1979 İran İslam İnkılabı ile başlayan ve İslam dünyasının yeniden dirilişi olarak tanımlanabilecek sürecin küresel hegemonyayı çok ciddi boyutta rahatsız ettiği hepimizin malumudur.
İslam İnkılabı, Şii-Sünni tüm İslam coğrafyasına ve dünyanın ezilen halklarına umut ışığı olmuştu. İslam İnkılabı o günlerin küresel efendileri Amerika ve Sovyetler Birliği için ise kabus haline gelmişti. 1980 yılında Amerika'nın Saddam'ı tahrikiyle başlayan İran-Irak Savaşı için dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu şöyle söylüyordu: "Dünya tarihinde rakip iki süper gücün aynı ülkeyi desteklediği başka bir örneği bilmiyorum. Bu savaşta Amerika ve Rusya birlikte Irak'ı destekliyorlar."
İslam İnkılabı "devrimci İslam" kavramının literatüre girmesini sağladı. Fitnenin ortadan kaldırıldığı, adaletin ikame edildiği yeni bir dünya kurulabileceğine dair umutlar yeşerdi.
İslam İnkılabı'nın önderi İmam Humeyni; mezhebi taassubu ve küresel hegemonyayı reddeden, tüm dünya mustazaflarına izzet vaadeden duruşu ile başta Amerika olmak üzere küresel efendilerin uykularını kaçırmıştı.
İslam İnkılabı'nın en önemli özelliği ise hiçbir küresel güce yaslanmaması ve zalimlerle uzlaşmayı asla kabul etmemesi idi.
Devrimci İslam'ın alt edilmesi ya da sönümlenmesi amacıyla küresel hegemonya yeni bir küresel oyunu devreye soktu. Bu oyunun iki sacayağı vardır:
Birincisi; küresel zulme karşı devrim enerjisi ile yanıp tutuşan kesimlerin kontrol edilebileceği yeni bir ideoloji oluşturmaktır. Bu amaçla Suudi Arabistan'da kurgulanan, Pakistan ve Afganistan üzerinden pratize edilen Neo-Selefilik yeni bir ideoloji olarak devreye sokuldu. Suudi Arabistan'ın Vehhabi tezleri önce Pakistan medreselerine, sonra da Afganistan mücadelesine teorik temel oluşturdu. Seyyid Kutub'un şehadetini müteakip Nasır'ın zulmünden kaçan Mısır İhvan'ının bazı önemli isimleri de Suud üzerinden yürüyen bu planın bir parçası oldular.
Neo-Selefi ideolojinin ne öncüleri ne de savaşçıları bu ideolojinin arka planını sorgulamadılar. Suudi ailesinin önce İngilizler sonra Amerikalılarla yaşadığı aşk hep göz ardı edildi. Gelen kirli paranın kaynağı üzerinde durulmadı.
Selefi mektebin aklı küçümseyen aşırı nakilci çizgisinin de bu sorgulamanın yapılamamasında etkili olduğu söylenebilir. Çünkü; aklın devre dışı bırakıldığı tüm tezlerde sorgusuz teslimiyetin öne çıkması kaçınılmazdır.
Önceleri El-Kaide, bugün ise başta IŞİD olmak üzere El-Kaide türevi örgütlerin tarihsel gelişimlerinin yukarıda bahsettiğimiz küresel oyun ile iç içe geçtiğini ifade etmek hiç de abartılı olmayacaktır.
Özellikle son yirmi yılda İslamcı gençlerin devrimci enerjilerini El-Kaide ve türevi Neo-Selefi örgütlere yönlendirmek için Amerika-Suud merkezli ciddi bazı stratejilerin devrede olduğunu söylemek durumundayız. Bu konuda yapılan çok sayıda itiraf mevcuttur.
Neo-Selefi grupların zaman zaman kendilerine çizilen sınırları aşarak Amerika'ya da tavır almaları gerçekleri örtemez. Amerika-Suud işbirliği sayesinde Neo-Selefi ideoloji hortlatılmış ve cihad kavramı kirletilmiştir. Kendinden olmayan herkesin kanını mübah gören bir anlayış devrimci Müslümanlara mal edilmiştir. Ayrıca da, mezhepçilik fitnesinin tüm ümmeti kuşatması sağlanmış ve İslam İnkılabı'nın bir "Şii kalkışması" olduğu fikri öne çıkarılmıştır.
Küresel oyunun ikinci sacayağını ise; İslam'ın toplumsal tezlerini içermeyen ehilleştirilmiş yeni bir İslam anlayışının üretilmesi oluşturuyor. Bir dünya görüşü olarak hayatın her yönüyle ilgili tezleri olan İslam'ı sadece özel alana sıkıştırmayı hedefleyen bu projenin adı "Ilımlı İslam" dır.
Amerika'nın başını çektiği küresel hegemonya İslam'ı sekülerleştirerek ya tamamen hayatın dışına itmeyi ya da vicdanlara hapsetmeyi ana strateji haline getirmiş durumda...
Ilımlı İslam projesinde Amerika'nın bölgesel müttefiki ise maalesef Ak Parti iktidarıdır. Amerika ile görüşülüp uzlaşılarak kurulduğu kendi yetkililerince dahi inkar edilemeyen Ak Parti, geldiğimiz noktada bu misyonun gereğini hakkıyla yerine getirmektedir.
Erbakan Hoca'nın Ak Parti'nin kuruluşu ve kurmayları ile ilgili görüşlerini dinlediğimizde, Hoca'ya hak versek de vehametin boyutlarını tam anlayamamıştık. Ancak bugün, Hoca'yı tam olarak anlıyoruz. Müslümanların, tam karşısında durduğu NATO ve Amerika'ya Ak Parti iktidarı sürecinde nasıl entegre olduğunu ibretle izliyoruz. Diğer bir deyişle, Ak Parti'nin yürüttüğü algı operasyonları ile dindarları Amerika ve NATO'nun bölgesel planlarına nasıl alet ettiğini üzülerek gözlemliyoruz.
2008 Gazze Savaşı öncesinde Erdoğan'ın Olmert ile Esad'ı Golan Tepeleri karşılığında uzlaştırma çabasına tanık olmuştuk. Bu uzlaştırma planında Esad Golan Tepelerine karşılık Suriye'yi direniş cephesinin bir parçası olmaktan çıkaracak, yani yönünü Amerika'ya dönecekti. 1978 Camp David Anlaşması'nda da Enver Sedat, Sina bölgesi karşılığında İsrail'i tanımış ve kıblesini Amerika'ya çevirmişti. Camp David anlaşmasını ihanet olarak niteleyen bu ülkenin İslamcılarının ekseriyeti Türkiye'nin Olmert ile Esad arasında arabuluculuk yapmasını ihanet olarak nitelemiyorlar. Yapılan algı operasyonları hafızamızı kaybetmemize yol açtı.
Ak Parti iktidarı göstermelik bazı söylemler ile Amerika-NATO hattı ile olan güçlü bağını gözlerden kaçırmaya çalıştı ve bunda da büyük ölçüde başarılı oldu.
Ak Parti iktidarını Sünni dünyanın idolü kılmak adına yapılan propagandalar maya tuttu.
Arap Baharı sürecinde de Türkiye, Amerika-NATO hattında öncelikle Libya'da, sonra da Suriye'de üzerine düşeni yaptı, yapmaya da devam ediyor.
Son bir haftadır gündeme oturan Türkiye-İsrail anlaşması da Amerika-NATO hattına bağlılığın bir ürünüdür. Amerika merkezli küresel hegemonya, Türkiye-İsrail arasındaki pürüzün giderilmesini istedi. Bölgesel planlar için problemin giderilmesi gerekiyordu.
Ak Parti iktidarı Amerika ve NATO ile ilişkilerini başından beri sıkı tuttu. Bu sıkı ilişki ağının gereği olarak İsrail ile ilişkilerindeki pürüzler gerçekte yüzeysel boyuttaki pürüzler idi. Ancak bu pürüzlerin derin sorunlar şeklinde lanse edildiği bir manipülasyon süreci yaşadık. Ticari ve askeri ilişkilerin tam gaz devam ettiği bir süreç, kısmi diplomatik sorunlar üzerinden İsrail karşıtı bir duruş şeklinde pazarlandı.
Mavi Marmara ile ilgili tek bir davanın bile açılamamasına, Gazze'ye ambargo ile ilgili hiçbir ciddi vaadin olmamasına rağmen Türkiye-İsrail yakınlaşması son dönemdeki bölgesel gelişmelerle ilintilidir. Amerika-NATO planı bu yakınlaşmayı gerekli kılmış ve taraflardan gereğinin yapılmasını istemiştir.
Türkiye, Amerika-NATO ekseninden ayrılmadığı sürece bu eksenin gerektirdiği duruşu sergileyemeye devam edecektir. Şayet bu duruş, İran'ı şeytanlaştırmayı gerektiriyorsa, Türkiye bunu da yapacaktır. Bugün yaşadığımız reel-politik tam da budur.
Türkiye, bölgede Amerika-NATO hattına yönelik direnişin kırılmasında önemli bir misyon üstlenmiştir. Türkiye dış politikası bu misyon çerçevesinde bölgesindeki birçok komşu ülke ile kanlı bıçaklı olma pahasına Amerika ve NATO'nun sesi olmaya devam etmektedir.
Acı olan taraf, geçmişinde İslamcılık olan bir kadronun yönettiği Ak Parti tarafından halkımızın küresel oyuna dahil edilmesidir.
Devrimci İslamcıların, devrim ve İslam kavramlarının sulandırıldığı bu küresel oyunu bozacağına yürekten inanıyorum. Allah (c.c)'tan "küresel zulme karşı küresel intifada" basiretini tüm Müslümanlara ihsan etmesini niyaz ediyorum!
İSLAMİANALİZ