İntifada Neden Başladı?

Bu en zor İntifada olabilir zira Filistinlilerin daha önce bu kadar lidersiz oldukları bir dönem hiç olmamıştı! Fakat özgürlüğe bu kadar hazır oldukları bir dönem de olmamıştı! Bu gerilimli sürecin neticesi, 1987 İntifadası’nın benim neslimi tanımladığı gibi yalnızca bu nesli tanımlamak olmayacak; Filistin’in geleceği bir bütün olarak tanımlanacak! 

Görüntülenme: 1178 Tarih: 06 Nisan 2016 15:32
İntifada Neden Başladı?

Batı Şeria ve Kudüs’ün doğusunda devam eden olaylar işte bu sorunun cevabı! Daha önceki ayaklanmalarda kalabalık kitlelerin kararlılıkla taşıdığı net mesajlar vardı. Başarıya ulaşmış ya da ulaşmamış olmaları bir tarafa; asıl önemli olan Filistin halkının kendi iradesi ile birkaç gün gibi kısa bir süre içinde bir araya gelip bulundukları her yerde kolektif-şuuru sergileyebilmiş olmalarıdır.

Bugünkü ayaklanma ise farklı; bayağı farklı! Öyle ki bazıları bu süreci bir “intifada” olarak tanımlamakta bile tereddüt ediyor. Sanki intifada, kalabalık ve kan ile ölçülen sabit bir formülizasyona tabiymiş gibi.

Ama yine de net bir gidişata, liderliğe, siyasi temsiliyete, bariz taleplere, beklentilere, kısa ve uzun vadeli stratejilere sahip olmaması bakımından biraz farklılık arz ediyor. En azından 1987-93 İntifadası ve kısmen de 2000-05’teki el-Aksa İntifadası bu saydıklarımız çerçevesinde gelişmişti. Fakat bugünkü intifadayı diğerlerinden farklı kılanın ne olduğunu anlamak için sonuçları karşılaştırmak mümkün.

Birinci İntifada, 1993 yılında Oslo Bildirgesi’nin imzalanmasıyla sona eren değersiz bir barış sürecine evrildi. Bir yıl sonra ise FKÖ, Filistin Yönetimi adı altında zayıflatılmış bir şekilde yeni bir forma sokuldu. İkinci İntifada ise, sanki daha çok İsrail’in işgallerine ortam hazırladı.

İkinci İntifada’nın kazanımları birincisinden daha azdı. Birdenbire silahlı başkaldırıya dönüşen yapısı, Filistinlilerin farklıları aşarak tek sancak altında ve ortak bir söylem etrafında birleşip toplumsal kimliği pekiştirmelerinin önüne geçerek direnişin halka dönük ayağını marjinalleştirdi.  

İkinci İntifada sürerken İsrail ordusu, acımasızca saldırmaya başladı. Yüzlerce kişiye suikast düzenlendi, binlerce kişi şehid edildi. Bu süreç, İsrail hükümeti ile Ramallah’taki Filistin yönetimi arasında ve Filistinli grupların kendi aralarındaki ilişkilerde de bir dönüm noktası oldu.

FKÖ lideri Yaser Arafat, Ramallah’taki ofisinde İsrail ordusu tarafından uzun süre esir olarak tutuldu. (Siyonist) askerler, FKÖ’lülerin yıllarca onun ofisine girmesini engelleyerek resmen alay ediyorlardı. En sonunda ise yavaş yavaş zehirlediler ve 2004 yılında ölmesine sebep oldular.

İsrail sonraları ise Filistin Yönetimi liderliğini yenilemek için titiz bir çalışmaya girişti, isteklerini yerine getirmeyenleri hapis yoluyla ya da suikast yoluyla ortadan kaldırıyor ve sözde ılımlı olanların yönetimde söz sahibi olmasını sağlıyordu; fakat bunu bile çok sıkı şartlarda tutuyorlardı.

2005 yılında Mahmud Abbas, Filistin Yönetimi Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Başardığı en büyük icraatlar arasında sivil toplum kuruluşlarına karşı çok sert tedbirler alarak onları hem kendisine şahsi olarak hem de el-Fetih içindeki grubuna bir bütün olarak sadık kılması vardı. Abbas yönetimi nezdinde, değişim için devrimci bir girişime, “milli projelere”, hatta milliliğe ilişkin net bir tanıma bile yer yoktu.

Batı Şeria’daki Filistinliler, hatta en çok da el-Fetih’e sadakatlerini sunan ve uluslararası yardımlara “muht-aç” pozsiyona bürünen A bölgesindekiler, Abbas ne istiyorsa o oldu. Abbas’ın öngördüğü “milletten” olmayı kabul ettikçe, ellerine daha fazla para geçiyordu.

2006’da ayrışma iyice ayyuka çıktı. Birçoğunuz o ihtilaflı süreci hatırlayacaktır: Hamas’ın Filistin Yasama Konseyi’ndeki sandalyelerin çoğunluğunu kazanmasıyla başlayan o süreç. 2007 yazını şiddetli çatışmalara sahne kılan o süreç. Sonu gelmeyen “barış görüşmeleri”, cömert bağışlar, giderek artan illegal Yahudi yerleşimleri vs. ile tam da Abbas’a ve İsraillilere uyum sağlayan bir anlayış tesis edildi ve hiç kimsenin, özellikle de Hamas’ın, bir anlayış değişikliği kurgulamasına müsaade edilmedi.

İsrail hemencecik Gazze’yi kuşatmaya aldı ve ardı ardına savaşlar başlattı. İşlediği sayısız savaş suçlarına Ramallah’taki yöneticilerden şöyle esaslı bir eleştiri dahi yükselmedi. Bolivya ve Venezuela bile İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarına Mahmud Abbas’tan ve el-Fetih’ten daha çok endişelenmiş görünüyorlardı.

Geçtiğimiz yılın Ekim ayına kadar, yani bugünkü ayaklanmaya sebep olan potansiyelin yavaş yavaş birikmesi sürecinde, cadde ve sokaklarda durgunluk hali hakimdi. Batı Şeria’da işgal, iyiden iyiye normalleşmeye ve para karşılığında kurulan illegal yerleşim yerleri formülüne göre şekillenmeye başlamıştı.

Öte yandan Gazze’de ise, zorba İsrail’in adeta Batı Şeria’dakilere “direnişe geçerseniz karşılığı kuşatma, açlık, yıkım ve ölüm olur” mesajı verircesine sergilediği bir tutum söz konusuydu.

İşte Filistinliler bu sefalete, aşağılanmışlığa, korkuya, baskıya ve yozlaşmaya karşı ayağa kalktılar. Genellikle Oslo anlaşmasından sonra doğanlardan müteşekkil olan ve siyasi bilince Fetih-Hamas çatışması süreci sonrasında erişen bir nesil ayaklandı. Bir tarafta liderlerinin İşgalcilerle birlikte yaşayıp yaşamama konusundaki ihtilafları arasında büyüyen diğer yanda diğer Filistinli gruplarla süren çatışmalara şahit olan bir nesil.

İşte bu nesil, İşgalin normal bir süreç olduğuna hiçbir zaman ikna olmadı! İllegal ve devasa Siyonist yerleşimler, onların toprakları üzerinde yükselirken yaşadıkları dünyanın gün geçtikçe küçüldüğü şartlara teslim olmadılar! Doğru! Gezdikleri yollarda güzergahlarını kontrol noktalarına göre belirlediler ama asla işgalcilerin üstünlüğünü kabul etmediler! Ayrışmalardan nefret ettiler; kimlik siyaseti ve gruplaşmayı reddettiler; Gazze’nin neden kaderine terk edilip yavaş yavaş ölüme sürüklendiğini hiç anlamadılar!

Bu nesil, en eğitimli, siyasi açıdan idraki en kuvvetli ve dijital medya teknolojilerinin yaygınlaşması sayesinde birbiriyle en irtibatlı ve birbirlerinden en haberdar nesil! Bu gençlerin hedefleri/arzuları büyük ama imkanları kısıtlı! Dünyaları, okula, işe ya da eve gitmeden önce girdikleri bir İsrail askeri noktası önündeki tek sıraya hapsolmuş durumda! Ve protestoya kalkışanları İsrail’in öldürdüğü Abbas’ın ise hapse attığı bir dünyada yaşıyorlar!

Öyle bir nesil ki rahatça nefes almaları bile mümkün değil!

İşte bugünkü intifada, özgürlüğe ulaşmak, kendini tanımlamak, topraklarını kurtarmak için sabırsızlanan bir neslin, aylık küçük maddi beklentiler karşılığında buna izin vermeyen bir Eski Kafalı ile çatıştığı ikiliğin yansıması!

Tarih, seyrine devam etmelidir! İşte son altı aylık süreç, söz konusu neslin bir bütün olarak tarihin tekerlerini yüzlerce engele ve binlerce kontrol noktasına rağmen ileriye taşıma girişimlerine sahne oldu.

Bu en zor İntifada olabilir zira Filistinlilerin daha önce bu kadar lidersiz oldukları bir dönem hiç olmamıştı! Fakat özgürlüğe bu kadar hazır oldukları bir dönem de olmamıştı! Bu gerilimli sürecin neticesi, 1987 İntifadası’nın benim neslimi tanımladığı gibi yalnızca bu nesli tanımlamak olmayacak; Filistin’in geleceği bir bütün olarak tanımlanacak!

"Palestinechronicle.com" sitesinde yayınlanan bu makale, Enes Berat Gürler tarafından İslâmi Analiz için tercüme edilmiştir. 

İSLAMİANALİZ

Yorumlar