Akif Emre Yeni Şafak Gazetesinde yayınlanan yazısında Türkiye- İsrail anlaşmasını deüğerlendirdi.
Emre, yazısında; "Gazeliler için hayatı kolaylaştıracak çok farklı bir açılım getirmiyor bu anlaşma. Mesela Türkiye'nin şartlarından biri olan ablukanın kaldırılması, daha sonra ambargonun kaldırılmasına indirgendi ki bu da tam olarak gerçekleşmiş değil. İsrail'in görüşmeler başında şart koştuğu HAMAS'ın terörist ilan edilmesinin Türkiye tarafından kabul edilememesi HAMAS için anlaşmayı meşrulaştıracak bir gerekçe olarak öne sürülecektir.Türkiye'nin insani yardım malzemelerine gösterilen kolaylıkların da doğrudan Gazze'ye değil İsrail üzerinden gönderilmesi de mevcut uygulamalara dönüş olarak okunabilir." dedi.
İşte o yazı
İsrail'le altı yıldır süren anlaşmazlık iki tarafın başbakanlarının aynı anda yaptığı açıklamalarla sona erdirildi. Varılan uzlaşma maddelerine bakıldığında özellikle Türkiye'nin başlangıç noktasına döndüğü görülüyor. İsrail'le gerilen ilişkilerin somut etkilerine bakıldığında abartılı hamaset söylemi ve tabanda yükseltilen büyük beklentiler karşısında bazıları hayal kırıklığı yaşamış olabilir.. Gerçekte ise tarafların pozisyonuna bakıldığında özellikle Filistinliler açısından çok fazla bir değişimin olmadığı aşikar.
Ankara'nın dış politikada izlediği seyri takip edenler büyük sözlerin, hamasetin gölgesinde kalan realitede değişen çok şeyin olmadığını görür. Zaten sorun da yükseltilen beklentilerle bunu pratiğe geçirecek kapasite arasındaki büyük çelişkiden kaynaklanıyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da gücünün olmasa bile imajının yükseldiği dönemde İsrail'e karşı geliştirilen retorik ile sahadaki gerçekler arasında çelişkili bir durum vardı. Ancak bu retoriğin sürekli İsrail'den dayak yemiş, liderlerinin ezik tavrı karşısında Araplar nezdinde önemli bir psikolojik etki yaptığı gerçekti. Ne var ki Türkiye'nin bölgesel imajının yüksel/til/mesi aynı zamanda İsrail'in stratejik şımarıklığından bıkan küresel merkez için de yararlı görüldüğü bir kenara not edilmeli.
2010 Mavi Marmara katliamındaki tavrı ile İsrail sadece Türkiye'ye değil, onun pervasız tutumundan rahatsız Obama yönetimine karşı da bir güç gösterisinde bulunmuştur. Altı yıllık süre içinde diplomatik ilişkiler alt seviyeye inmiş olsa da ekonomik ilişkilerin katlanarak artması realitede fazla bir şeyin değişmediğinin somut göstergesi
Geçen süre şu gerçeği bir kez daha teyit etmiştir ki, Türkiye'nin İsrail'e olan ihtiyacından ziyade İsrail Türkiye'ye çok daha fazla muhtaç. Zira İsrail'in stratejik ve ekonomik anlamda bölgede açılım yapabilmesi için Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı büyük.
Varılan uzlaşma 2010 öncesine dönüşten fazla bir boyut taşımıyor. Bu bakımdan Gazze için bir zafer kazanılmadığı gibi kuşatma altındaki hayatları devam edecek. Bunca yaşananlardan sonra bu noktaya neden gelindiği sorusu anlamlı.
Şu husus önemli, söylem düzeyinde, dış politikada adeta manevra alanı bırakmayan iddialı, geri dönüşü olmayan dil tabanın hoşuna gidiyor olabilir. Ancak bunun maddi karşılığı yoksa daha da vahimi söylemin sahipleri de bu dile inanmaya başlamışlarsa radikal kırılmaların yaşanması kaçınılmazdır. Bol miktarda örneğini gördüğümüz, “Ortadoğu'da bizden habersiz yaprak kıpırdamayacak” söylemi bir ütopya olarak kitleleri cezbedebilir; bunu karşılayacak askeri, politik, ekonomik kapasiteden yoksunsanız bu kez bastığınız zemini de kaybedebilirsiniz.
Varılan anlaşmanın sadece Türkiye-İsrail ilişkileri ile sınırlı kalmayan sonuçları olacaktır. En azından tarafların uluslararası boyuta yansıyacak beklentilerinin olduğunda kuşku yok. İki ülkeyi aşan beklentiler görülmeden de yapılan değerlendirmeler eksik kalacaktır.
Gazeliler için hayatı kolaylaştıracak çok farklı bir açılım getirmiyor bu anlaşma. Mesela Türkiye'nin şartlarından biri olan ablukanın kaldırılması, daha sonra ambargonun kaldırılmasına indirgendi ki bu da tam olarak gerçekleşmiş değil.
İsrail'in görüşmeler başında şart koştuğu HAMAS'ın terörist ilan edilmesinin Türkiye tarafından kabul edilememesi HAMAS için anlaşmayı meşrulaştıracak bir gerekçe olarak öne sürülecektir.
Türkiye'nin insani yardım malzemelerine gösterilen kolaylıkların da doğrudan Gazze'ye değil İsrail üzerinden gönderilmesi de mevcut uygulamalara dönüş olarak okunabilir.
İsrail'in anlaşmadan beklentisi, çıkaracağı doğalgazın Avrupa'ya taşınmasının Türkiye üzerinden gerçekleştirme planı başta olmak üzere uzun vadeli siyasi ve ekonomik hesaplarıdır.
Hepsinden önemlisi bölgede yeniden şekillenmeye başlayan stratejik dengelerde Türkiye'ye duyduğu ihtiyaçtır. Önümüzdeki dönem bölgede stratejik yapılanma yeniden şekillendiğinde bu anlaşmanın sıradan bir uzlaşamadan öte gelişmelere kapı aralayacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye açısından muhtemel sonuçları özellikle Amerika ile ilişkilerde İsrail'in varsayılan etkisine yönelik beklentilerinin belirleyici olduğu söylenebilir.
Diğer tarafta Ortadoğu'da şekillenme sinyalleri veren İsrail-Körfez/Suud denklemine Türkiye'nin de eklemleneceği bir stratejik ittifak tasarım ihtimalini şimdiden görmekte yarar var.
Filistin için ise, altını çizerek tekrarlamakta yarar var; Filistin Gazze'den ibaret değildir. Abluka kalksa bile Filistin'in büyük bölümünde Siyonist işgal devam ediyor, Kudüs'ün, Mescid-i Aksa'nın esareti bitmeden hiç bir sorun halledilmiş sayılmaz.
Ayrıca İsrail'in uluslararası anlaşmalara uymamak, verdiği sözleri esneterek, saptırarak yerine gitmemek gibi sabıkalarını hatırlamakta yarar var. Bundan daha iyisini mevcut şartlarda gerçekleştirme imkanı var mı sorusu ise boşta kalmaktadır. Zira, politik çıkışları adeta iman meselesi haline getiren söylem, bu tür geri dönüşlere uygun gerekçeleri de üretecektir. Başka bir tuhaflık da dün İsrail'le aramız bozulduğu için iktidara ateş püskürenlerin bugün anlaştığı için eleştiriyor olmalarıdır.