Immanuel Wallerstein
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu “Bibi” İsrail’de yapılan seçimlerde önemli bir zafer kazandı. Seçimlerden kısa bir süre önce, kamuoyuna yaptığı iki açıklamayla zaferini garantiledi. Açıklamasının birinden Başbakan olursa Filistin diye bir devlet olmayacağını ifade etti. Böylece, İsrail yönetimi ile Filistin Otoritesi arasında yapılan görüşmelerde iki devletli bir yapının kurulması taahhüdünü de ihlal etmiş oldu. İkinci açıklaması ise önemli oranda Arap nüfusun seçimlere katılımı konusunda İsrailli seçmenleri “uyarmak” oldu. Böylesi bir politika izlemek elbette saf bir demagoji demektir. Ancak, işe yaradı.
Netanyahu yalnızca onyıllardan beri en başarılı İsrail siyasetçisi olarak yoluna devam etmiyor, aynı zamanda, dikkatlice yapılan ince hesaplarla bu işin üstesinden de gelebiliyor. Yapılan anketlerde, Isaac Herzog’un başında bulunduğu İsrail’in merkez Sol Partisi, sözümona Siyonist Birliği oylarında önemli oranda artış olduğu anlaşılınca sadece birkaç hafta önce bu hikâye de başladı. Netanyahu taraftarları grubu, Filistinlerle görüşmelere yeniden başlanacağı haricinde, Filistinliler ile herhangi bir şey söylemekten imtina etti. Refah devletinin sağladığı faydaları vaatlerinde bulunarak, kampanyasını ülkenin iç ekonomik konuları üzerinde yoğunlaştırdı.
Netanyahu, her şeyden önce, ABD’de, Kongre Ortak Oturumunda, ABD Temsilciler Meclisi Sözcüsü John Boehner’in davetine (muhtemelen tahrik edilerek) cevap verdi. Bu durum, genel anlamda, yabancı bir devletin başında bulunan bir siyasetçinin, bir anlamda haddini aşarak, ABD’nin politika belirleme işine karışma anlamında uluslararası kuralları ilk ihlal oluyor. Başkan Obama bu durumdan dolayı çok sinirlendi ve Netanyahu’nun Amerika Birleşik Devletlerini kısa ziyaretinde onunla görüşmeyi reddetti.
İsrail Başbakanı ABD Kongresinde, demokratların konuşmasını kısmen boykot etmesiyle birlikte, kendisini dinlemeye hevesli Cumhuriyetçilerden oluşan bir topluluğuna hitabetti. Netanyahu’nun Cumhuriyetçi dinleyicilere yönelik bu konuşmasındaki amacı, Yahudi İsraillileri ilk tur oylamada sağ kanat diğer adaya oy vermeye teşvik etmek değildi elbette, ancak, seçimlerde kazandığı zaferi için “gerekli olan oyları” almaktı. Amacına ulaşmada son derece başarılı da oldu.
Bu sürecin gelişim seyrinde, ABD’nin İsrail yönetimi ile olan ilişkilerini yeniden değerlendirmeye alması gerektiğini söyleyen Başkan Obama’ya radikal bir şekilde karşı durdu. Başbakan Netanyahu, bu arada, Filistinliler ile daha sonra yapılacak görüşmeler konusunda hafifçe geri adım attı ve Arap seçmen nüfusunun seçimlere katılması hususunda yaptığı korku tellallığından dolayı Netanyahu’nun sözüne güvendiğini söyledi ve aksi yönde gelişen durumdan dolayı öfkesinin yatışmadığı anlaşılıyor.
Bu sıralar herkes aynı soruyu soruyor; şimdi ne olacak? Seçimlerden kısa bir süre önce, İsrail güvenlik seçkin bir grubu, Netanyahu’nun bu yaklaşımının aslında ABD’yi yabancılaştırma ve çıkan sonucun da Yahudi Devleti sıfatıyla İsrail’in geleceği üzerinde umutsuzca kötü bir etkisi olduğunu dile getiren bir bildiri yayınladı. Bu grup, bildiri yayınlamakla haklı mı? Verilebilecek cevap hem evet ve hem de hayır.
Doğru cevabı bulabilmek için, İsrail vatandaşı Yahudilerin karşı karşıya bulundukları ikilem ile işe başlayalım. Ne iki devletli bir çöm yolu istiyorlar, ne de tek devletli bir yapı. İki devletli çözüm yolu üzerinde karar kılınması halinde, 1973 sonrası dönemde kurulan yerleşim yerlerindeki Yahudilerin büyük bir kısmının çekilmesi veya en azında sürgün edilen Filistinlilerin bu topraklara dönmesi gerekeceğini çok iyi biliyor. Bundan dolay da, iki devletli bir yapıyı kabul edilemez olarak görüyorlar. Bölge nüfus gelişimi dikkate alınması durumunda, iki devletli yapı şeklindeki çözüm yolunun, zamanla gecikmiş tek devletli bir yapıya dönüşebileceğinden korkuyorlar. Tek devletli bir yapıda karar kılınması halinde ise, Yahudi devletinin temeli olan Siyonist fikrinin terk edilmesi anlamına geliyor.
Bu ikilemle karşı karşıya bulunan İsrailliler Netanyahu’nun izlediği stratejiyi tercih ediyorlar: Karar almayı geciktirmek ve zaman kazanmak. Şayet iki taraf arasında barış sürecini hızlandırmayı deneyen birisi çıkarsa, her türlü muhalefetin kendisini tehdit olarak algılayacağı bir cephede askeri savaşa hazır olsun.
Bu stratejinin izlenmesinde temel bir güçlükle karşı karşıya kalınıyor: Çünkü dünyanın sabrı zorlanıyor. En azından İsrail hükümeti tutumunun barışçıl destekçisi olanların sabrı ciddi bir şekilde zorlanıyor; başlıca Avrupa devletleri, Filistin Yönetimi, sözde ılımlı Arap kamuoyu ve aynı zamanda Birleşik Devletlerinin..
İsrail halkının, “zorba” olma özelliğiyle İsrail yönetiminin “kurbanı” olmaya dönüştüğü yönünde küresel düzeyde bir algı var. Böylesi bir durum İsrail’de savunulan Siyonist davanın kâbusu oldu. Bu algının devam etmesi İsrail için sadece olumsuz bir gelişme olabilir. ABD’nin, bugünden itibaren belki de birkaç yıl sonra, İsrail için kritik öneme haiz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde alınan kararları veto etmede istekli olmayacağı bir dönem gelebilir.
Daha sonra iki gelişme yaşanabilir. Dünya âlem, anlaşıldığı kadarıyla Güney Afrika meydana geldiği gibi, gerçeklerin her yönüyle algılandığı haliyle dramatik yeniden bir değerlendirmesini yapılabilir. Bu tersine dönüş, çok az düzeyde ekonomik değişimle birlikte, büyük siyasal değişimlere yol açtı. Ancak hiçbir şekilde kan dökülmesine yol açmadı, ya da, alternatif olarak, böyle bir durum yaşanmadı. İsrailli Yahudilerin, olası başka bir İntifada şeklinde gelişebilecek bir hareketi bastırmak amacıyla, bütün askeri güçlerini kullanabilecekleri büyük bir savaş yaşanabilir.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun verdiği mesaj gayet açık: Büyük savaşı tercih ediyor ve bundan dolayı da İsrailli seçmenler ona oy verdiler.
alternatifsiyaset.net