Levent Baştürk :'' İsrail, Kurulacak Arap Ordusuna Karşı Değil.''

Milat Gazetesi’nden Gülsüm İncekaya, Yemen sorununu Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim görevlisi Levent Baştürk’le konuştu.  

Görüntülenme: 1503 Tarih: 10 Ağustos 2015 20:52
Levent Baştürk :'' İsrail, Kurulacak Arap Ordusuna Karşı Değil.''

Milat Gazetesi’nden Gülsüm İncekaya, Yemen sorununu Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim görevlisi Levent Baştürk’le konuştu.

İşte o röportaj:

G. İncekaya:  Ortadoğu coğrafyasında siyasi dönüşümler yaşanıyor/yeni haritalar çiziliyor. Bölgede olup bitenler üzerine ciddi algı operasyonları yapılıyor. Kafamız karışıyor. Olayları, niyetleri, aktörleri anlamakta zorlanıyoruz. Bu bağlamda nedir Hocam, Yemen'de olup bitenler? Kim,  kiminle ve niçin savaşıyor? Husiler darbe yaptı mı? Niyetleri iktidarı ele mi geçirmek mi, iktidara ortak olmak mı?

L. Baştürk:  Yemen’de olanı biteni, Türkiye’de bölge jeopolitiğinden ve hatta sadece Suriye penceresinden bakarak algılamak gibi bir yanlış tutum hâkim. Özellikle de Ak Parti liderliği ve tabanında bu algı çok yaygın. Oysa bu Yemen’in kendine özgü özel koşullarını göz ardı etmeyi ve Yemen halkını sadece bölgesel güçlerin piyonu olarak algılamak gibi bir çıkarımı beraberinde getiriyor. Kanımca bu bakış açısı hem doğru değil hem de içinde bulunduğumuz konjonktür sebebiyle mezhep odaklı bir jeopolitik bakış açısı dayattığı için de sakıncalı ve hatta tehlikeli bir tutum.

Kimin kiminle savaştığı hususu ise biraz karışık bir durum. İlk başta görünen Abd Rabbuh Mansur al-Hadi başkanlığı altındaki Yemen merkezi hükümetine karşı Kuzey’de yaşayan Şia’nın Zeydi koluna mensup Husi milislerin isyanı söz konusu.  Husilerin arkasında İran’ın desteği olduğu da bir sır değil. Ancak Husilerin merkezi hükümete kafa tutup başkent Sanaa’nın kontrolünü ellerine geçirmeleri, ardından güneye doğru ilerleyerek Aden’e de girmeleri, aldıkları İran desteğinden ziyade, 34 yıllık iktidarından sonra, üç yıl önce iktidardan uzaklaştırılan eski başkan Ali Abdullah Salih’le kurmuş oldukları ittifak. Başkanlıktan ayrılmak zorunda kalmasına rağmen Salih, Yemen siyasetinde hala önemli bir figur. Yemen parlamentosunda hâkim olan Genel Halk Kongresi üzerinde hâkimiyeti var. İktidardan ayrılmadan önce, kendi yerine başkan adayı olarak düşündüğü oğlu Ahmed Salih’in komutasındaki 80 bin kişilik Cumhuriyet Muhafızları ve ordunun diğer birimlerinin bir kısmı da Salih’e sadık.  Ayrıca, Salih’in arkasında pek çok kabile de var.  Salih de Zeydi kökenden geliyor. Ancak Zeydi olmak Salih için hiç bir zaman izlediği siyasetin ana unsuru olmamış. Seküler, milliyetçi bir siyasetçi olarak tanınıyor. Yemen ulusal birliğinin sağlanması büyük ölçüde onun eseri. 1991-2000 arası hariç, Suud rejiminin desteğini arkasına almış ve geçmişte Suud ile ittifak halinde Husileri şiddet kullanmak suretiyle sindirmeye çalışmış birisi. 1980-1988 İran-Irak savaşı sırasında, İran’a karşı Sünni Arap liderlerin safında yer almış. Şu an Husilerle birlikte hareket etmekle birlikte, Salih’in hesapları ve amaçları Husilerinkinden çok farklı. Bu arada, Husilerin bütün Zeydileri temsil etmediğini ve nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturan Zeydilerin tümünün Husilere destek vermediğini de belirtelim.

Husi-Salih ittifakı yanıltıcı

Husi-Salih ittifakına karşı mücadele veren taraf ise daha fazla karışık bir görüntü arzediyor. Yemen ordusunun Salih’e bağlı olmayan birlikleri, Islah milisleri, Güney’deki bağımsızlık yanlıları, Husilerin egemenliği altında olan bir Yemen istemeyen kabileler ve El Kaide ve onunla ittifak halindeki kabileler gibi oldukça geniş bir yelpazeden oluşuyor. Sık sık Yemen haberlerinde okuduğumuz veya duyduğumuz Hadi yanlısı ya da tanınmış hükümet yanlısı Halk Direnişi (HD) Komiteleri (Güçleri) ifadesi de biraz yanıltıcı. Bu HD saflarına katılmış olmak mutlaka Hadi’ye destek vermek anlamına gelmiyor. Hadi, Güney Yemenli olmasına rağmen, Güney’de popularitesini kaybetmiş durumda. Zaten bu yılın başına kadar kendisi Salih’in başında bulunduğu Genel Halk Kongresi üyesi idi ve partiden ihraç edildi. Güney’de ayrılık yanlıları Hadi’ye karşılar ve birlik yanlıları da onun gizli ayrılıkçı gündemi olduğundan şüphelendikleri için ona güvenmiyorlar. Ayrıca Yemen genelinde de, Salih sonrası üç yıllık geçiş dönemini iyi idare edemediği nedeniyle Hadi’ye karşı oluşmuş bir tepki söz konusu. Husilere karşı Yemen ordusunun etkin olamayacağını anlayan Suudi rejimi ve Körfez ülkeleri Yemen merkezi hükümetine kestikleri yardımlarını doğrudan halk direnişi komitelerine yönlendirdiler ve böylece kısa sürede Husilere karşı geniş bir kesimin silahlı mücadeleye katılmasını sağlamaya çalıştılar.

Taraflar arasında ortak zemin arayışı oldu

G. İncekaya: Husiler,  Devlet Başkanı Hadi’den yoksul Yemen halkını daha da yoksullaştıran ödenekleri kaldırmasını, hükûmette eşit temsil hakki vs. gibi taleplerde bulundu. Hadi, taraflarla görüşmek/uzlaşmak yerine neden Suudi Arabistan' a sığındı ardından da askeri müdahale istedi?

L. Baştürk: Süreç tam böyle işlemedi. Bildiğiniz gibi, Husiler başkent Sanaa’yı Eylül 2014’ün son on günü içinde denetim altına aldılar. Hadi ise 22 Ocak 2015’te istifa edip, sanıyorum 25 Ocak’ta ayrıldı. Bu süre zarfında Birleşmiş Milletler aracılığı altında çeşitli ortak zemin bulma arayışları oldu. Ekim ayında bir milli birlik hükümeti oluşturuldu ve hükümet Barış ve Ortaklık Anlaşması çağrısı yaptı. Ancak Husiler ve Salih’in Genel Halk Kongresi hükümete katılmadı. Hadi, yeni bir Genel Kurmay başkanı atamıştı, Husiler atanmak istenen kişiyi uygun bulmadılar. Ayrıca yeni anayasanın içeriği konusunda da anlaşmazlık vardı. Hadi’nin görevlendirdiği anayasa taslağını hazırlamakla görevli ekip ülkenin altı eyalete ayrılacağı federal bir yapı öngörüyordu. Husiler ise sadece Güney ve Kuzey bölgelerinden oluşacak bir federal yapıdan yana idiler. Bu arada iki taraf da birlikte ortak yol arıyor gibi görünmelerine rağmen aralarında sıcak çatışmalar hiç eksik olmadı. El Kaide’nin Zeydi toplumuna yönelik intihar saldırıları da ilave bir unsur olarak ortamın hararetini artırdı.

‘İran müdahalesi’ iddiası gerçekçi değil

G. İncekaya: İddia edildiği gibi Husiler İran'ın maşası mı? Iran Yemen'de Husilere askeri destek veriyor mu?

L. Baştürk: Bu iddia, Yemen’deki sorunu anlama gayretinde olanların iddiası değil. Bu iddia ya bir cehaletin ürünü ya da bazı stratejik hesaplar çerçevesinde kılıf olarak öne sürülmüş bir iddia.  Husi hareketi, ya da kendilerinin tercih ettikleri adla Ensarullah, Kuzey Yemen’in Zeydi halkı içinden doğmuş bir dini ve kültürel ihya hareketi. Malum, Zeydi Şii nüfus Yemen’in yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Aslında Kuzey Yemen’i 1960’lara kadar Zeydi imamlar yönetti. 1962-1967 arasında Kuzey Yemen’de Nasırist, seküler Arap Milliyetçisi subayların askeri darbesi ardından çıkan askeri savaşta, Suudi Arabistan aktif desteğini Zeydi imama verdi. Salih de Zeydi kökenli ve 35 yıla yaklaşan iktidar döneminde, kısa bir dönem hariç sırtını Suudi rejimine dayadı. Ensarullah hareketinin kurucusu Hüseyin Bedreddin el-Husi İran’da bir süre bulunmuş ve orada dini eğitim almış. İran’dan ayrıldıktan sonra başka ülkelere de gidiyor ve en son Sudan’da bulunduktan sonra Yemen’e dönüyor. El-Husi’nin siyasi fikirlerinin İran’da şekillenmiş olduğundan şüpheye gerek yok. Ve bu çerçevede hem ülkesinin rejimini hem de onun dış politika oryantasyonunu sorguluyor. 2003 yılında Irak’ın ABD liderliğindeki bir koalisyon tarafından işgalinin ardından, bu işgale destek veren Salih yönetimini eleştirmesi ile merkezi hükümet ile Ensarullah arasında sorunlar başlıyor. Bu arada, İran’ın Irak’taki Amerikan müdahalesine ilk başta oldukça pragmatik yaklaşmış olduğunu hatırlatalım.  2004 yılındaki Ensarullah-hükümet çatışmasında El-Husi Yemen askerlerince öldürülüyor.  Husiler veya Ensarullah ile Yemen ordusu arasında altı kez savaş yaşanıyor. Bunlardan 2009 savaşı oldukça önemli; çünkü savaşa resmen Suudi Arabistan da dâhil oluyor. Yemen’deki iktidarın kendisini ayakta tutmak için her türlü dış yardıma başvurduğu koşullarda, bir azınlık içinde azınlık durumunda olan bir hareketin kendisine dış destek aramak zorunda kalması herhalde pek anormal bir durum değil. Ancak Husi-Yemen merkezi hükümeti geriliminin İran müdahalesi sonucu olduğu iddiası pek gerçekçi değil. Üstelik Salih’in Suud’la olan yakın ilişkileri sonucu Kuzey’deki Zeydi bölgelerinin camiilerine Vehhabi imamlar göndermesi ve Suud parası hatırına Zeydiler üzerinde Suud tarafından finans edilen Vehhabi propagandasına göz yumduğu da bir gerçek. Şimdi böyle bir ülkede Husileri İran’ın maşası olmakla suçlamak gerçeklere gözleri kapatmak gibi olur.

Suud rejimin temel politikası Yemen’i etki altında tutmak

G. İncekaya:  Bir yardım/destek söz konusu sanırım. Nedir bu yardımların içeriği? Askeri mi yoksa insanı boyutlu mu?

L. Baştürk: Askeri yardımın silahlı yardım şeklinde olduğu iddiası pek gerçekçi değil. Yemen zaten dünyanın en fazla silahlanmış toplumları arasında ve silah kaçakçılığı pazarının önemli merkezlerinden biri. İran’dan Yemen’e bir silah sevkiyatının bu bakımdan rasyonel bir tarafı yok (bu arada 2011-2014 arasında Türkiye’den de Yemen’e, Islah –Müslüman Kardeşler- hareketine beş defa gemi ile silah sevkiyatı yapıldığı iddiaları var. Aynen İran’da ki gibi iddia aşamasını geçmiş değil). Ancak mali yardım ve askeri ve idari eğitim yardımlarından söz etmek yanlış olmaz. Fakat burada göz önüne almamız gereken bir durum daha var. Yemen’de İran’ın tek yardımda bulunduğu taraf Husiler değil. Güney’deki ayrılıkçılara da bazı yardımlarda bulunduğunu biliyoruz. Ancak bunlar da büyük ölçüde parasal ve askeri eğitim ile sınırlı. Güney’deki ayrılıkçılara dış yardım sağlamanın sadece İran’a özgü bir olay olmadığını da belirtelim. Salih ile Suud rejiminin arasının bozuk olduğu Birinci Körfez Savaşı sonrası dönemde çıkan 1994 Kuzey-Güney iç savaşında Riyad açıkça Güneyli ayrılıkçıları destekledi.  Suudi Arabistan’ın İngiliz himayesinde uluslararası sistemde yer almasından bu zamana kadar Suud rejiminin en temel dış politikalarından biri Yemen’i etki altında tutmak olmuştur.

G. İncekaya:  Yemen, birbirlerine rakip İran ve Suudi Arabistan'ın güç dengesi/kontrolü ele geçirme mücadelesinin bir parçası mı?

L. Baştürk: Ülkemizde Yemen iyi bilinmediği için, Yemen hakkında konuşulurken genellikle son iç savaş durumundan yola çıkılarak konuşulduğundan böyle bir hatalı yargıya ulaşanlar çoğunlukta. Bir de belli kesimlerde hâkim olan Yemen’in de bir parçası olduğu “romantik Arap Baharı” okumaları, mevcut yanlış algının bir başka nedeni. Yemen’deki mevcut iç savaş sadece bu güç mücadelesi ile açıklanamaz.  Bir defa Yemen’deki tek sorun Husiler ile merkezi hükümet arasındaki çatışma değil. Husilerle ittifak yapmış olan Salih daha üç sene önce Yemen’in başında olduğunu unutmayalım. Hala kendisine bağlı olan askeri birlikler vardı Yemen ordusu içinde. Husilerin kısa zamanda bu kadar etkin olabilmeleri Salih’e bağlı askeri birliklerin önce Husilere karşı direnmemeleri, ardından da birlikte hareket etmeleri oldu. Salih’in de İran’ın maşası olmak gibi bir derdi olduğunu hiç sanmam. Kendine göre iktidar hesapları var Salih’in ve Husileri her an kolayca satacağından da kimsenin pek şüphesi yoktur herhalde. Ancak, Husilerin Sanaa’da kontrol sağladıktan sonra İran’dan yardım istedikleri ve İran’ın da bu desteği sağladığı biliniyor. Bu da Yemen iç savasını bölgeselleştiriyor. Ancak sorun sadece bundan ibaret değil.

Bu savaş, bir Suud-İran bilek güreşi değil

G. İncekaya: Tam olarak sorun ne Hocam? Suud- İran bilek güreşi mi?

L. Baştürk: Yakın zamana kadar İran desteği alan Güneyli ayrılıkçı grupların, Husilere karşı nefret ettikleri Hadi’nin yanında savaşmasını ya da Salih’in Husilerin yanında Hadi ve diğerlerine karşı savaşmasını sadece İran-Suud arasındaki bilek güreşi ile açıklayamazsınız.  Yemen’de Husiler ile merkezi yönetim arasındaki çatışmanın ve Güney’deki ayrılıkçılık hareketin (Hirak) yanı sıra 200’ün üzerindeki kabilenin merkezi hükümetten neredeyse özerk hareket ettiği ve bunların tümünün ağır silahlarla donanmış olduğu bir gerçek. Ayrıca El Kaide sorunu da Yemen gerçeğinin bir başka parçası.  Bir defa Yemen odaklı Suud-İran çekişmesi de nispeten yeni bir durum. Yeni olmayan ise, kurulduğu andan itibaren Suud devletinin Yemen’i sürekli bir etki alanı olarak görmesi ve ona göre hareket etmesi. Kral Abdülaziz’in ölüm döşeğindeki en önemli vasiyetinin “Yemen’i zayıf tutun” ifadesi olduğu söylenir. Bu çerçevede Suud devleti, Yemen’e karşı sürekli bir “ayakta tutma-zayıf bırakma” siyaseti izledi. Suud ailesi şunu düşünüyor: “Yemen’in yıkılması da ihya olması da bizim için felaket olur”.  O halde ne onduracaksın, ne de donduracaksın.  Suud için Yemen’de Zeydilerin iktidarda olması da doğrudan bir tehdit oluşturmuyor. Ayrıca tek başına Zeydilerin içinde sadece bir kesimi oluşturan Husilerin Yemen’e hâkim olmasının da imkânsızlığı ortada. İran’dan ne kadar destek alırsa alsın, bu imkânsız. Ancak Suud kontrolünde olmayan başka güçlerle beraber Yemen’e hâkim olması, Suud’un geleneksel Yemen siyasetini oldukça zorlaştıran bir durum arz edecek. Sıkıntılı durumlardan biri bu. Diğeri de tabii ki, Yemen’deki durumun Suudi Arabistan sınırları içinde yaşayan Zeydi ve diğer Şii nüfus üzerinde yaratacağı etki. Burada İran’ın avantaj kazanacağı ihtimalinden ziyade, Suud rejiminin elindekini kaybedeceğinin ve kendi nüfusu üzerinde oluşacak etkinin endişesi ağır basıyor.

G. İncekaya:  Husiler diyaloğa girse bile, Suudi Arabistan Husileri tamamen silme niyetinde diyebilir miyiz? BM'nin ateşkes çağrılarına/ilan etmesine rağmen hava saldırılarının olması bunu göstergesi gibi?

L. Baştürk: Husileri tamamen silmesi imkânsız. Ancak onların pazarlık gücünü azaltma derdinde. İnsanlık suçu işleme pahasına, acımasızca bombalamasının nedeni bu. Bu arada istenen kapsamlı ve geniş ölçekli kara harekâtını kendileri yapamıyorlar. Yemenli “halk direniş komiteleri”nin arazideki gücüne ancak havadan bombalama ile destek olabiliyorlar. Husilerin de kendi kapasitelerinin ötesinde yayıldıkları bir gerçek. Salih ve oğlu kendileri için uygun bir anlaşma olduğunda aslında Husileri yalnız bırakacağı da düşünülebilir. Ancak Suud idaresi ve Körfez’deki müttefikleri muhtemelen artık Salih sayfasını kapatmış görünüyor ve onu tatmin ederek devre dışı bırakacak bir çözüme sıcak bakmıyor.

Eski Devlet Başkanı Salih, Husileri ateşe atıyor

G. İncekaya: iktidardayken 6 yıl gibi uzun bir zaman Husilerle savaşan eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih'in Husilere destek vermesi  ülkedeki askeri yapıda da sorunlar çıkarıyor. Bu ittifak askeri yapıyı da etkiliyor. Hadi taraftarı askerler, Salih taraftarı askerler. Ordunun  Yemen'de savaşmadığını halkı Husilerle karşı karşıya getirdiği doğru mu?

L. Baştürk: Her ne kadar haberlerde Hadi yanlısı güçlerin bazı başarılarından söz edilmeye başlandığına şahit olsak da bu “başarı” büyük ölçüde kendilerine epeyce mali yardım yapılan kabilelerin “halk direniş güçleri” sayesinde. Ordu’nun bir kısmı Salih’e bağlı ve Husilerin yanında. Ancak Salih’in de bu askeri güçleri ölümüne ateşe atmamak için dikkatli davrandığını söylemek mümkün. Husilerin Aden’in kontrolünü kaybetmesi, Salih’e bağlı güçlerin mevzilerinden çekilmesi sayesinde oldu. Salih aslında Husileri ateşe atarak kendine ve ailesine tekrar Yemen’de siyaset alanı açmak derdinde. Salih’in Kahire’de Amerikan büyükelçisi ile görüştüğü iddialarının yanısıra oğlunun da Birleşik Arap Emirlikleri ile yakın ilişkilerini sürdürdüğü biliniyor. İkiye bölünmüş olan Yemen ordusunun Husilere karşı çatışmada oynadığı rol hayli sınırlı. Halkın Husilerle karşı karşıya getirilmesinden ziyade, farklı kesimlerin farklı gerekçelerle Husilere karşı silaha sarılmaları söz konusu. Husilerin yenilmesi veya Husilerle yeniden anlaşma sağlanması halinde, Hadi’nin de iktidarını koruması söz konusu olmayabilir; çünkü Hadi Güney’de de güvenilmeyen birisi.

Suud rejimi Yemen’de insanlık suçu işliyor

G. İncekaya:  Babul Mendeb boğazı ve Aden Körfezi oldukça stratejik noktalar. Husiler buraları kontrol altına alıp  ‘Arap Yarımadasında Suudileri köşeye sıkıştırmak istiyor,  İran ve müttefiklerine ( Rusya ve Çin) alan açıyor’ iddialarına ne diyorsunuz?

L. Baştürk: Ben, Suriye’dekinden farklı olarak Rusya ve Çin’in Yemen’de İran ile ortak hareket ettiği kanısında değilim. Eğer öyle olsa idi, Suud öncülüğündeki koalisyon bombalamasının ardından sessiz kalmazlardı. 4000 civarında insan ölmüş ve bunların yarısına yakını sivil. Siviller içinde de çocukların sayısı hayli yüksek. Ayrıca yoğun bir şekilde misket bombalarının kullanıldığı insan hakları örgütlerinin raporlarında yer aldı. Yemen’de şu an 10 ülkeden oluşan Suud önderliğindeki koalisyon güçleri insanlık suçu işliyorlar. İnsan hakları Rusya ve Çin’in umurunda değil; ama eğer krizde Suud veya Batı karşıtı bir tutumla hareket ediyor olsalar bu fırsatı kaçırmazlardı.  Ayrıca, bilindiği gibi Husiler Sanaa’ya girdikten sonra Salih ve iki Husi komutan aleyhine alınan yaptırım kararı Çin ve Rusya’nın desteği ile alındı. Oysa aynı Rusya ve Çin, Libya’da üstelik en aşırı Kaddafi karşıtı Mısratalı bir siyasi lider hakkında yaptırım kararını daha geçenlerde veto etti. Bu arada koalisyonun lideri Suudi Arabistan ile üyesi Mısır’ın son zamanlarda Rusya ve Çin’e yakınlaşma siyaseti izlediklerini de biliyoruz. Yemen’in tümünde kontrolü tutması imkânsız bir grup için Rusya’nın ve Çin’in, ne İran’ın ne de Husilerin kendileri için alan açmasına çok sıcak bakmaları veya bu yönde talepkar olmaları beklemez.

‘Arap Ordusu’ İsrail’e karşı olmaz

G. İncekaya: Biraz daha spesifik bir soru aklıma takıldı:  Biliyorsunuz,  Arap Birliği’ne, ‘Arap Ordusu’ kurma teklifi yapıldı.  İlginç olan, ABD bu fikre tam destek verdi, İngiltere ordunun altyapısını ben kurarım açıklaması yaptı. Arap Ordusu fikri İsrail’e de cazip geldi.  Arap Ordusu kurma fikri ABD, İngiltere ve İsrail’i neden bu kadar heyecanlandırdı? İran'ı köşeye sıkıştırmak mı? Bölgeye çöreklenmek mi? Sanırım, bu ordu küçücük bir ülke olan Yemen’e müdahale ya da Husi militanlar için kurulmuyordur herhalde?

L. Baştürk: Bu Arap ordusunun İsrail’e karşı olmadığı, İsrail’in bu fikre sıcak bakmasından da belli. Kendisini hedeflemeyeceğinden emin. Ayrıca son zamanlarda İsrail ve Suudi Arabistan yakınlaşması zaten çok aşikâr bir durum. Bu birlik ordusu kurulduğu takdirde, içinde en önemli gücü Mısırlılar oluşturacak ve mevcut şartlarda İsrail’in Mısır’dan endişelenmesi için bir sebep bulunmuyor. Bu ordunun görünür açık hedefinin İran olduğu da şüphe götürmez. Ancak bunu sadece İran’a endeksli olarak okumak hatalı olacaktır.

G. İncekaya: Başka ne gibi sebepleri var?

L. Baştürk: Kendi gelecekleri hakkında kendilerinden fazla emin olmayan Arap Birliği’nin arkaik otoriter rejimleri gelecekteki her türlü tehdide karşı hazırlıklı olmak istiyorlar bence.  İki hususa daha değinmek gerekiyor bu bağlamda. Bunlardan birisi, IŞİD veya El Kaide gibi transnasyonal şiddet örgütlerine karşı ortak mücadele. İkincisini anlamak için “Arap Baharı” dediğimiz yazı gelmeden kışa dönen süreçteki politikalarına bakmak gerekiyor. Bu otoriter rejimler birçok yönden eski Sovyet sisteminden farksız. Bu rejimleri reformlar yoluyla dönüştürmeye kalkarsanız, bunlar çöker; çünkü reform edilemeyecek kadar kokuşmuş ve arkaik yapılarla karşı karşıyayız. Bu durumda savunmacı refleksle hareket ediyorlar. “Arap Baharı” denilen süreçte bir tehdit gördüler ve ortaya çıkan yeni güçleri ve durumu tasfiye etmek için uğraştılar. Mısır darbesi bu nedenle oldu. Kuzey Afrika genelinde, Müslüman Kardeşlere yönelik olarak atılan adımlar, aslında toplumsal değişim iradesinin önüne geçmek çabasıydı.  Gelecekte benzer veya daha farklı bir meydan okuma ile karşılaşacak olurlarsa onu ancak askeri ve ortak bir gayretle bertaraf edebileceklerini düşünüyorlar. İkinci sebep de bu. Bu bağlamda yeri gelmişken söyleyeyim. Yeni Suudi kralı Selman’ın Müslüman Kardeşlere karşı siyasetini değiştireceği iddiası ve bundan kaynaklanan Suuda karşı ülkemizde bir kesimde oluşan sıcak bakış, siyaset okumasını sistem, rejim ve siyasi yapı odaklı yapamadığı için apolitik olmak gibi bir durum arzediyor. Yeni Suud kralının rejimin bekasını koruma arzusu ile eskisinin arasında bir fark yok. Amaç,  mevcut arkaik düzeni korumak. Ana motif bu olunca değişmesi olası Müslüman Kardeşler politikası belki harekete yönelik baskıyı kaldırır ama bunun karşılığında, Yemen’deki Islah örneğinde olduğu gibi, statükoya eklemlenmek dışında bir tercihleri olmayacaktır.

Vulgar bir realizmin kurbanı olduk

G. İncekaya:  Son olarak, Türkiye neden Yemen'e 'kırmızı kart' gösterdi, Suudi koalisyonuna destek verdi? Türkiye İran’la köprüleri iyice attı mı?

L. Baştürk: Evet, Türkiye oldukça net bir tavır aldı ve tavrını da İran karşıtlığı üzerine oturttu. Oysa sorunun kökleri ve niteliği açısından alınan tavır, mevcut sorunun doğru bir okumasının sonucunda oluşmuş değil. Bir başka deyişle, Türkiye, Yemen’deki sorunu yanlış okudu ve değerlendirdi. Oysa Türkiye için anlamlı bir İran politikası, sadece rekabet ve çekişme üzerine oturmamalı. İkincisi, İran karşıtı tavır almakla kalmadı, Suud önderliğindeki ve içinde Sisi Mısır’ının da yer aldığı koalisyonu açık ve net olarak destekledi. Bu da Türkiye’nin Mısır’da aldığı tavırla birlikte değerlendirildiğinde oldukça düşündürücü. Suud rejiminin, bizde bir kesim medyanın beklentilerine rağmen Mısır’ın gaddarlıklarına yönelik hala olumlu bir adım atmaması, Türkiye’nin bu koalisyona verdiği desteği anlamayı zorlaştırdığı gibi Türkiye’nin Mısır darbesi karşısında almış olduğu takdire şayan tavrı da el kenarı ile silip atan bir durum arzediyor. Yani kendi kendini ofsayta düşüren bir ülke durumuna sokuyor kendini Türkiye. Daha da vahim olan, Mart ayından beri Yemen’e yönelik saldırının sonuçları hakkında en ufak bir tepki gösterilmemesi. İktidara yakınlığı ile bilinen medyada ne sivil ölümleri, ne misket bombalarının kullanılması, ne tarihsel mirasın yok edilmesi ve ne susuzluk ve açlık tehlikesi gibi durumlardan söz ediliyor. “Değer”li yalnızlığımızdan kurtulmak pahasına vulgar bir realizmin kurbanı olmuşuz gibi bir görüntü arz etmeye başladık maalesef.

 

İslami Analiz

Yorumlar