İslami Cihad Lideri Şehid Şikaki'nin Gözüyle İmam Humeyni(ra)

İmam Humeynî'den söz etmek gerçekte bu asrın en büyük kişisinden söz etmektir. Yirminci yüzyılın sonlarında, İslam Ümmeti içerisindeki değişim ve ıslah hareketine rehberlik eden İmam, Batılı ünlü bir gazetecinin deyimiyle "Yedinci yüzyıldan gelerek 20. yüzyıla yerleşmiş" bir kişiydi. 

Görüntülenme: 1706 Tarih: 12 Haziran 2015 11:11
İslami Cihad Lideri Şehid Şikaki'nin Gözüyle İmam Humeyni(ra)

İmam Humeynî'den söz etmek gerçekte bu asrın en büyük kişisinden söz etmektir. Yirminci yüzyılın sonlarında, İslam Ümmeti içerisindeki değişim ve ıslah hareketine rehberlik eden İmam, Batılı ünlü bir gazetecinin deyimiyle "Yedinci yüzyıldan gelerek 20. yüzyıla yerleşmiş" bir kişiydi. İmam Humeynî'den bahsetmek, İslam'ın ilk asrından günümüze dek İslam Ümmeti'nin arzuladığı değişimi gerçekleştiren kişiden söz etmektir. Bugün İslam Ümmeti; medeniyet, siyaset, akide, kültür, iktisad ve askerî alanda dirilmiş ve onun gölgesi altında yaşamaktadır. Adalet o kişide özetlenmiştir. O adalet ki insanlık tarihi boyunca sürekli olarak zorba egemenlerin baskı ve hışmına maruz kalmıştır. Bu kişi, uluslararası sahneye 11 Şubat 1979 yılında adımını attığında, tüm dünyanın ilgisini cezp etmiş ve günümüzde uluslararası çatışmalarda merkezi öneme sahip olan harekete de asalet bağışlamıştır.[1]

Yukarıdaki satırlar şehidin "İmam Humeynî, Siyonizm'den Beraatın Feryatçısı" adlı, İslam Devrimi'nin zaferinin birinci yıldönümü dolayısıyla yazdığı ve Kahire'de basılan "Muhtarul İslamiyye" adlı dergide yayınladığı uzunca bir makaleden alınmıştır. Şikaki bu makalede bazı sorular sormaktadır:

Acaba bu basit bir olay mıdır ki, yirminci yüzyılın bu en önemli, en tehlikeli hadisesi bu büyük kişinin telaş ve teveccühüne mazhar olabilsin? Yoksa bu sünnetullaha dayanan kaçınılmaz bir kutsal mücadele midir? Acaba bu yüce insanın Filistin meselesine bunca önem vermesi şaşırtıcı değil midir? Filistin meselesini kendi programının ve hedeflerinin başına koymaktadır. Hem de İran ile Filistin arasındaki mesafe binlerce kilometre olmasına rağmen!

Şikaki bu soruların cevabında şöyle der:

"Bizler, bağrında Mescid-i Aksa'yı barındıran Filistin topraklarının sadece coğrafî olarak ele alınmasına karşıyız. Filistin, Kur'an'ın kalbinden bir ayettir, İslam medeniyetinin ve tarihinin kalbinden doğmuştur! Filistin örnek ve mazhardır. Filistin, öyle bir konunun başlığıdır ki, hiçbir Müslüman önce onun hakkında düşünmeden kendi geleceğini tasavvur edemez bile. Ve kendi meselesini ancak onun konumuna göre değerlendirebilir ve ele alabilir. Bu yüzden İmam Humeynî (r.a.) gibi bir insana hem bu yüzyılda İslam bayrağını eline alması, hem de Filistin meselesiyle bu şekilde ilgilenmemesi yakışmazdı  doğrusu. İmam Humeynî'den önce bu çağda hiç kimsenin İslam sancağını eline alıp Filistin meselesini onun yaptığı gibi ele almaya gücü yetmemiştir."

Şehid Fethi Şikaki, bu makalesinde Siyonist rejimin ilk başbakanı ve Siyonist devletin kurucularından olan David Ben Gurion'a ait olan "Arap olmayan devletleri İsrail'in hizmetine koşmak" şeklinde özetlenebilecek doktrininden de bahseder. Bu teoriye göre İsrail, güvenliğini sağlamak için İran, Türkiye ve Etiyopya ile ilişkilerini geliştirmek zorunda idi. Böylelikle İsrail, uzun vadede siyasi inzivadan kurtulacak, Arap rejimlerinin çevresine ördüğü kuşatmayı da kırmış olacaktı. Bu durum ilaveten İsrail'in siyasi, iktisadi ve askeri vaziyetini de olumlu etkileyecekti. Ama tam da bu sırada, İmam Humeynî Şah rejimine karşı cihad sancağını açacak ve Tahran'la Tel-Aviv arasındaki siyasi ilişkiyi kesmeyi ve İsrail'in İran'daki nüfuzunu yok etmeyi mücadelesinin en önemli hedefi olarak ortaya koyacaktı.

Şikaki, Mısırla İsrail arasında imzalanan zillet yüklü Camp David Anlaşması'nı da eleştirir ve şöyle der:

"Eğer Ben Gurion mezarından başını kaldırabilse ve İsrail'e en yakın, en büyük ve ülkesini en çok tehdit eden ülkenin (Mısır) İsrail'i resmen tanıyan ilk Arap ülkesine dönüştüğünü ve Davud Yıldızı'nı Fahruddevle Fatımî'nin Kahire'sinde göndere çektiğini görebilse idi ne kadar şaşırır ve mutlu olurdu? Bunun yanında İslamî İran ki daha düne dek Ben Gurion Doktrini gereğince İsrail'in en yakın müttefiklerinden sayılmaktaydı, bugün hem resmî olarak hem de halkının tasdik etmesiyle dünyanın bu kanser tümörünün ortadan kaldırılmasını istemektedir. Veya İsrail'in dünyadaki en büyük birkaç elçiliğinden biri olan Tahran elçiliğinin, Filistin'in dünyanın bu en büyük başkentlerinden birindeki ilk büyükelçiliğine dönüştürüldüğünü görseydi, ne kadar endişelenirdi kim bilir?"

Musaddık'ın CIA ajanı General Zahidi tarafından düzenlenen, Roosevelt tarafından planlanmış darbe ile devrilmesinin ve Şahın tekrar tahta çıkmasının ardından Siyonizm'in nüfuzu ülkede tekrar artmaya başladı. Mossad'ın CIA ile birlikte, İran istihbarat teşkilatının (SAVAK) oluşumunda çok etkili olduğu söyleniyordu. Şah, Doktor Musaddık'ın iktidara gelmesinden önce İsrail ile çok iyi ilişkiler geliştirmişti ve bu rejimi, kaçınılmaz bir gerçeklik olarak resmen tanımıştı.

Doktor Şikaki ekliyor:

"Zahidi'nin darbesinin ve Şahın İran'a dönüşünün ardından Yahudilerin İran'ın siyasî, ekonomik ve toplumsal kurumlarındaki etkisi günbegün artmaya başladı. Ülkenin ekonomi ve sanayisini tamamen ellerine geçirmişlerdi. Şahın çok güvendiği Bahaîlerin de yardımıyla devletin bazı kilit noktalarına da sızmayı başararak Tahran'la Tel-Aviv arasında yoğun bir bilgi aktarımı ve güçlü bir casusluk ağı teşkil ettiler.

Ticari alanda ise iki ülke arasındaki yıllık ticaret hacmi 400 milyon dolar seviyesine ulaşmıştı. Şah aynı zamanda, İsrail silah sanayinin bir numaralı müşterilerindendi. Tahran'daki Siyonist rejimin elçiliği İsrail'in İran'daki irtibat ofisi adı altında faaliyet gösteriyordu ve nüfuz edilemez bir kale hükmündeydi. Bu bina, Tahran'ın merkezinde yer alan şimdiki Filistin caddesindeydi ve çelik kapılar ve dikenli tellerle müstahkem kılınmıştı. Olağandışı durumlar için de binanın üstünde gizli bir hava köprüsü kurulmuştu. Binanın avlusunda açılmış bir tünel ile de Veliyy-i Asr Caddesi'ndeki başka bir büyük binaya ulaşılıyordu. Tellere elektrik verilmişti, her çeşit gizli kamera ile şüpheli hareketler izlenebilmekteydi. Binada, özellikle Arap ülkelerini dinlemeye tahsis edilmiş olan gelişmiş dinleme aygıtları bulunuyordu. Büyükelçiliğin altındaki ambarlarda saklanan yiyecek maddeleri, çalışanlarının birkaç aylık ihtiyacını karşılayabilecek miktardaydı."

Şehid Fethi Şikaki'nin tüm bu ayrıntıları belirtmesinin nedeni, Arap halklarının özellikle de Filistinlilerin İsrail'in Şah ile kurduğu ilişkilerin derinliğini bilmelerini istemesiydi. O bu konuda şöyle diyor:

İsrailliler İran ile böylesine dostane ilişkiler kurmalarına rağmen, ani bir değişimin gerçekleşmesinden de çok korkuyorlardı. Bu korkuları, özellikle Devrim'in ilk günlerinde, devrimci Müslüman gençlerin konsolosluk binasına saldırmalarıyla iyice açığa çıkmıştı. Devrim'in zafer kazanmasıyla da konsolosluk çalışanları tüm gizli belgeleri yakıp gelişmiş aygıtlarını tahrip ettikten sonra kaçmayı başarabilmişlerdi. Konsolosluk binasına saldırı esnasında, verilen elektrik akımı yüzünden 12 Müslüman genç şehid olmuştu. Şuna da değinmeden geçmeyelim ki İsrail'in Tahran'daki ilk büyükelçisi ve İslam Devrimi öncesindeki Mossad istasyon şefi olan Uri Lubrani, Devrim'den sonra İsrail'in Lübnan'daki işgal kuvvetlerinde koordinatörlük görevini üstlendi.

Mısırlı ünlü gazeteci Muhammed Hüseyin Heykel "İran Devrimi'nin Öyküsü" adlı kitabında, Şah ile yaptığı özel bir görüşmede kendisine İsrail ile ilişkilerinin sadece casusluk servisleri arasındaki bilgi alışverişiyle sınırlı olmadığını, bazı ordu komutanlarını ve idari birim müdürlerini eğitim için İsrail'e gönderdiğini söylediğini aktarıyor.

Fethi Şikaki, İslam Devrimi öncesinde Tahran ile Tel-Aviv arasındaki ilişkileri teşrih ettiği yazısına şöyle devam ediyor:

"Şah, 1962 yılında İsrail'i bir kez daha resmen tanıma kararı aldı. Ayetullah Kaşanî'nin İran petrolünün millileştirilmesi esnasındaki gayretleri sayesinde, İran İsrail'i tanıma kararını geri almak zorunda kalmıştı. Şahın İsrail'i ikinci kez tanıması, Arap dünyasında ve İslami çevrelerde yoğun bir tepkiyle karşılaştı. Ezher Üniversitesi'nin o zamanki başkanı, Mahmud Şeltut, Şaha gönderdiği bir mektupta, İsrail ile kurduğu ilişkilerin askıya alınmasını istemişti. Şia âleminin büyük mercisi Ayetullah Burucerdi de İran'ın İsrail ile ilişkisini yenilemesini mahkûm etmiş, ilişkilerin sürmesi durumunda Şahı, İran'ı terk etmekle tehdit etmişti. Mısır cumhurbaşkanı Nasır da İran ile siyasî ilişkileri dondurma kararı almıştı."

Fethi Şikaki, İran İslam Cumhuriyeti'nin Camp-David Anlaşması'nı imzaladığı için Mısır'la ilişkilerini kesmesini de şaşırtıcı ve tarihî bir adım saymaktadır:

Bu hadisenin üzerinden 20 yıl geçmemişti ki bu sefer de İslamî İran, Mısır'la ilişkisini kesme kararı aldı. Zira bu sefer İsrail'i resmen tanıma kararı alan taraf Mısır olmuştu. Bu durum, İslamî bir rejimle ulusçu bir devletin farkının çok bariz bir örneği idi; sömürgeciliğin İslam ülkelerini parçalamak için uygulamak istediği planları akamete uğratıyordu. İki rejim türü arasındaki tezadın zamanla daha da belirginlik kazanacağını, uzlaşmacı Arap rejimlerin zayıflıklarının ve acizliklerinin herkesçe görüleceğini zannediyorum. İsrail'in varlığına tüm boyutlarıyla karşı çıkan ve sömürgecilerin fitnelerini hünsa kılan diri bir güç olarak da sadece İslam bâki kalacaktır.

İmam Humeynî, Şahın İsrail ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı 60'lı yılların başından itibaren, Amerika ve İsrail'in İran'a yönelik siyasetlerine karşı mücadelesini şiddetlendirmişti. İmam'ın ünü, büyük bir İslam âlimi oluşu ve merciiyyet makamını haiz olması hasebiyle, tüm İslam dünyasında giderek yayılıyor; İmam ise hem İran halkının, hem de dünya Müslümanlarının sorunlarına olan vukufiyyetini geliştiriyordu. İmam Humeynî, emperyalistlerin politikalarının İslam dünyasının en büyük sorunu olduğunu teşhis etmişti ve sürekli olarak İslam halkları arasındaki vahdetin yağmacı Batı ve İslam dünyasındaki yıkıcı rejimlerin eliyle ortadan kaldırıldığını vurguluyordu.

İmam, Siyonist rejimin, Batı'nın sömürgeci siyasetlerinin İslam dünyasının kalbine dek uzanan en esaslı ve etkili neticesi olduğuna inanıyordu. İmam Humeynî, devrimin hemen arifesinde Kanadalı ve Amerikalı Müslüman Öğrenciler Birliği'nin sorusuna şu cevabı veriyordu:

"Sol ve sağ müstekbirler, İslam Ümmeti'ni ve Müslüman ülkeleri yok etmek için el ele vermişler, bizleri esir etmek ve doğal kaynaklarımızı yağmalamak için aralarında anlaşmışlardır. İsrail, sağ ve sol emperyalist devletlerin yardımıyla; Müslüman milletlerin ezilmesi ve sömürülmesi için var edilmiştir ve bugün her iki blok tarafından da himaye edilmektedir."

Fethi Şikaki, İmam'ın 1973'de yayınladığı, tüm dünya Müslümanlarının Filistin halkını savunmasının zorunluluğuna işaret eden bildirisine değinerek şöyle diyor:

"Çağımız sömürgeciliği, kendi işbirlikçilerini ve bağlılarını İslam dünyasının merkezindeki çoğu yere yerleştirmiştir; bu kişiler bazen cazibeli ve aldatıcı, hatta bazen İslamî sloganlar altında Kur'anî öğretileri ve hakikatleri, günümüz İslam toplumlarının gerçekliğinden uzak tutarak, menfaatlerinin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmaya çalışmaktalar. Ama İmam Humeynî, apaçık ve aydınlık beyanatıyla şöyle diyor: Bir gün geldi ki sömürgeciler tüm güçlerini ve imkânlarını gayri insanî hedeflerine rahatlıkla ulaşabilsinler diye, Müslümanlar ve ülke yöneticileri arasında tefrika yaratmak için ve Müslümanların İslamî öğretilere sarılmalarını engellemek için seferber ettiler."

Şehid Şikaki, İmam Humeynî'nin düşünce dünyasında Filistin meselesinin, uluslararası Siyonizm'in ve emperyalizmin tuttuğu yeri incelediği yazısında şöyle demektedir:

"İran'da yaşanan büyük facialar ve musibetler İmam Humeynî'ye Filistin meselesini ve emperyalistlerin komplolarını unutturmuyordu. İmam, sömürgecilerin planlarının doğasını iyi kavradığından Filistin'in vaziyetini en büyük musibet olarak görüyordu. İmam Humeynî çok yerinde bir kavrayışla işgal edilmiş Filistin ile Şahın hâkimiyetindeki İran'ın durumunu mukayese ediyor, Filistin'de yaşananların İslam Ümmeti'nin yaşadığı en büyük facialardan biri olduğunu söylüyor, bu facianın, Siyonizm'in Filistin'deki varlığının sürmesine göz yumulmak suretiyle devam ettirilmesinin nedenlerini sorguluyordu."[2]

Doktor Şikaki bu soruya cevaben şöyle diyor:

"İmam, emperyalizmin komplolarının tabiatını kavradığı için, bazı İslam ülkelerinde görülen ihtilaf ve ikiye bölünmüşlüğün ve sahip oldukları onca doğal kaynağa ve bir milyarlık nüfuslarına rağmen Batı'yı körü körüne takip etmelerinin emperyalizmin ve Siyonizm'in ellerini kesmelerine engel olduğunu bilmektedir. Sadece kendi çıkarını düşünme, başkalarının taşeronluğunu yapma ve bazı Arap devletlerinin yabancıların nüfuzu karşısındaki teslimiyetçi tavırları on milyonlarca kişiden müteşekkil Arap kitlelerinin, Filistin'in Siyonist işgalden kurtarılması için etkili bir çaba sarf etmelerine engel olmaktadır."

Şikaki yazısının devamında, İmam Humeynî'nin Siyonizm'in ve sömürgeciliğin planlarının meşum sonuçları hakkında Müslümanları uyarmak için gösterdiği telaşlı çabaya da değinerek İmam'ın şu sözünü aktarıyor:

"Herkes şunu iyi bilmelidir ki, büyük devletlerin bölgede İsrail'i kurmaları sadece Filistin'in işgalini amaçlamamaktadır. Onlar tüm Arap devletlerinin sonu Filistin'inki gibi olsun istemektedirler. Ama Filistinli savaşçılar Allah'ın izniyle buna fırsat vermeyecekler."

İmam Humeynî cihad ve savaşımına başladığı ilk günlerden itibaren, Filistin meselesini gündeminin en başında tutuyordu. Çünkü ayrılıkçı Arap milliyetçisi rejimlerin, Şah İran'ının ve İsrail'in planlarından haberdardı. O günün ve geleceğin meselelerine olan derin vukufiyetiyle, İran'ı Siyonizm'in mülevves varlığından temizleyerek ülkesinin yeni bir Filistin'e dönüşmesini engellemiş oldu. İmam'ın mücadelede izlediği yöntem, Şahı alt ederek İslam Devrimi'nin zafer ile sonuçlanmasına vesile oldu. Şah da İmam'ın asıl hedefini derk eder etmez hem İmam'a hem de öğrencilerine tehdit mesajları göndermeye başlamıştı. Şah, gönderdiği bu mesajlarında İmam'dan ve öğrencilerinden İsrail'in politikalarını eleştirmeye dönük hiçbir bildiri yayınlamamalarını istiyordu.[3]

Dr. Fethi Şikaki, İmam Humeynî'yi eşsiz, yiğit ve bilge bir önder olarak görüyordu ve şöyle diyordu:

"O hiç kimseden korkmayan bir kimsedir, öyle ki bütün dünya halkı aleyhinde birleşseler dahi onun maneviyatında bir sarsılma göremezsiniz. Kendi taleplerinde ayak direyerek her çeşit uzlaşmayı reddetti ve teslim olmadı. Bu insan, tarihin diğer büyük devrimcileri gibi yüksek bir şuura, akla ve bilince sahipti ve Şahın tehditlerini mücadeleyi şiddetlendirmek ve hücuma geçme fırsatına dönüştürmeyi başarmıştı. O ısrarla şunu soruyordu: Şah hangi delile dayanarak sürekli İsrail'in savunulması gerektiğinden dem vuruyordu? Acaba o İsrailli midir? Yoksa bir Siyonist miydi?"

İmam Humeynî,1963 yılında Kum'daki Feyziye Medresesi'nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

"Bugün haberini aldım ki, bazı hatipleri emniyete götürmüşler ve onlara üç şeyle işiniz olmasın demişler. Birincisi Şaha ilişmeyin demişler, ikincisi İsrail'e laf söylemeyin, üçüncü olarak da din tehlikede demeyin, buyurmuşlar. Bunlara dikkat ettikten sonra ne isterseniz söyleyin diye de eklemişler. İyi de, bu üç konuyu bir kenara atarsak, başka ne söyleyeceğiz ki? Başımıza ne gelmişse, hepsi de bu üç konuda özetlenmiş zaten. Bütün dertlerimizin sebebi bu üç etken. Şahın İsrail ile ilişkisi acep ne ola ki emniyet teşkilatı İsrail'den söz açmayın diyor. Bu ikisinin birbiriyle ne münasebeti var? Acaba Şah İsrailli mi? Yoksa emniyet teşkilatına göre Şah Yahudi mi? Böyle değil, zira Şah ben Müslüman'ım diyor. O zahiren ben Müslüman'ım dediğine göre, mümkündür ki bir sırrı olmuş olsun!"

Fethi Şikaki, İmam Humeynî'nin Siyonizm'in İslam dünyasındaki etkisi ve tehlikeleri hakkındaki bakışını ve bu konudaki duruşunu pek çok İslami hareket liderinin ve Arap dünyasının düşünür ve siyasetçilerininkilerle, hatta bu konu hakkında konuşmayı adet edinmiş olanlarla bile karşılaştırmanın mümkün olmadığını inanmaktadır. Bunların bazıları, bazı Arap liderlerinin Siyonistlerle kurdukları ilişkileri ifşa ettiler, bazıları da zorba liderlerin karşısında hak sözü söyleme cesaretini gösterebildiler ama hiçbiri İmam Humeynî'nin yol açıcı feryadını yükseltemediler. Şahın İsrail'i tanımasından ve bu ülkeyle güvenlik anlaşması imzalamasından sonra İmam Humeynî Şaha şöyle seslenmişti:

"Biz diyoruz ki, beyefendi, tüm İslam ülkeleri dünya küfür cephesinin ve İsrail'in karşısında saf bağlamışlar! Ama siz ve Türkiye İsrail'in yanında yer almışsınız. Biz bu işin salah olmadığını söylüyoruz. Beyler, Müslüman halkların duygularıyla oynamayın bu kadar! Vallahi zararını görürsünüz. Bütün Müslümanlar bir tarafta, İran da başka bir tarafta! Böyle olursa İran milleti kirlenmiş demektir. O zaman Sünni kardeşlerimiz Şia'nın Yahudiperest olduğunu düşünecektir. Ey halk! Ey Dünya! Bilin ki milletimiz İsrail ile anlaşma yapılmasına karşıdır. Bu bizim milletimiz değil! Dinimizin gerektirdiği şey İslam düşmanlarıyla anlaşma imzalamak değildir! Kur'an'ımız Müslümanların karşısında İslam düşmanlarıyla aynı safta yer almamızı yasaklamaktadır. Şimdi bizim bu söylediğimiz sözler irtica mı oluyor? Güzel, gelin oturun bakalım bu sözlerin neresinde irtica varmış? Sizler ki kendi deyişinizle 2500 yıllık tarihi olan bir memlekete sahipsiniz, çürümüş kemiklerle iftihar ediyorsunuz, İslam'ın karşısına toprağın altındaki bu çürümüş kemikleri çıkarmak istiyorsunuz, şimdi de ömrünüzün son demlerinde İsrail ile anlaşma yaptınız. Yuh olsun bu kafaya! Şimdi bizim bu sözlerimiz "eskiye tapıcılık" oluyor öyle mi?"

Fethi Şikaki, İmam'ın, Şahın İsrail ve Amerika ile işbirliğini sürdürmesi durumunda halkın şer'î teklifinin ne olacağını bildirdiği çağrısıyla ilgili olarak da şöyle diyor:

"İran İslam Devrimi Rehberi, İslam ülkelerinin Amerika ve İsrail ile yaptıkları işbirliğinin uzun vadede doğuracağı tehlikeler hakkında diğer önderler ve İslam âlimlerinden çok daha fazla söz etmiştir. İmam bu mesajında Müslüman halktan Amerika ve İsrail'in İran'daki çıkarlarına zarar verilmesini istemişti. İmam Humeynî İslam âlimlerini ve davetçileri, İsrail'in cürümlerini mescitlerde ve dini mahfillerde halka açıklamakla muvazzaf kılmıştı. İslam Ümmeti'nden de bu fesat ve kanser tümörünün kökünü kazımalarını istiyordu."[4]

Şikaki, tahlilinin devamında İmam Humeynî'nin Filistin meselesindeki duruşundan bahsederken şunu ekliyor:

"Şah, İmam Humeynî'nin ateşli konuşmalarına çok kızdığı için İmam'ın tutuklanma emrini verdi. Ama Müslüman kitleler Şahın bu emrini duyar duymaz sokaklara döküldüler ve "Ya Ölüm ya Humeynî" ve "Şaha Ölüm" sloganlarını haykırdılar. Kontrolünü kaybeden mağrur Şah, orduya halkın gösterilerini dağıtma emri verdi. Bunun sonucunda İran'ın Müslüman halkından 15 bini şehid edildi; bu hadise 15 Hordad Katliamı olarak meşhurdur. Bu kıyım tüm İslam dünyasını yaralamıştı. Ezher Şeyhi Mahmud Şeltut, bu cinayete tepki olarak bir bildiri yayınlayarak dünya Müslümanlarını, İranlı mücahitlerle ve şehid yakınlarıyla dayanışmalarını ilan ederek katliamı mahkûm etmeye çağırmıştı. Bu bildirinin bir kısmında şöyle deniyordu: "Bu günlerde bazı savunmasız Müslümanlara saldırılmaktadır. İlk önce İran'ın büyük âlimleri ve davetçileri bu saldırıların kurbanı oldular, zindanlara dolduruldular. Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker vazifesini yapmalarına engel olundu. İran'daki İslam ulemasının büyük fedakârlıkları ve tarihteki müsbet etkileri inkâr edilemez boyuttadır. Onların İslam yolundaki telaş ve özverilerini asla unutmayacağız!"

Şehid Şikaki, İslam dünyasındaki çeşitli çevrelerin baskıları sonucu Şahın İmam Humeynî'yi serbest bırakmak zorunda kaldığını söyler. Hz. İmam Kum'daki ilimler havzasına dönerek sömürgecilik ve istibdat karşıtı mücadelesine kaldığı yerden devam etmiş, zindandan çıkar çıkmak Feyziye Medresesi'nde irad ettiği tarihi hutbede şöyle demişti:

"Bizim hedefimiz İslam'dır, hedefimiz İran'ın bağımsızlığıdır, amacımız İran'ı İsrail'in kirli ellerinden temizlemek ve İslam ülkelerinin birliğinin sağlanmasıdır!"

Doktor Şikaki İmam Humeynî'nin hapisten çıktıktan sonra bir an bile cihad ve mücadeleden el çekmediğine inanıyordu. O özgürlüğünü elde ettikten sonra da ateşli konuşmaları ve bildirileriyle Şahın İslam karşıtı adımlarını ifşa etmeye devam etti. 15 Hordad'ın yıldönümünde bir grup İslam âlimiyle ortak olarak yayınladığı bildiride şöyle diyordu:

"Her ne olursa olsun bizler İslam'ı ve İslam ülkelerinin bağımsızlığını savunmaya hazırız. Bizim programımız İslam'ın programıdır ve tüm dünya Müslümanları arasındaki "vahdet kelimesi"dir, Siyonistler ve bu yoksul halkın doğal kaynaklarını bedavaya getirerek yağmalayanların karşısında tüm dünya Müslümanlarının safında yer almaktır."

Fethi Şikaki şöyle diyor:

"Evet, İmam Humeynî bakışının derinliği ve çok boyutluluğu sayesinde İslam dünyasının sorunlarının neler olduğunu kavramıştı ve sürekli bu meselelerin halli için telaş gösterilmesinin zorunluluğuna işaret ediyordu. İmam, cüzi ve ayrıntı mesabesindeki sorunlarla uğraşmak yerine, Ümmet'in tüm sorunlarının beynine nişan alıyordu; buna göre asıl meselemiz sömürgeciler, İsrail ve onların satılmış uşakları idi. Bu yüzden de emperyalistlerin cevabı gelmekte gecikmedi; İmam önce tutuklandı, sonra da Türkiye ve Irak'a sürgüne gönderildi. Zira o, Filistin meselesini önemsiz addetmeye hazır değildi. İmam, Filistin meselesinin çözümü için, dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılan göstermelik çözüm önerilerini reddediyordu. O, İslam ülkelerinin İsrail'in başında bir volkan gibi patlayarak Siyonist yapıyı yeryüzünden silmelerini istiyordu. İmam, her fırsatta İsrail tehlikesinden söz etmiştir. Arap liderlerin Ürdün Nehri'nin yatağını değiştirme projeleri söz konusu olduğunda İmam bu liderleri uyararak şöyle demişti: "Ben Müslümanlara soruyorum. Bir ırmak etrafında İsraillilerle ihtilaf etmenizin sebebi nedir? İsrail'in tüm Filistin toprağını işgal ettiğini bilmiyor musunuz? Sizler kendi derdinizin peşine düşmüşsünüz! Gayret edin de tüm Yahudileri Filistin'den atmaya bakın, Filistin'i bırakmış bir ırmağın peşine düşmüşsünüz! İsrail ile bir ırmak hakkında ihtilaf etmeniz, gerçekte onu Filistin'in resmi sahibi olarak tanımanız anlamına gelmektedir."

İmam Humeynî, Siyonistlerin Mescid-i Aksa'yı yakmalarının ardından kendilerine bazı İslamî şahsiyetlerce arz edilen Mescid'in onarılmasıyla ilgili soruların cevabında da şöyle fetva veriyordu:

"İsrail Filistin toprağını işgali altında tuttuğu sürece, Mescid-i Aksa'nın restorasyonu vacip değildir! Siyonistlerin cinayetleri Müslümanların gözünde canlılığını korumalıdır ki, İsrail'in işgali altındaki tüm Filistin topraklarını ve İslami mukaddesatı kurtarmak için harekete geçebilsinler."

Şehid Fethi Şikaki, İmam Humeynî'nin Filistin davasını savunma ve Kudüs'ün özgürlüğü yolunda gösterdiği yorulmak bilmez çabaya değinirken şöyle diyor:

"İmam'ın Türkiye'ye ve Irak'a sürülmesi mücadelesine halel getirmemiştir hiç. İran'da İslam'ı ve Filistin davasını nasıl savunup İsrail ve Şahla mücadele etmişse, sürgün edildiği ülkelerde de savaşımını sürdürmüştür. Filistin sorunu, İsrail veya dünya emperyalizmiyle mücadele ile ilgili bir konu gündeme geldiğinde de, Hz. İmam Humeynî'yi orada her defasında hazır bulurdunuz. İmam, bir grup Filistinli fedainin yönelttiği, humus ve zekât gibi şer'î vücuhâtın Filistinli mücahitlerin teçhizinde ve silah satın alımında kullanılmasının caiz olup olmadığı sorusunun cevabında verdiği fetvada şöyle demiştir:

Bismillahirrahmanirrahim,

Daha önce de hatırlatmıştım, gasıp İsrail devletinin izlediği hedefler İslam ve Müslüman memleketler için tehlike arz etmektedir. Eğer İsrail'e daha fazla mühlet verilirse, fırsatın elden kaçmasından ve bir daha önünün alınma fırsatının ele geçmemesinden korkulur. Tehlike İslam'a yönelik olduğu için, tüm İslam devletlerinin ve Müslümanların mümkün olan her yolla bu fesat maddesini defetmeleri üzerlerine farzdır; İslam'ın savunucularına yardım etmede ellerinden gelen her şeyi yapmalıdırlar. Bu önemli vazifenin ifasında zekât ve sadaka gibi gelirlerin sarf edilmesi de caizdir."

İmam 1969 yılında verdiği başka bir fetvada da “Filistinli mücahitlere yardım edilmesi” hakkında şöyle buyurmuştu:

Bismillahirrahmanirrahim,

Tekitle vurguluyorum ki zekât ve diğer şer'î vücuhâtın bir bölümünün Hak yolun mücahitleri için tahsis edilmesi vaciptir. O mücahitler, insanlık düşmanı kâfir Siyonizm'i yok etmek için savaş ve fedakârlık cephesinde dövüşmekteler. Onlar şerefli İslam tarihini yüceltmek için savaşıyorlar. Allah'a ve ahiret gününe inanan herkesin tüm kudretini bu yolda harcaması vaciptir, sonunda da iki güzellikten birine, ya şehadete ya da zafere ulaşacaktır."[5]

1973 Ekim'inde, Mısır-Suriye ve İsrail arasında ikinci kez savaş patlak verdiğinde İmam bir bildiri yayınlayarak savaşan Arap ülkelerini bu kutsal mücadelelerinde sabırlı ve iradeli olmaya çağırmıştı. İmam, Arap devletlerine seslenerek onlardan dağlar gibi direnç göstermelerini ve gaybî yardımları unutmamalarını istemişti. İran halkından da Filistinlilere, Siyonizm'i ortadan kaldırma mücadelesinde mümkün olan her şekilde yardım göndermelerini istiyordu. İmam Humeynî'nin Ekim Savaşı'nın başlamasından birkaç gün sonra yayınladığı bildirisine "Onları bulduğunuz yerde öldürün" ayetiyle başladığını da hatırlatmalıyız bu arada.

1979 yılında İslam Devrimi'nin zafere ermesinin ardından da İmam, Filistin ve Lübnan cephesini takip etmekten geri durmadı. İmam, yayınladığı bildirilerle bu ülke halklarının mücadelesine verdiği onayı göstermeye devam ediyor, konuşmalarının çoğunda sürekli şunu tekid ediyordu:

"Şahın aleyhine gerçekleşen bu devrimin nedenlerinden biri de İsrail'e olan her alandaki koşulsuz desteği, özellikle petrolünü tedarik etmesiydi. Şah, dünya kamuoyunu kandırabilmek için İsrail'i kınıyormuş gibi görünüyor, ama gizli olarak da her türlü desteği sağlıyor ve İran pazarlarını İsrail mallarıyla dolduruyordu.

İmam Humeynî İslam Devrimi'nin zafere ulaştığı 22 Behmen'de (11 Şubat) Tahran Havaalanı'na indiğinde beraberinde devrimin zafer müjdesini de getirmiş oluyordu; İmam Humeynî o hassas dönemde dahi yıkılmak üzere olan İran şahlık nizamının İsrail ile sürdürdüğü gizli ilişkilere temas etmekten geri kalmıyordu:

"Eğer Bahtiyar ve ordu, Amerika ve İngiltere'nin desteğiyle halkın karşısında durmaya devam eder ve İsrail'den askerî kuvvet isterse biz de üstümüze düşeni yapacağız."

Devrim'in zafer alametlerinin iyice belirginlik kazandığı şubat ayından itibaren, tüm İslam dünyasını benzersiz bir heyecan ve şuur dalgası sarmıştı. Dünya Müslümanları, Devrim'in zafer gününü kutluyor, birbirlerini tebrik ediyordu. Müslümanlar, bu "fethül mübin" (apaçık fetih) dolayısıyla sevince boğulmuştu; ama yarım yüzyıllık Siyonist işgalin acısını çeken ve çürümüş Arap rejimleriyle aynı havayı solumak zorunda kalan Filistin'in mazlum halkının yaşadığı sevinç görülmeye değerdi; uzun mihnet yıllarının ardından ilk kez, bu denli ciddi bir özgürlük umudu doğuyordu. Kudüs'ün özgürlüğünün sadece mümkün değil, yakın olduğuna da inanıyorlardı artık. Sadece sabra ve zamana ihtiyaç vardı. İslam Devrimi tüm dünya Müslümanlarına uyanış bahşetmiş, bilinç aşılamıştı; Filistin'deyse yepyeni bir hareketin doğuşuna vesile olmuştu.

Devrim'in ilk zafer günlerinde, FKÖ lideri Tahran'da hiçbir İslam ülkesinde olmadığı kadar sıcak bir şekilde karşılanmıştı. İmam Humeynî, Yasir Arafat'ı coşkulu bir törenle kabul ettiğinde devrim gerçekleşeli henüz bir hafta olmuştu. Arafat daha çok Sadık Kutbizade ile temas içerisindeydi, Tahran'a ziyaret imkânının sağlanmasını da ondan istemişti. Kutbizade de Arafat'tan özür dileyerek, İran'daki fiilî şartların ziyarete imkân tanımadığını söylemişti. Bunun üzerine Arafat çaresizlikle Şehid Muhammed Muntezerî'yi aramış, o da "Hemen şimdi kalkın gelin, sizi bekliyoruz." demişti. İki cevap arasındaki fark, gerçekte liberaller ile devrimci ve İslamcıların arasındaki farkı yansıtmaktadır.

Arafat İmam Humeynî ile görüşmesinin ardından şöyle diyecekti:

"Bizleri iki ayrı devrim çizgisinin taraftarları olarak görmek doğru değil. Bizler tek bir devrimin çocuklarıyız, rehberimizse bir tane! İmam Humeynî!"

FKÖ liderinin yoldaşlarından biri Arafat'ın, Tahran'da İmam Humeynî ile görüşmesinin ardından "Galiba kaderin cilvesi gereği Kudüs Arap olmayanların elleriyle kurtarılacak" dediğini naklediyor. Elbette zamanın pek çok siyasî yorumcusu Arafat'ın Tahran'a İslam kapısından değil de siyaset penceresinden girdiğini söylüyorlardı. Zaten fazla zaman geçmeyecek, FKÖ liberal ve milliyetçi cereyanlara kapılarak İmam Humeynî'nin asıl hattına karşı cephe alacaktı. 1982 yılında, FKÖ'nün yürütme kolu üyesi olan Hani el-Hasan Filistin'in ilk Tahran konsolosu sıfatıyla Mesud Recevi (Halkın "Mücahitleri" lideri) ile görüşecek ve bu örgütün çizgisini teyit edecekti.

Gerçekte İslam Devrimi'nin FKÖ'ne vurmuş olduğu darbe pek çok siyasî tahlilcinin gözünden kaçmamıştı. İranlı makamlar FKÖ'nü ve Filistin devrimini liberal eğilimlerin kıskacından kurtarıp İslamî çizgiye çekmek için çok gayret göstermişler; ama istedikleri sonucu alamamışlardı. Kum ilimler havzasında Haşimi Rafsancani ile bir grup İslam âlimi Yasir Arafat ile 3 saat boyunca tartışarak Filistin mücadelesini İslamî hatta çekmek için münazara etmişler, fakat Arafat uyduruk bazı bahanelere sığınarak buna yanaşmamıştı. FKÖ'nün asıl amacı, Amerika ve İsrail ile pazarlık masasına oturduğunda İran gibi büyük bir kozu elinde tutmaktı. Hatta ABD elçiliğinin basılması ve içindeki casusların esir alınması eyleminde de arabuluculuk yapmak istemişler ve bazı zenci Amerikalıların serbest bırakılmasının ardından da İran'ın bu jestini kendilerinin sağladığını ilan edivermişlerdi hemen. Irak'ın İran'a saldırısının başlangıcında Arafat tarafsızlığı seçmişti, zamanla Saddam'a yanaşmaya başlayan FKÖ lideri sonunda tam bir Saddam taraftarı olup çıktı. Arafat'ın İran'a yaptığı onca yanlışın neticesi olarak (Hani el-Hasan'ın gizlice Tahran'dan çıkması, Amerikan elçiliği meselesindeki tavırları, İran devletinin muhaliflerine hesap açılması ve Recevi ile görüşme ve İran-Irak Savaşı'ndaki tutumları gibi) İslam Cumhuriyeti ile FKÖ arasındaki ilişkiler zayıflamaya başladı. Tüm bunlara rağmen ilişkilerin tamamen kopma nedeni Arafat'ın Arabistan Kralı Fahd ile İsrail'i resmen tanımaya dönük bir plan tasarısı içerisinde olması idi. İmam böyle bir şeye şiddetle karşıydı.

İmam Humeynî böyle bir teklifin İslam'a ve Kur'an'a ihanet anlamına geldiğini söylüyor; bu barış planının bazı olumlu noktaları ihtiva ettiğini söyleyen akımlarıysa  şöyle uyarıyordu:

"Eğer bu planda İsrail'in resmen tanınması ve güvenliğinin garanti edilmesinin dışında başka hiçbir olumsuz nokta olmasaydı, bu şekliyle bile İslam için büyük bir tehlike olacaktı. Ben bütün Müslüman milletlerden bu teklife karşı kıyam etmelerini ve gerekirse kanlarıyla bu girişimi akim kılmalarını istiyorum."

İmam başka bir çağrısında direk olarak FKÖ liderliğine sesleniyor ve şöyle diyordu:

"Ben FKÖ liderlerine nasihat ediyorum, bu geliş gidişlerden vazgeçsinler. Allah'a tevekkül ederek Filistin halkını ya şehadet ya da zaferle sonuçlanacak olan bir savaş için seferber etmeli, silahlarını İsrail'e yöneltmeliler. Ve bilmeliler ki bu geliş gidiş trafiği Filistin'in direnişçi halkının size olan ümidini kaybetmesiyle sonuçlanacaktır."[6]

İmam Humeynî, mücadelesinin en başından sonuna dek Filistin konusundaki uzlaşmaz tutumunu koruyabilmiştir. FKÖ liderleri ise adım adım uzlaşmacılığa sürüklenerek bugün geldikleri nokta olan en küçük bir ödün karşılığında her şeyi yapmaya âmâdelik menziline vardılar. Sonuçta İmam aramızda yok, ondan geriye kalan yegâne şey anısı ve çizgisidir. Ondan geriye kalan şeylerden biri de, daha Devrim'in ilk zafer günlerinde İslam'ın ve Kudüs'ün kurtuluşu, dinin ihyası için tayin ettiği Kudüs Günü'dür. Bu günde her Müslüman'ın kendisini İsrail ile cihad etmek için hazırlaması ve mücehhez kılması vaciptir! Şüphesiz Kudüs yine böyle bir günde İslam'ın ve Müslümanların sinesine tekrar dönecektir.

 

 

Kaynak: Hasan Hameyar, Fethi Şikaki ve İslami Cihad, çev. Ozan kemal Sarıalioğlu, Feta Yayıncılık, İstanbul 2013.

 


[1]- Fethi Şikaki, "İmam Humeyni: Siyonizmden Beraati Haykıran Adam!" başlıklı makalesi, (Çeviri: Hasan Hameyar), Keyhan Gazetesi, 14315 numaralı sayısı.

[2]- Fethi Şikaki, "İmam Humeyni: Özgürlük Mesajcısı" adlı makalesi, (Çeviri: Hasan Hameyar),Keyhan Gazetesi, 14321 numaralı sayısı.

[3]- Fethi Şikaki, el-Hillu'l-İslamî ve'l-Bedil, Daru'l-Muhtar el-İslami Yayınları, Kahire, 1979. (Bu kitap, İmam Humeyni ve İslam Devrimi hakkında, Fethi Şikaki tarafından Arapça olarak yazılan ilk kitap olma özelliğini de taşımaktadır.)

[4]- Aynı kaynak.

[5]- Seyyid Ahmed Rıfat, önceki kaynak, s. 102.

[6]Keyhan Gazetesi, 14321 numaralı sayısı.

 

intizar.web.tr

Yorumlar