Alptekin Dursunoğlu İsmail Haniye'nin Şehid Edilmesinin Ardından Yaşanacak Muhtemel Gelişmeleri Değerlendirdi

Yeni aşama, yıpratma savaşından büyük, kapsamlı savaştan küçük bir savaş konseptini ifade ediyor. 

Görüntülenme: 195 Tarih: 05 Ağustos 2024 07:13
Alptekin Dursunoğlu İsmail Haniye'nin Şehid Edilmesinin Ardından Yaşanacak Muhtemel Gelişmeleri Değerlendirdi

Hizbullah komutanı Fuad Şukur ve Hamas lideri İsmail Heniye’ye yönelik terörist saldırının ardından İran ve Hizbullah, savaşta yeni bir aşamaya geçileceğinin sinyalini verdi.

‘Yeni aşama’, Direniş Ekseni’nin ‘yıpratma savaşı’ stratejisini değiştirdiği anlamına gelmiyor. Ancak gözüken o ki yeni aşama ile birlikte Direniş Ekseni, açık ve kapsamlı savaş olmasın diye artık kendini sınırlamayacak.

Yeni aşama, yıpratma savaşından büyük, kapsamlı savaştan küçük bir savaş konseptini ifade ediyor.  

Zira İran ve Hizbullah’tan yapılan açıklamalar, Direniş Ekseni’nin başlatacağı yeni aşamanın İran’ın İsmail Heniye’ye Hizbullah’ın da Fuad Şukur’a yapılan saldırıya vereceği cevapla sınırlı olmayacağını gösteriyor.

İran veya Hizbullah, daha önce İsrail suikastlarına karşı tepki operasyonları yapmış, İsrail’e yeni denklemler dayatmış; ancak 7 Ekim sonrası belirledikleri stratejiyi değiştirecek aşamalara geçmemişti.

Örneğin Hizbullah savaşın başında operasyonlarını sınırdan 5 kilometre derinlikteki askeri hedeflerle sınırlamıştı. 

Ancak Salih Aruri suikastından sonra, o zamana kadar hedef listesi dışında tuttuğu stratejik Meron hava kontrol üssüne ağır saldırılar yaptı. 

Sonraki suikastlara da operasyonlarını Safed ve Akka’ya kadar derinliklerdeki İsrail hedeflerini vurarak cevap verdi.  

Aynı şekilde İran da Şam konsolosluğunun vurulmasına cevaben İsrail’i 300 kadar füzeyle vurdu. 

Ancak Direniş Ekseni bu operasyonlarla yeni çatışma denklemleri kursa da çatışmaları yıpratma savaşı sınırlarında tutma ve kapsamlı bölgesel savaştan sakınma stratejisini  değiştirmemişti. 

İran’ın Şam konsolosluğuna yapılan saldırıya verdiği cevap sonrası ortaya çıkan denklem değişikliği buna ilişkin somut bir örnekti.  

İran, savaşın bölgeye yayılmaması için Suriye’deki yetkililerine yapılan suikastlara cevap vermiyor ve bunu da ‘stratejik sabır’ diye adlandırıyordu. İsrail rejimi, İran’ın stratejik sabrını acizlik olarak algıladı ve 1 Nisan’da Şam konsolosluğunu bombaladı. 

İran’ın konsolosluk saldırısına 13-14 Nisan’daki cevabından sonra İsrail artık Suriye’deki İranlı yetkililere saldırı yapamaz oldu; ancak bu yeni caydırıcılık denklemi İran’ı yıpratma savaşı olarak planladığı savaş stratejisini değiştirmeye de sevk etmedi.

Yani 7 Ekim’den bugüne kadar Direniş Ekseni, saha şartlarının gerektirdiği şekilde çatışma denklemi dayatmak veya caydırıcılık oluşturmak için saldırının çapını, şiddetini veya hacmini arttırsa da yıpratma savaşı stratejisinde değişikliğe yol açacak bir adım atmadı.

İsrail’in 30 Temmuz’daki Fuad Şukur ve 31 Temmuz’daki İsmail Heniye terörü, Direniş Ekseni’ni yeni bir aşamaya geçmeye zorladı. 

Bu aşama Direniş Ekseni’nin artık açık ve bölgesel savaşa yol açmamak için kendini sınırlamaktan vazgeçtiği bir aşama olacak.

Savaşta geçilecek yeni aşamanın nasıl bir fark yaratacağının anlaşılabilmesi için 7 Ekim sonrası uluslararası bölgesel şartları ve Direniş Ekseni’nin nasıl bir savaş stratejisi belirlediğini hatırlamak gerekiyor:   

‘Güvenlik operasyonu’ ile ‘varoluşsal savaş’ arasında Aksa Tufanı   

7 Ekim’deki Aksa Tufanı, Hamas tarafından açıklanan resmi hedefleri itibariyle taktik düzeyde bir operasyondu.

Bu yüzden de Filistin direnişi, İsrail rejiminin yok edilmesi veya işgal altındaki toprakların kurtarılması gibi stratejik hedefler açıklamamıştı. 

Açıkladığı hedefler rejimin Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirmeye yönelik düzenlemelerini durdurmak ve esir takası yapmaktan ibaretti.

Yani Aksa Tufanı stratejik hedefi olan bir askeri harekat değil, taktik kazanımlara odaklı bir güvenlik operasyonuydu.  

İsrail rejimi liderleri ise taktik hedefler öngören bu operasyon sonrası yaşanan süreci, ‘varoluşsal bir savaş’, ‘varoluşsal bir tehdit’ veya ‘varoluşsal bir kriz’[1] diye tanımladı. Yani İsraillilere göre Aksa Tufanı, İsrail’i yok etmeyi hedefleyen bir askeri harekattı. 

7 Ekim’e yönelik tanım, ilgili tarafların süreci nasıl, ne şekilde ve hangi yöntem ve araçlarla yöneteceğini tayin edecekti. 

İsrail rejimi Filistin direnişinin tanımını esas alsaydı, sorunu polisiye yöntemlerle, istihbarat ve özel güvenlik araçlarıyla çözmeye çalışacaktı. İsrail’e övgüler dizmeye odaklanmış dünya da “sofistike rehine kurtarma” operasyonları anlatacaktı.

Ancak sorunu ‘varoluşsal savaş’ diye tanımlayan rejim, konvansiyonel savaş sınırlarını çok çok aşan askeri yöntem ve araçları devreye soktu. Böylece dünya bir soykırıma tanık oldu. 

Aksa Tufanı bir güvenlik sorunu olarak tanımlansaydı, taraflar arasındaki çatışmada nispi bir güç dengesi söz konusu olabilirdi. Çatışmalar iki tarafın güvenlik ve istihbarat birimleri arasında yaşanacağı için sivil kaybı asgari düzeyde kalabilirdi.

Sorunun ‘İsrail’in varoluşsal savaşı’ olarak tanımlanması sadece İsrail ile Filistin direnişi arasındaki askeri kapasiteler bakımından değil, üçüncü tarafların yaklaşımı bakımından da İsrail lehine muazzam bir güç dengesizliği yarattı.

Zira ‘varoluşsal savaş’ tanımına göre artık İsrail’in esirlerinin güvenli bir şekilde kurtarılacağı dahi önemini kaybetmişti. Şimdi odaklanılması gereken şey İsrail’in nasıl ‘kurtarılacağı’ydı!

Gazze’de soykırım yapma hakkı için ‘İsrail’in var olma hakkı’

İsrail’e bu ‘varoluşsal savaşta’ hiçbir kural ve sınır tanımadan her türlü yöntemi, her türlü aracı, her türlü silahı kullanma hakkı veren ‘kutsal’ put sahneye çıkarıldı: ‘İsrail’in var olma hakkı’. 

‘İsrail’in var olma hakkı’; tarih, hukuk, ahlak ve gerçeklik dışı bir hurafe. Çünkü İsrail, klasik sömürgeciliğin bu çağda yaşayan tek temsilcisi. Dolayısıyla İsrail’in var olma hakkını savunmak, sömürgeciliğin en ilkel ve barbar şekli olan klasik sömürgeciliğin var olma hakkını savunmaktan ibaret. 

 Buna rağmen ‘İsrail’in var olma hakkı’ tarihe emperyalizm karşıtlığı gibi seçkin ideolojik katkılar sunanlar tarafından bile haşyet ve huşu ile tazim edilen bir put olmaya devam ediyor. 

Amerika liderliğindeki ‘kolektif Batı’ bu putu, İsrail’in ‘varoluşsal savaşta’ soykırım yapma hakkını kutsamak için kullandı. 

Arap Birliği, Körfez İşbirliği Örgütü ve İslam İşbirliği Örgütü üyeleri uzun zamandır zaten bu puta imanediyordu. 

Savaş yokmuş gibi davranmak, İsrail’le ilişkileri normal şekilde sürdürmek, hatta savaşa rağmen yeni normalleşme görüşmeleri yapmak bu imanın vecibeleriydi. Arap ve İslam ülkeleri bu vecibeleri yerine getirmede kusur etmedi. 

Hatta ‘kolektif Batı’ tarafından Ukrayna ve Tayvan üzerinden vekalet savaşı dayatılan Rusya ve Çin bile Gazze savaşının ‘varoluşsal savaş’ ve ‘İsrail’in var olma hakkı’ kavramlarıyla ortaya konmasına itiraz etmedi. Eleştiriler yöneltse de Gazze soykırımına dolaylı destek verdi.

Destek cepheleri ve mevcut savaş denklemi

7 Ekim sonrası sürecin ‘varoluşsal savaş’ ve ‘İsrail’in var olmak hakkı’ şeklinde tanımlanmasına yönelik bu konsensüs iki cephenin aktif olmasına sebep oldu.

Savaşın sert ve vahşi cephesi olan Gazze’de İsrail rejimi, silahlı direniş güçleriyle ve Gazze halkıyla savaşıyor.

Her iki tarafın destek cephelerinde ise savaş; askeri ve diplomatik alanda ve medya alanında sürüyor.

İsrail destek cephesinde ‘Kolektif Batı’, Akdeniz’de Hizbullah’a, Kızıldeniz’de Ensarullah’a ve Irak’ta Irak direnişine karşı askeri operasyonlar yapıyor. 

Hizbullah’ın ve Irak direnişinin savaştan çekilmesi için Lübnan ve Irak hükümetlerine siyasi ve ekonomik baskılar yapıyor. 

Ensarullah hareketine uluslararası alanda meşru Yemen hükümeti olarak tanınmayı, Hizbullah’a ise cumhurbaşkanı adayı Süleyman Franciye’yi cumhurbaşkanı seçtirmeyi vaat ederek rüşvetler teklif ediyor. 

Mısır ve Katar rejimleri, Amerika’nın dikte ettiği esir takası şartlarını kabul etmesi için Filistin direnişine baskı yaparak İsrail’e diplomatik destek veriyor. 

İsrail’le diplomatik ilişkileri olan Türkiye, Ürdün ve BAE gibi bölge ülkeleri ile zahiren İsrail’le diplomatik ilişkisi bulunmayan Suudiler ise sözlü tepkilerini Netanyahu ile sınırlı tutarak, İsrail’le siyasi ve ekonomik ilişkilerini ya doğrudan veya dolaylı olarak sürdürüyor. Böylece İsrail’i savaşın yan etkilerinden koruyor.

Medyaları aracılığıyla da Direniş Ekseni’ni itibarsızlaştırarak İsrail’e verdikleri desteği gündemden düşürmeye çalışıyor. Direnişi bir seçenek olmaktan çıkararak İsrail’e propaganda desteği veriyor.  

Filistin destek cephesinde ise Hizbullah, Irak direnişi ve Ensarullah liderliğindeki Yemen hükümeti, bilinen operasyonlarıyla İsrail’e karşı yıpratma savaşı sürdürüyor. 

İsrail’e destek cephesinin büyüklüğü, Direniş Ekseni’nin neden savaşın başında açık ve kapsamlı bir savaş yerine yıpratma savaşı stratejisini benimsediğini açıklıyor.  

Yeni aşama: Yıpratma savaşından büyük kapsamlı savaştan küçük

İran ve Hizbullah’ın İsrail rejiminin Tahran ve Beyrut’taki terör saldırılarına vereceği cevabın şiddeti, başlayacak olan yeni aşamanın niteliğini de tayin edecek.

Direniş Ekseni’nin yıpratma savaşı stratejisinden vazgeçtiği ve çatışmaları kapsamlı bir savaşa götürmeyi hedeflediği yönünde bir açıklaması yok. 

İsrail’e destek cephesi, savaşın ilk aylarında olduğu gibi artık açık ve kapsamlı bir savaşa hazır ve hevesli değil.

İsrail rejimi Uluslararası Adalet Divanı gibi Batılı rejimlerin çıkarları yönünde tasarlanmış uluslararası kurumlar tarafından bile soykırımla suçlanıyor.  Ancak bütün bunlara rağmen İsrail destek cephesi hala çok güçlü. 

Bu şartlar altında Direniş Ekseni, açık ve kapsamlı bir savaşta İsrail destek cephesinin Arap ve Müslüman ortaklarının dahi tarafsız kalacağından kuşkulu.  

Zira devletler bir yana sivil kamuoyunda bile ‘Gazze duyarlılığı’ Direniş Ekseni’ne destek yönünde bir eyleme dönüşmekten çok uzak. Batı sivil kamuoyundaki Filistin yanlılığının aksine Arap ve İslam ülkelerinin sivil kamuoyu sarayların oyun hamuru olmayı aşabilmiş değil.   

Ancak İran ve Hizbullah’tan yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, verilecek karşılık, İsrail ve destek cephesine açık ve kapsamlı bir savaşa hazırız mesajı iletecek şekilde benzersiz olacak.

Öte yandan ‘yeni bir aşama’dan bahsedildiğine göre bu daha öncekiler gibi tek seferlik bir misilleme operasyonu olarak kalmayacak. Yani sadece şiddeti ve hacmi bakımından değil sürekliliği bakımından da benzersiz olacak.  

Özetle Direniş Ekseni’nin bahsettiği ‘yeni aşama’ yıpratma savaşından büyük, kapsamlı bir savaştan küçük bir savaş süreci yaşanacağı anlamına geliyor. 

Bu yeni aşamanın şiddeti artmış olmakla birlikte ‘yıpratma savaşı’ sınırlarında devam etmesi de kapsamlı bir savaşa, hatta bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmemesini İsrail’in ve başta ABD olmak üzere onun destek cephesinin tepkisi belirleyecek.

 


[1] Besa (The Begin-Sadat Center for Strategic Studies) 2 Ocak 2024, A New Existential War – Part I: Israel’s Perception of the Enemy’s Goals , Haaretz, 23 Şubat 2023, 'Israel's Existential Threat Is From Within': David Ivry, a Pillar of Israeli Defense for Decades, Tells All , YDH, 12 Temmuz 2024, Lieberman: Varoluşsal bir kriz yaşıyoruz  

YDH

Yorumlar