İran İslam Devrimi’nden Hizbullah’ın 25 Mayıs 2000 Zaferine: Direniş Ekseninin Stratejik Hikayesi

Hizbullah’ın 25 Mayıs 2000 tarihinde İsrail’e karşı elde ettiği başarısının İran, Suriye ve Hizbullah arasında sağlanan güçlü bir ittifaktan uzak olduğunu düşünmek hata olur. Öyle ki bu ittifak, günümüze kadar süregelmiş ve devam etmektedir. Peki direniş ekseni tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu olay, 2000 yılında nasıl şekillendi? 

Görüntülenme: 4725 Tarih: 07 Haziran 2016 16:12
İran İslam Devrimi’nden Hizbullah’ın 25 Mayıs 2000 Zaferine: Direniş Ekseninin Stratejik Hikayesi

25 Mayıs Lübnan zaferinin 16’ıncı yıldönümü, bölgede Suriye volkanı krizinin yarattığı çetin şartların gölgesinde gelirken, çarmıha gerilen Arap-İsrail çatışmasının da kaçınılmaz olduğu su götürmez bir gerçek.  

2000 yılında düşman İsrail’i Güney Lübnan topraklarından sürmeyi başaran Hizbullah, bölgede etkisini bıraktığı korku denklemi ve caydırıcı gücü sayesinde, Lübnan- Filistin sınırlarında güven ve istikrar denklemini sağlamlaştırdı. Bu direnişin bugün Suriye’ye girmesi, çatışmanın gerçek hakikatinden uzak değildir.

Hizbullah’ın 25 Mayıs 2000 tarihinde İsrail’e karşı elde ettiği başarısının İran, Suriye ve Hizbullah arasında sağlanan güçlü bir ittifaktan uzak olduğunu düşünmek hata olur. Öyle ki bu ittifak, günümüze kadar süregelmiş ve devam etmektedir. Peki direniş ekseni tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu  olay, 2000 yılında nasıl şekillendi?

Lübnan’daki İslami direnişin bugün kendini birden fazla savaş cephesinde bulduğu doğrudur. Ancak kurulduğu gün yoluna çıktığı asıl savaşı, hala aynıdır. Bu savaş, halkların özgürlüğü için mücadele veren tarafın temsil ettiği Hak ve müstekbir Amerika ile destekçisi Siyonistlerin temsil ettiği batıl arasındaki savaştır. Bu bağlamda aşağıdaki hususlara dikkat etmek gerekir;

* Amerika’nın jeopolitik sebeplerden dolayı İslam dünyası ve Ortadoğu’ya dayattığı savaşların gölgesinde, işin gerçeğine ışık tutmak gerekiyor. İlk olarak, bugün siyasi çıkmazdan kaynaklanan kaotik olayların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Tüm olayların üzerinde durmak ve objektif bir şekilde gözlemlemek, fotoğrafı netleştirecektir.

* Burada gerçek ittifaklar ve kimin kimin yanında saf tuttuğu, medya veya basına yaptıkları açıklamalara bakılır ve dostu düşmandan ayıran ideolojilerine dikkat edilirse açık bir şekilde görünür.

* Bugün İsrail varlığı gibi gerçek düşmanları ümmetten saklamak için ve başka tehditlere yönlendirmek için önüne gelen konuşuyor. Bu tehditlerin başta geleni, tekfirci güçlerin boy gösterdiği askeri ve güvenlik alanındaki tehditlerdir. 

Ümmetin, farklı isimlerle farklı cephelerde savaşan bu tekfircilerin, tek çıkış noktası olduğu ve İsrail ile Suudi Arabistan’ın planlarına hizmet etmek için üretildiklerini fark etmeye ihtiyacı vardır.

Bu bağlamda bazı kesimler, bu iki varlığın arasındaki ilişkiyi ve direniş ekseninin başarıları ile onların bağlantısını soruyor, onlara şunları söylüyoruz;

* İsrail oluşumunun bölgede kurulmasının temel fikri, Amerika’nın bölgede sömürü yapabilmek için bir araç olarak kullanacağı kanserli bir tümör icat etme ve böylelikle bölgede uzun seneler devam eden çatışmalar ve çekişmelerin temellerini atmaktı. Bu iş ise, medeniyetlerin uzun vadeli çatışma planlarıyla ve Kissinger’in uzun yıllar önce çizdiği stratejileri ile büyük bir uyum içindedir.

* Arapların gevşek tavrına karşın, İsrail’in eli oldukça kuvvetliydi. Batı, Araplar sayesinde başarıları bir bir toplamaya alışmıştı. Bu durumda hiç kimse bölgede dengeleri değiştirecek etkili ve güçlü bir direniş meydana gelebileceğini düşünmedi.

* Ancak özellikle İslam dünyasında ve bölgede tarihin seyrini değiştiren en önemli olay gerçekleşti. Bu olay, İran İslam Devriminin zaferi idi. Ruhullah Musavi el-Humeyni liderliğindeki bu devrim, müstekbir Amerika’ya karşı büyük bir darbe oldu. Bunun yanı sıra, halkların yeniden dirilişinin başlangıcıydı. Bu zafer, pusulanın yönünü Müslümanların birliğine giden zor bir geçit olan Kudüs’e çevirdi ve İsrail varlığını ümmetin düşmanı haline getirdi.

* Ayetullah Humeyni’nin keskin zekası karşısında, Batılı ülkeler gafil düşmemek için yeni projeler üretmek zorunda kaldılar. Bu durum onları, Siyonist ideoloji ile beraber adım adım yürüyen bir düşman yaratma yoluna götürdü. Ancak bu yeni düşman, İslami bir suret taşıyordu. Piyasaya sürülüp halk arasında itibar kazandıktan sonra Müslümanların birliğine saldırmak, bu yeni düşmanın stratejisi idi.

* Amerika yönetimi ve ülkenin stratejisini belirleyen Kissenger gibi akıl hocaları, ilk kez siyasi İslam’dan söz etmeye başladı. Bu konuda sığındıkları liman, Suudi hanedanı krallığı oldu. Bölgede hayati bir rol üstlenen Suudi Arabistan’ın finansmanı ile, İslam abası altında tekfirci teröristleri oluşturup eğittiler.

* Ve bu tarihi ilişkiden, bugün Ortadoğu’da gördüğümüz tekfirci gruplar ortaya çıktı. Bunu yanı sıra ise, Tel Aviv ve Riyad arasındaki işbirliği aleni hale geldi. Bu durum bazılarını şaşkına uğratmış olsa da, gerçek asla halka gösterildiği gibi değildi. Bu teröristleri İslam’ın adını karalamak isteyenler ortaya attı, tekfirciler ise onların adına Müslümanlar ile savaşmaya devam ediyor.

Yukarıda özetle sıraladığımız tarihi olaylara dayanarak şu sonuca varabiliriz;

* Lübnan Hizbullahı, İslam Devrimi ruhundan türemiş bir direniştir. Küresel müstekbirler ile mücadele etme hedefi taşımaktadır.

* İran İslam Devrimi ile sonuçlanan tarihi başarı ümmete itibarını geri vermiş, Siyonistlerin bu ümmetin düşmanı olduğu fikrini Müslümanların kafasına yerleştirerek pekiştirmiştir. Direniş ekseninin kuruluşunun hemen ardından Filistin direnişi meydana gelmiştir.

* Öyleyse, bugün Suriye’de tekfirci gruplara karşı yürütülen savaş, aslında bu çatışmanın devamıdır. Tekfirciler sadece Washington’un değil, Siyonistlerin de aracıdır.

* Aynı şekilde İran ve ABD arasındaki mevcut çatışma, süregelen doğal bir çatışmadır. Riyad ise Washington’un çıkarlarına ve siyasetine itaat eden bir Amerikan aygıtıdır. İran ve Hizbullah ile olan savaşına gelirsek, bu savaş Suudi Arabistan’a patronları tarafından dayatılmıştır ve onların çıkarları doğrultusundadır.

Bugün bu savaş, hacmi ve potansiyeli açısından en büyük savaş olarak kabul ediliyor. Ancak direniş ekseni, siyasi, güvenlik ve askeri alanlarda oynanan oyunun arkasında gizlenen gerçeklerden habersiz değildir. Eğer bazıları orada veya burada bir cephe açtıklarını ve bunun bir zayıf nokta oluşturacağını zannediyorlarsa, direniş ekseni geliştirdiği stratejiler kapsamında bölgede gücünü ilerlettiğini kanıtlamıştır. İkinci olarak, 25 Mayıs 2000 tarihi, direniş ekseninin başarısının dönüm noktasıdır. Bu zafer, İslam Devriminin başarılarının ayrılmaz bir parçası, dünya halklarının özgürlüğü için yürüttüğü mücadelelerin tamamlayıcısıdır. Bu yüzden, 25 Mayıs Lübnan zaferi ve İran İslam Devrimi zaferinin günümüze kadar geldiğini ve bu tarihlerin direniş ekseninin stratejisini çizen önemli tarihler olduğunu söylemek mümkündür.

Alwaght

medyasafak

Yorumlar