Hizbullah Yetkilisi İstanbul'da Konuştu

Türkiye’de “Kudüs İçin Söz Konferansı” etkinlikleri, Hizbullah heyetinin de aralarında bulunduğu 30’dan fazla ülkeden 300’ü aşkın Arap, İslam ve uluslararası ismin katılımıyla gerçekleşti. Konferansta, Hizbullah’ın Arap ve Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Ammar el-Musavi de bir konuşma yaptı. 

Görüntülenme: 30 Tarih: 08 Aralık 2025 14:34
Hizbullah Yetkilisi İstanbul'da Konuştu

Almanar.com'un aktardığına göre, Hizbullah yetkilisi Ammar El Musavi, İstanbul'da düzenlenen 'Kudüs İçin Söz' konferansında önemli bir konuşma yaptı.

Aşağıda, Hizbullah’ın Arap ve Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Ammar el-Mousavi’nin “Kudüs Ahdi Konferansı” kapsamında yaptığı konuşmanın tam metni yer almaktadır:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, hamd âlemlerin Rabbi Allah’adır. Efendimiz ve peygamberimiz Hz. Muhammed’e, tertemiz Ehl-i Beyt’ine, ashabına, tabiîn’e ve tüm peygamberlere ve elçilere salât ve selâm olsun.

Kudüs Uluslararası Kurumu Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Muhammed Selim el-Avva,
Kurum Yönetim Kurulu Başkanı Şeyh Hamid bin Abdullah el-Ahmer,
Değerli kardeşler,
Hepinize selam ve rahmet diliyorum.

Büyük selam, büyük şehitlerin, komutan şehitlerin, direniş şehitlerinin ve Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te, Lübnan’da, Suriye’de, Yemen’de, İran’da, Irak’ta ve ümmetin bu sinsi düşmanla yüzleştiği tüm cephelerde hayatını kaybeden halkımızın tüm şehitlerinin ruhlarına olsun.
Bu ev sahipliği için Türkiye hükümetine ve halkına teşekkür ediyoruz.

Ey Kudüs, ey yeryüzünün başkenti ve göğün başkenti, selam sana. Seni böyle adlandırırdı; aziz şehidimiz Seyyid Hasan Nasrallah da sana böyle hitap etmeyi severdi.
Selam sana, Allah’ın bereket verdiği ve çevresini de mübarek kıldığı mübarek belde.
Ey kıymetli gelin; mehirin, halen ve daima, o pak ve temiz kanların seli olmuştur.
Gençlerimizi ve komutanlarımızı Kudüs yolunda şehit verirken büyük bir onur ve gurur duyduk; onlarca, yüzlerce, binlerce… Eğer elimizde Seyyid Hasan’ın kanından daha kıymetli bir şey olsaydı, onu da Kudüs yolunda sunardık.
Allah’a yemin ederim ki hiçbir zaman cimrilik etmedik, etmeyeceğiz. Başımıza gelenlerin ardından gevşemedik, zayıflamadık, boyun eğmedik.

Kardeşlerim,
“Aksa Tufanı” operasyonu bir macera değildi; destek savaşı da bir risk değildi. Asıl macera ve asıl komplo, iki yıl boyunca süren cihat, fedakârlık, sabır, gözyaşı, susuzluk ve acıya rağmen Arap ve İslam dünyasının gösterdiği terk ediştir. Bu, ümmetin kaderiyle ve Filistin’in kaderiyle kumar oynamaktı.

Peki, bu ümmetin neredeyse iki milyara yaklaşan nüfusunun, mucizeler yaratan bir halkın ve direnişin fedakârlıklarına yanıt vermemesinin anlamı nedir?
Arap dünyamızda sessizliğin hâkim olmasının anlamı nedir?
Gazze halkına bir parça ekmek ya da bir damla suyla dahi karşılık veremeyişimizin anlamı nedir?

Gazze’ye destek olmamız nedeniyle bizi eleştiren çok oldu; bunun hata ya da günah olduğunu söyleyenler oldu. Onlara cevabımız şudur: Eleştirdiğiniz şey, bizim için her zaman onur ve gurur kaynağı olmuştur ve kıyamet günü Rabbimizin huzuruna Gaza’nın, halkının, direnişinin ve fedakârlığının yanında duranlar olarak çıkmamız bize yeter.

Bu ümmetin öncüleri tarafından iki yıl boyunca verilen mücadele, etkileri bakımından ve başardıkları açısından çok büyük oldu. Düşman yapısı daha önceki hiçbir Arap-İsrail savaşında olmadığı kadar sarsıldı. “Aksa Tufanı”, İsrail’i iki kez ifşa etti:
Bir kez onu ne kadar kırılgan ve çökmekte olduğunu göstererek,
Bir kez de ne kadar vahşi ve katil bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyarak.

Kardeşler, dünyanın dört bir yanında Batı gençliğinin, kadınlarının ve toplumlarının vicdanı ayağa kalkarken, bizim şehirlerimizde ve meydanlarımızda neden hiçbir tepki, hiçbir karşılık görmüyoruz?
Acaba Arap sermayesinin bir kısmı, Gazze’ye yönelik savaşın finansmanında mı kullanıldı? Ben inanıyorum ki Arap parasının bir bölümü, İsrail’in savaş ve öldürme makinesine aktı.

Siyonist yapının Gazze’den Batı Şeria’ya, Lübnan’dan Suriye’ye, İran İslam Cumhuriyeti’nden Yemen’e ve son olarak Doha’ya kadar bölgemizde işlediği vahşeti ve saldırganlığı “Aksa Tufanı’na tepki” diye göstermeye çalışmak, bu yapının ve Amerikan–Batı desteğinin doğasını anlamayanların yaklaşımıdır. Bu söylem, Amerikan-Siyonist saldırganlığına onay vermektir.
Bu saldırganlık, yalnızca Gazze ya da Filistin’e değil; Basra’dan Atlantik’e tüm bölgeyi kontrol altına alma hedefi taşımaktadır.
Düşman bu niyetlerini gizlemedi: Netanyahu’nun deyimiyle “Yeni Orta Doğu”, Trump’ın deyimiyle “güç yoluyla barış”.

Bu, ümmetin teslim olması, boyun eğmesi, itaat etmesi gerektiği anlamına geliyor.
Bu da yıllardır hazırlanan yeni bir sömürge projesi anlamına geliyor.
Meselenin “Aksa Tufanı’na yanıt” ya da “destek savaşına yanıt” olmadığı açıktır.
Bu, yıllarca gizli ve titiz biçimde hazırlanmış, ABD’nin öncülük ettiği, Avrupa’nın geniş katılım gösterdiği bir plandır.
Bu plan, ümmetteki bütün direniş güçlerini vurmayı ve ortadan kaldırmayı, ardından da Amerikan-Siyonist tek taraflı vizyonu tüm bölgeye dayatmayı hedefliyordu.

Ancak son iki yıldaki gelişmeler ve çatışmalar, Batı ve ABD’nin sınırsız desteğine rağmen siyonist yapının askerî ve teknolojik üstünlüğünün bu hedefi gerçekleştirmeye yetmediğini gösterdi.
Gazze’de savaş hedeflerinin başarılamaması, Hizbullah’ı yok etme görevinde yaşanan hezimet, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı yürütülen saldırganlıkta alınan tokat, Yemen füzelerinin susturulamaması; tümü, bu vahşi yapının, yedi cephede yürüttüğünü iddia ettiği görevi tamamlamaktan hâlâ aciz olduğunu kanıtlıyor.

İran’a karşı savaşın yeniden başlatılması ve Lübnan’a kapsamlı bir savaş açılması yönündeki tehditler, bir yıl önce askerlerinin el-Hiyam sınır kasabasının duvarları önünde çaresizce durduğunu hatırladığımızda, önceki savaşların hedeflerine ulaşamadığının açık itirafıdır.

Kardeşlerim,
Aylarca süren “Lübnan ve direnişine yıkıcı savaş” tehdidi; buna ABD, Avrupa, bazı Araplar ve yerel sağ güçlerin medya, siyaset ve ekonomi üzerinden eşlik eden baskıları; Lübnan’daki iktidar çevrelerinden bazılarının bu dayatmalara boyun eğmesi… Bütün bunlar bize şunu gösteriyor: Biz hâlâ güçlüyüz ve yaralarımızdan güç alıyoruz.
Komutanlarımızı ve mücahitlerimizi şehit vermemize, onlarca köy ve kasabanın enkaza dönmesine, Güney Lübnan’ın birçok bölgesinde Gazze manzaralarını andıran sahnelerin ortaya çıkmasına rağmen teslim olmayacağız.

Eğer teslimiyet bizim sözlüğümüzde olsaydı, liderimiz Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti sırasında beyaz bayrak kaldırırdık. Çünkü komutanımız öldürülmüşken teslim olmak isteyen için en uygun an oydu. Ama o anda teslim olmayanların sözlüğünde “teslimiyet” kelimesi yoktur.

Teslim olmayacağız.
Beyaz bayrak kaldırmayacağız.
Doktor Halid, silahlarımızı – izzetimizin ve onurumuzun kaynağını – teslim etmeyeceğiz.

Evet, sizin de belirttiğiniz gibi, biz bu kutsal savaşı – İslam savaşını – İslami Cemaat’in Fecr Güçleri’yle, Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi’yle, Emel Hareketi’yle, Lübnan ve Filistin halklarının onurlu ve özgür evlatlarıyla, direnişin yalnızca Hizbullah’ın, Hamas’ın veya İslami Cihad’ın değil; tüm ümmetin kalkanı olduğuna inanan herkesle birlikte yürüttük.

Lübnan’da direniş sancağı düşmeyecek.
Filistin’de ve onurlu Gazze’de direniş sancağı düşmedi ve düşmeyecek.

Dostlar ve sevenler müsterih olsun; düşman, nefret eden ve alay edenler ise umutsuzluğa kapılsın.

www.kudusgunu.com

Yorumlar