcüsü, Suudi medyası, ‘Kararlılık Fırtınası’na bağlı medya ve Suudi yetkililer, çeşitli merasimlerde bu hedeflere işaret etti.
Bu mütecaviz koalisyon, saldırıların başlamasından 26 gün sonra, yani 21 Nisan’da Kararlılık Fırtınası operasyonunun durdurulduğunu açıkladı. Koalisyon, operasyonların durdurulma sebebini tüm hedeflere ulaşıldığı gerekçesiyle açıkladı ve yeni bir operasyon olarak Yemen Halkına ‘Umudun geri döndürülmesi’ operasyonunun başlatıldığını bildirdi.
Bu operasyon için de somut hedefler belirlediler. Umudun geri döndürülmesi adlı operasyonun başlamasından sonra da Yemen’e saldırılar devam ediyor.
Biz bir kez daha büyük bir saptırma ve aldatmacayla karşı karşıyayız. Bu büyük kandırmacayı Kararlılık Fırtınası’nın bitirilmesinden bugüne kadar gözlemlemek mümkün. Bu, büyük ve tehlikeli bir kandırmacadır ve bunun değerlendirilmesi gerekiyor.
Suudilerin Yemen kandırmacası
Suudiler, Yemen’de tüm hedeflerine ulaştıklarını söylediler. Bu, en büyük kandırmacadır. Koalisyon sözcüsü, Suudi medyası ve yetkilileri, Arap medyası, siyasileri, yazarlar, gazeteciler, hemen herkes, Suudilerin 26 günlük Kararllık Fırtınası adlı Yemen saldırısında tüm hedeflerin gerçekleştirildiğini belirterek zafer kutladı. Bugün de bu meseleye Körfez İşbirliği Örgütü toplantısında işaret edildi.
Maalesef şunu söylemeliyiz ki Suudi karşıtı medya, yani bu saldırıların hedefi olan medya, Kararlılık Fırtınası operasyonunun imkanlarına sahip değil. İnsan bu büyük kandırmacayı ve saptırma çabalarını kabul edebilir mi?
Bu operasyonlar Araplık adına yapıldığı sürece ben bir Arap vatandaş olarak bu operasyonun 40 gün boyunca Yemen’de hangi hedeflerine ulaştığını sorma hakkına sahibim. Bu saldırılarda gerçekleştirilen bir hedef açıklamalarını istiyorum.
Suudi rejimi ve müttefikleri, iddia ettikleri yasal hükümeti Yemen’e döndürebildiler mi? Mansur Hadi’yi Aden’e veya Sana’ya geri getirebildiler mi? Yemen ordusunun ve Halk Komitelerinin ilerleyişini engelleyebildiler mi? Ensarullah Hareketi’nin silahlarını ele geçirebildiler mi? İlan ettikleri herhangi bir hedefe ulaşabildiler mi?
Bu saldırılar hiçbir hedefe ulaşamadı. Bu saldırının gerçek hedefi, Suudi Arabistan’ın sultasını Yemen’e dayatmasıydı. Suudi rejimi, sultasını Yemen’e dayatamadı. Suudiler, Yemen’de vehmettikleri İran’ı ortadan kaldıramadı.
Bu kandırmaca ile ilgili olarak diyorum ki bu koalisyon Kararlılık Fırtınası ile ulaştığı tek bir hedef göstersin.
Suudiler hiçbir hedefe ulaşamadı
Biz bu operasyonlarda Suudilerin ağır yenilgisine ve Yemenlilerin açık zaferine şahidiz. Suudilerin yenilgisinin asıl sebebi, Allah’ın yardımından sonra Yemen halkının kararlı, cesaretli, birlik ve beraberlik içindeki direnişi ve Yemen ordusu ile Halk Komiteleri’ni desteklemesiydi. Yemen halkı Suudilerin Kararlılık Fırtınası ile hiçbir hedefe ulaşmasına izin vermedi.
Bu operasyonların ikinci bölümü ‘Umudun Geri Döndürülmesi’ adını taşıyor. Bu aşamada da bir başka kandırmacaya şahidiz. Bununla ilk aşamadaki acizliklerini ve yenilgilerini gölgelemeye çalışıyorlar.
Suudi rejimi ve müttefikleri Yemen’de herhangi bir hedefe ulaşamayacakları sonucuna vardılar. Onlar, Yemen saldırılarında büyük hedefler koymuşlardı. Bunların gerçekleştirilebilmesi savaşın uzun süreli olmasını ve geniş çaplı kara harekâtı yapılmasını gerektiriyordu.
Hâlbuki onlar, geniş çaplı kara harekâtı başlatabilecek cesarete sahip değiller. Yabancı asker edinme peşindeler bugün Senegal’in, Suudilerin Yemen saldırısına katılmak üzere asker göndereceği söylendi.
Dolayısıyla Umudun Geri Döndürülmesi operasyonu için de gerçekleştirebilecekleri daha küçük bir hedef ortaya koydular. Burada büyük kandırmacayı açıkça görüyoruz. Onlar, operasyonların adını Kararlılık Fırtınası’ndan Umudun Geri Döndürülmesi şeklinde değiştirdiler. Kararlılık Fırtınası ile tüm hedeflerin gerçekleştirildiğini iddia ettiler ve Umudun Geri Döndürülmesi ile daha küçük bir hedef koyarak diğer bir yenilgiyi önlemeye çalıştılar.
Yeni operasyonun hedefleri
Umudun Geri Döndürülmesi operasyonun başlangıç bildirisinde dendi ki: Yemen’deki siyasi süreç BM Güvenlik Konseyi kararı, Körfez İşbirliği Örgütü planı ve Yemen ulusal diyalog konferanslarında alınan kararlar doğrultusunda yeniden başlatılacak. İkincisi, Yemen’deki sivillerin desteklenmesine devam edilecek. Üçüncüsü terörizmle mücadele devam edecek. Dördüncüsü yabancıların Yemen’den tahliyesine kolaylık sağlanacak. Zarar gören bölgelere gönderilen insani yardımlar arttırılacak ve insani yardım ulaştıracak uluslararası girişimler için şartlar hazırlanacak. Beşincisi Husi milislerin ve müttefiklerinin hareketlerine karşı konacak ve bunların askeri üslerdeki silahları yağmalamasına ve dışarıdan silah edinmelerine izin verilmeyecek. Altıncısı, uluslararası işbirliği ile Husi milislerinin havadan, denizden ve karadan silah edinememesi için çaba gösterilecek.
Bunlar Kararlılık Fırtınası’nda da ilan edilen hedeflerdi. Suudiler ilan ettikleri bu hedeflerde dürüst değildi; çünkü onların gerçek hedefi, Yemen’e hakim olmak ve bu ülkeye Amerikan ve Suudi sultasını geri getirmektir.
Bugün her zamankinden çok daha açık bir şekilde belli oldu ki sultalarını Yemen’e geri döndüremeyen Suudiler, Yemen’i tahrip etme çabasına devam ediyor.
Bu saldırılardaki üçüncü kandırmaca da Umudun Geri Döndürülmesi operasyonunun pratiğe geçirilme süreciyle ilgilidir. Suudiler, bu operasyonun hedefinin sivilleri desteklemek olduğunu söylüyor. Ama Umudun Geri Döndürülmesi operasyonunun başlamasından bugüne kadar sivil yerleşim merkezlerine yönelik hava saldırıları her şekli ile tıpkı Kararlılık Fırtınası gibi devam etti. Sivillerin desteklenmesi, onların daha fazla öldürülmesi anlamına geliyor.
Yasak silahların kullanımı
Tehlikeli bir mesele de uluslararası alanda yasak edilmiş silahların bu saldırılarda kullanılmasıdır. Bazı uluslararası kuruluşlar, Suudilerin Yemen’de kullanımı yasak olan salkım bombalarını kullandığına işaret etti.
Bu bombalar siviller için çok tehlikelidir. Biz Lübnan’da 2006 savaşından sonra bu tecrübe ile karşı karşıya kalmıştık; hala da bu sorunla karşı karşıyayız.
Umudun Geri Döndürülmesi operasyonun diğer bir hedefi de terörizmle mücadeleydi. Bu operasyonun sonucu olarak el-Kaide ile müttefiklerine ve Mansur Hadi yanlısı milislere silah gönderilmesiydi. El Kaide, bu silahlarla Yemen’de daha fazla bölgeye hakim oldu. Koalisyon güçleri el-Kaide mevzilerine doğru ilerleyemesin diye Yemen ordusu ve halk Komitelerine saldırıyor.
Suudiler, Umudun Geri Döndürülmesi operasyonu ile Yemen’e daha fazla insani yardım yapılacağını söylüyor. Fakat gerçekte olan şey şu: Suudiler yabancıların Yemen’e insani yardım ulaştırmasına izin vermiyor.
Bundan daha da kötüsü, havaalanlarını, başkent Sana’nın havaalanını bombalıyor. Bunun en son örneği İran’ın insani yardım getiren uçağının inişinin engellenmesi için Sana havaalanının pistinin bombalanması oldu. Suudiler havaalanlarını bombalayarak, Yemen’e insani yardımların arttırılacağını söylüyorlar.
Suudiler, Yemen’deki siyasi sürecin hızlandırılmasının Kararlılık Fırtınası operasyonunun hedeflerinden biri olduğunu söylüyorlar. Bugün yaşananlar, Yemen’deki siyasi sürecin daha karmaşık bir hale gelmesine ve siyasi grupların diyalogdan uzaklaşmalarına neden oldu.
Yemen’deki milli ve İslami gruplar, diyalog toplantılarının mütecaviz ülkelerde yapılmasına karşı çıkıyor. Fakat Suudiler Mansur Hadi’ye diyalog konferansının Riyad’da toplanmasını istemesi için talimat verdiler. Suudilerin bu adımı, aslında diyalogun başlamasını istemediği anlamına gelmektedir.
Yeni operasyonun eskisinden hiçbir farkı yok
Bu saldırılardaki dördüncü kandırmaca şudur: Suudiler dünyaya Yemen savaşını durdurduklarının ve şu an yapılanların sınırlı hedefler çerçevesinde olduğunun imajını vermeye çalışıyor. Suudilerin bu adımı büyük bir yalan ve kandırmacadır.
Umudun Geri Döndürülmesi operasyonundaki savaş Kararlılık Fırtınası’ndaki savaşın aynısıdır. Bu 40 günlük saldırıda değişen hiçbir şey olmamıştır. Hatta bu saldırının daha şiddetli, daha kapsamlı ve daha canice olduğu söylenebilir.
Bu saldırıların hedefi bugün her zamankinden çok daha açık hale gelmiştir. Yemen halkı, ordusu, Yemen ulusal güçleri, Suudi Arabistan’a teslim olunmasına karşıdır; egemenliğini, bağımsızlığını koruma ve saldırılara karşı koyma konusunda ısrarcıdır.
Biz bu 40 günlük saldırı boyunca Yemen halkında bir yenilgi belirtisi görmedik. Yemen ordusu, Halk Komiteleri ve kabileler, sınır bölgelerinde inisiyatifi ele geçirdi ve sahada da ilerlemeye devam ediyor.
Bu Suudi uçakları bir saat içerisinde Aden’in belirli bölgelerine 120 defa hava saldırısı yapıyorsa bu Yemenli güçlerin ilerlediğini gösteriyor. Dolayısıyla Yemenliler, Suudilere teslim olmama konusunda kesin bir iradeye sahipler. Halkların, özellikle de bölge halklarının bu saldırılara karşı insani yardım düzeyinde sorumlulukları bulunmaktadır.
Yemen ablukası kırılmalıdır
Suudiler, Yemen halkına havadan, karadan ve denizden abluka dayattılar. Dışarıdan gıda, ilaç ve akaryakıtın Yemen’e girmesine izin vermiyorlar. Aynı şekilde gıda, ilaç ve akaryakıtın Yemen içinde dağıtılmasına da izin vermiyorlar, tüm gıda ve ilaç depolarını bombalıyorlar.
Uluslararası kurumlar Yemen’de insani açıdan bir facia olduğundan bahsediyor. Kuşkusuz bunun Yemen halkının iradesine hiçbir etkisi olmuyor; ama dünya sorumluluğunun bilincinde olmalıdır.
Saldırganlara şunu söylüyorum: Yemen’de direniş gruplarına baskı uygulamak için kadınların, çocukların öldürülmesi, evlerin ve ülkenin tahrip edilmesi stratejileri başarısız oldu.
Saldırganlara Vietnam, Gazze ve Lübnan tecrübelerini dikkate almalarını söylüyorum. İsrail, tüm savaşlarında sivilleri hedef alıyor ve hala Gazze ablukasını sürdürüyor. 2006’daki Temmuz Savaşında İsrail Lübnan’ı kuşattı ve her şeyi hedef aldı. Ancak bu saldırılar Direniş güçlerinin iradesini sarsamadı; hat onların iradesini daha da güçlendirdi.
Benim saldırganlara mesajım şu: Onların insanlık dışı adımları, bu çatışmalardaki dengeyi değiştiremeyecek. Aksine bu saldırganların onursuzluğu, Yemenlilerin saldırganların zulmüne karşı mücadeleci güçlere daha fazla inanmasına ve onlara daha fazla destek vermesine neden olacak. Egemenliklerinin, bağımsızlıklarının ve onurlarının korunması için daha fazla savaşmalarına sebep olacak.
Dolayısıyla dünyanın bu konudaki sorumluluklarının bilincine varması gerekiyor. Dünya ülkeleri, özellikle de Arap ve İslam ülkeleri, Yemen halkına uygulanan ablukanın kırılması için çaba göstermelidir. Bu ülkeye gıda ve ilaç yardımlarının ulaştırılması gerekiyor. Bu konuda BM Güvenlik Konseyi’nde ve diğer uluslararası zeminlerde girişim yapılması gerekiyor.
Ben herkesten bu konuda sorumluluğunun bilincinde olmasını istiyorum. Yemen’deki insani durumun bir facia haline gelmesine rağmen Yemen halkının sebatına ve kararlılığına tank oluyoruz. Şüphesiz saldırganların bu politikaları ve stratejileri hiçbir halkı mağlup edemeyecektir.
Nasrallah, konuşmasının Irak’taki gelişmelerle ilgili bölümünde de şunları söyledi:
IŞİD’in Musul’u bazı bazı Irak kentlerini ele geçirip Ürdün, Sudi Arabistan ve benzeri ülkelere yönelik tehdit oluşturmasının ardından IŞİD’e karşı mücadele için ABD liderliğinde bir uluslararası koalisyon kurulduğu açıklandı.
Hatırlarsanız ben o dönemde yine bu televizyon ekranından ABD’nin IŞİD’le savaşta ve ona karşı koymakta ciddi olmadığını ve bu meselenin uzun süreceğini; ABD’nin bu meselede acele etmeyeceğini ve IŞİD tehlikesinden bölgedeki kendi planları doğrultusunda yararlanacağını söylemiştim.
Ben o dönemde ABD’nin Irak ve bölge ülkeleri ile ilgili planının bu ülkelerin bölünmesi olduğunu söylemiştim. Bu ülkelerin etnik ve mezhebi çerçevede bölünmesi…
Örneğin Irak Arap ve Kürt olarak, Araplar da kendi içinde Sünni ve Şii olarak… Yine Suriye’ye baktığımızda onlar bu ülkeyi de etnik ve mezhebi temelde bölüyor. Yemen’e baktığımızda mezhebi temelde ve eğilimler temelinde bölünüyor.
Bölge, birbiriyle çatışan zayıf ülkelere bölünmek isteniyor
Biz Amerika’nın gerçek hedefinin bölge ülkelerini etnik ve mezhebi temelde bölmek olduğunu söylemiştik. Yani şöyle düşünün. Yeni kurulan tüm ülkeler zayıftır ve öylesine belirsiz bölünmüştür ki aralarında sürekli savaş vardır.
Yani bizim tanık olacağımız çatışma halindeki ülkeler, yüz yıl sürecek iç savaşlardan sonra onlar arasından biri bir çeşit meşruiyet kazanacak. ABD ve İsrail’in bizim halklarımız, ülkelerimiz ve devletlerimiz işçin istediği şey budur. Bunlar, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden sonra bizim değindiğimiz hususlardı.
Amerikalılar bugün niyetlerinin ve amaçlarının perdesini kaldırdı. Bugün ellerinde planları var, yalnızca onu uygulama peşindeler.
Irak’ın bölünmesine veya onun resmi olarak taksim edilmiş bir bölge haline getirilmesine meşruiyet kazandırmaya yönelik ilk adım atıldı. ABD Kongresi bugün bunun için çalışıyor ve bir karar alarak ABD hükümetine Irak’taki farklı toplumsal kesimleri merkezi hükümetten bağımsız olarak silahlandırma izni vermek istiyor.
Yani şöyle davranılıyor: Güya Irak hükümeti Şiilere aittir ve Kürt ve Sünni kesimler bulunmaktadır ve Amerika da bunlarla doğrudan ilişki kurmaktadır. Yani adeta tek bir ülke ve merkezi hükümet bulunmamaktadır.
Herkesin de fark etiği gibi bu işin başıdır. Peki bunun sebebi ve amacı nedir?
Irak güçleri savunma konusunda ayrım yapmadı
Musul ve IŞİD olaylarının başlarında hepimiz hatırlıyoruz ki Necef’teki dini merceiyet, IŞİD’e karşı savunma cihadı yapılmasını istedi. Belli bir bölgenin, belli bir ilin, belli bir etnik veya mezhebi kesimin savunulmasını istemedi. Hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Irak’ın tüm Irak halkının, tüm Irak coğrafyasının ve egemenliğinin savunulmasını istedi.
Irak hükümeti de bu doğrultuda hareket etti. Irak güvenlik güçleri ve Gönüllü Halk Güçleri de mücadelesini belli bir etnik veya mezhebi kesime göre yapmadı.
Bunun en somut kanıtı Selahaddin iliydi; zira bu il üzüntü verici bir bölümleme ile Sünni bölge veya Sünni il diye adlandırılıyor. Bununla birlikte bu ilde Irak güvenlik güçleri ve Gönüllü Halk Güçleri şehit verdi.
Demek ki Irak’ta Iraklılar falan il bizim; filan il sizindir herkes kendisi mücadele etsin şeklinde hareket edilmiyor. Dini merceiyet, hükümet, meclis ve asli siyasi güçler bu şekilde davranmıyor.
Hepsinden daha kötüsü şu ki Amerikalılar hangi gerekçeyle etnik ve mezhebi kesimlere doğrudan silah verebiliyor? Daha da kötüsü Amerikalılar Irak hükümetiyle yaptıkları silah anlaşması konusundaki yükümlülüklerine bile bağlı kalmıyor.
O halde son derece açık ki Amerikalılar Irak hükümetini ve Irak güçlerini el-Enbar ve Musul’daki IŞİD tehlikesi karşısında zayıf göstermeye çalışıyor. Böylece Iraklı etnik ve mezhebi kesimlere silah vermesinin zeminini yaratıyor ve nihayet bölünme aşamasına ulaşmak istiyor.
Bu, birinci derecede tehlikelidir. Necef’teki dini merceiyet, bu konudaki tutumunu son derece çabuk, açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koydu ve Amerika’nın bu tehlikeli planına karşı olduğunu ilan etti, herkesten de uygun bir tarihi tutum sergilemesini istedi.
Aynı şekilde Irak hükümeti, meclisi, dini liderleri, Iraklı çeşitli partiler ve gruplar en üst düzeyden tavır açıkladılar. Pekala soru şu: Durum bu ölçüde tehlikeli mi? Evet.
Bölge halklarının yazgısı ortak
Ben bugün Irak’la ilgili konuşuyorum. Iraklı olmayan biri olarak sizin bu konudaki sorumluluğunuz nedir? Denebilir. Bizim sorumluluğumuz, biz bu planı reddediyoruz demektir. Irak konusu, bölge konusundan ayrı değildir. Mesele Irak’la başlamadı ki Irak’la bitsin.
Ey bölge halkları, ey bölge devletleri, ey bugünün sorunlarını yaşayan kuşaklar, şunu bilin ki bu plan çok çok tehlikeli bir aşama için hazırlandı. Bu planın tehlikesi konusunda uyarılması gereken şey şu ki onlar Irak’ı bölmeye geliyorlar, ondan sonra Suriye’yi, sonra Yemen’i sonra diğer ülkeleri bölmenin peşinde olacaklar.
Biz burada hatta Amerika il birlikte komplolar kuran ülkeleri de uyarıyoruz. Irak’ın, Suriye’nin Yemen’in bölünmesi, onların başına da bela olacak bu ülkelerin başında da Suudi Arabistan’a işaret etmeliyim.
Bu sebeple nesillerimiz bu meselede sessiz kalmamalıdır. Bölgenin geçmişine bakınız. Eğer Yahudi çeteleri Filistin’de sulta kurmasaydı bugünkü durum böyle olmazdı.
O halde siz Lübnanlısınız Irak meselesinde sizin payınıza söz düşmez denmemelidir. Ya da siz Iraklısınız Yemen meselesi sizi ilgilendirmez, siz Mısırlısınız Suriye meselesi sizi ilgilendirmez denemez. Bu bölge ortak bir çizgiye, ortak tarihe ve ortak geleceğe sahiptir.
Sorunlar ve tehlikeler birdir. Bugünkü nesillerin önceki nesillerin yaptığı geri çekilmek, teslim olmak ve zillet içinde Filistin’i İsrail’e teslim etmek şeklindeki hatasını tekrarlaması kabul edilemez.
Bugün İsrail’in verdiği acıları yaşayanlar zilletle teslim olan nesiller değil, bu acılar nesilden nesle devam ediyor. Biz şu an acı çekiyoruz, oğullarımız ve torunlarımız da acı çekecek. Eğer sorumluluklarımızı yerine getirmezsek acılar içerisinde kalacağız.
Bu tehlikeli bölünme planı ile onlar bölgeyi yüz yıl sürecek etnik ve mezhebi savaşların içine sokmayı amaçlıyor. Peki bu bölge halklarının yazgısı, onuru, hayatı ne olacak? Niye yemekten, içmekten, maişetten değil de onurdan izzetten söz ediyorsun diye soranlar olabilir. Cevabı şudur: Bu savaşın gölgesinde bölge halkları için geriye bir şey kalacak mıdır?
Bugün muhacirleri, mültecileri, açları, yok edilmiş ekonomileri, kaybedilmiş hayat fırsatlarını görüyorsunuz.
Her türlü kalkınma ve sağlıklı bir ekonominin temel şartı, akıllı ve onurlu bir yaşam ve gerçek bir güvenlik ve istikrardır.
Bunlar, bölgeyi Amerika’nın hakim, İsrail’in ise sultacı olarak kalması için birbiriyle çatışan ülkelere bölerek ortadan kaldırmaya çalıştıkları şeylerdir.
Dolayısıyla bugün mücadele etmek istiyorsak bu planı küçümsememeli, bu fitneyi ifşa edip bu planı henüz doğuş aşamasında boğmalıyız.
Biz eğer bu planın yolunu kapatabilirsek diğer planların yolunu da kapatabiliriz.
Nasrallah konuşmasının Suriye’deki gelişmelerle ilgili bölümünde ise şunları söyledi:
Suriyeliler, Lübnanlılar ve bu bölge sakinleri, İdlib’in Cisr eş-Şugur kasbasının silahlı gruplar tarafından ele geçirilmesi üzerine medyanın yaydığı büyük bir söylenti ve baskı dalgası ile karşı karşıya kaldı.
Bu medya baskısını görsel ve yazılı basında ve internet sitelerinde gözlemlemek mümkün. Bütün bu medya baskıları, hedefsiz bir medya savaşından başka bir şey değil. Bunlar yıllardır kara operasyon odalarında bölge ülkelerine yönelik psikolojik savaş için idare ediliyor ve her bir olay ve fırsatta bundan halkı hedef alan bir psikolojik savaş için yararlanılıyor.
Bu şayialardan sonra bazı medya organları, Suriye gelişmelerindeki mezhebi boyuta yoğunlaştı. Bu psikolojik savaşın hedefi, ‘İdlib ve Cisr eş-Şugur’un düşmesiyle Suriye yönetiminin işi bitti, Suriye yönetimi son günlerini yaşıyor’ algısının oluşturulmasıydı.
Bununla Suriye ordusunun mücadele gücünü yitirdiği ve çökmekte olduğu imajı yaratılmak istendi.
Bazı medya organları bu psikolojik savaş çerçevesinde, Suriye’nin müttefiklerinin Suriye’den vazgeçtiğini, İran’ın nükleer meseleden dolayı Suriye’yi sattığını, Rusya’nın Suriye’yi terk ettiğini iddia ettiler.
Psikolojik savaşın hedefi Suriye’nin direncini kırmak
Ayrıca Suriye’deki iç durumla ilgili yalan haberler yayımladılar. Suriye’de yaşamın zorlaştığını, halkın kaçmayı düşündüğünü iddia ettiler, özetle tuhaf bir Suriye görüntüsü yaydılar.
Onların yalanlarından biri şuydu: Suriye’nin sahil bölgeleri çöküş aşamasında çok sayıda Suriyeli Alevi, sahil bölgelerinden Lübnan sınırına doğru kaçıyor, Lübnan hükümeti onların girişine engel olmaya çalışıyor. Hizbullah, Alevilerin Lübnan’ girişine izin verilmesi için Lübnan hükümetine baskı yapıyor. Bunlar içi boş yalanlar…
Ayrıca Suriye yönetiminin Şam’daki ve diğer yerlerdeki Alevilerden evlerini terk etmelerini istediğine dair söylentiler yaydılar. Bunlar temelsiz, aslı astarı olmayan söylentiler.
Biz şu an Suriye'nin azim ve iradesini kırmaya yönelik bir psikolojik savaşla karşı karşıyayız.
Bu yalanların ve söylentilerin bir diğer hedefi, Suriye halkına dayatılan 4 yıllık uluslararası savaşın acizliğini gölgelemekti.
Bazı noktalarda bu tür söylentilerin sonuç vermesi mümkündür. Bu meseleye IŞİD’le ilgili olarak Musul’da ve bazı Irak kentlerinde tanık olduk.
Şartlar dört yıl önce daha zordu
Birinci olarak hiç kimse bu söylentileri ve psikolojik savaşı dikkate almamalıdır. Özellikle Lübnanlılar ve Suriyeliler bu yalan ve söylentilerin psikolojik savaşın bir parçası olduğunu, bunun yeni bir şey olmadığını ve 4 yıldır bu tür söylentilere ve yalanlara tanık olunduğunu anlarlar.
Dört yıl önce bu söylentileri Şam ve Halep’teki çatışmaların çok daha zorlu, şartların da çok daha ağır olduğu dönemlerde de duymuştuk. O dönemde şartlar şimdikine göre çok daha kötüydü.
Bugün Suriye içinde de uluslararası alanda da şartlar çok daha fazla değişti. Dolayısıyla bu durum bizim bu söylentileri veya öngörüleri dikkate almamamıza neden oluyor.
İran ve Rusya söylentilerinin aslı yok
Söylentilerden biri İran’ın Suriye’den vazgeçtiği yönündeydi ki bunun hiçbir aslı temeli yok. Birkaç gün önce İmam Hamenei yaptığı bir konuşmada bu meseleye işaret etti ve müzakerelerin yalnızca nükleer meseleyle sınırlı olduğunu, nükleer program dışında hiçbir konunun müzakere edilmediğini açıkladı. Dolayısıyla İran’la ilgili bu söylentilerin hiçbir şekilde aslı astarı yok.
Aynı şey Rusya için de geçerli. Ben İran’a kıyasla Rusya’dan daha fazla bilgi sahibiyim. Rusya’nın Suriye konusundaki politikasını değiştirdiği yönünde en küçük bir belirti yok. Dolayısıyla sahada bir gelişme olduğu zaman sahadaki sebepleri dikkate almak gerekiyor.
İdlib ve Cisr eş-Şugur gelişmeleri konusunda silahlı grupların ve Suriye ordusunun durumuna, askeri ve lojistik meselelere dikkat etmemiz gerekir.
Bir saha gelişmesini incelerken bölgesel, uluslararası meseleler, müttefikler ve Suriye’nin iç durumu gibi konulara girmek doğru değil.
Suriye yönetiminin ve ordusunun çöktüğü nasıl söylenebilir?
Dolayısıyla sahadaki bir gelişmeyi değerlendirirken tekrar aynı sorunlarla karşılaşmamak için sahadaki sebepleri ve sorunları göz önünde bulundurmalıyız. Her savaşın muhtelif dönemleri vardır. Bir tarafın bir sahada zafer kazanması, savaşta zaferi kazandığı anlamına gelmez.
Dört yıldır Suriye’nin müttefikleri birçok zaferler kazandılar; ama bu savaşta zafer kazandıklarını iddia etmediler. Bir tarafın sahada yenilmesi mümkündür; ama bu, savaşta yenildiği anlamına gelmez.
Bu psikolojik savaşı yürütenler, sahadaki değişimle birlikte kendi taraftarlarını umutsuzluğa düşürüyorlar. Kimse bu söylentilerden etkilenmemeli.
Biz bu duruma Lübnan’da tanığız. Bu ülkedeki bazı vatandaşlar bu söylentiler karşısında aceleci davranıyorlar; ama bir müddet sonra bunun asılsız olduğunu anlıyorlar.
Şartlar ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız
Bu vesileyle aziz Suriye halkına diyorum ki sahadaki şartlar her ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız ve öyle kalacağız. Şimdiye kadar bulunmamız gereken her yerde var olduk. Bundan sonra da bulunmamız gereken her yerde var olacağız.
Son dönemde öyle yerlere girdik ki geçen yıllarda oralara girmemiştik. Biz Suriye’deki bu savaşın yalnızca Suriye halkına ait bir savaş olmadığına inanıyoruz.
Biz bu savaşa duygusal, şahsi, partisel, grupsal sebeplerle girmedik. Doğru bir teşhisle bu savaşa girdik. Teşhisin tüm kanıtları, bizim Suriye gelişmeleri konusundaki anlayışımızı teyit ediyor.
Suriye’yi savunmak, Lübnan’ı Filistin’i, tüm bölgeyi savunmaktır. Dolayısıyla kinleri bir tarafa bırakıp tüm açıklığıyla şu meseleyi düşünmeliyiz: Eğer silahlı gruplar Suriye’ye hakim olsaydı, Suriye, Lübnan ve bölge halklarını nasıl bir kader bekliyor olurdu?
Bölgeye şöyle bir bakılarak bu soruya cevap verilebilir. Biz sorumluluklarımızı yerine getireceğiz.
Kaynak : YDH