Türkiye ile Mavi Marmara katili İsrail’in pazarlık masasının üzerinde bulunan şartların tamamına yakını İsrail’in taleplerini içerirken yeni bir tehlike ise eşikte bekliyor. Bir taraftan Türkiye üzerinden geçecek İsrail doğalgaz hattı ile Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacı karşılanırken, diğer taraftan İsrail’in bu kıyağı karşısında Avrupa Birliği de boş durmayacak... AB tarafından 2009’da Türkiye’ye dayatılan ve bugüne kadar buzdolabında bekletilen Fırat ve Dicle suyu projesi, sayesinde Türkiye’nin su kaynakları İsrail’e akıtılacak. Böylece İsrail hem elindeki doğalgazı Avrupa’ya satacak hem de su ihtiyacını Türkiye’den karşılamış olacak.
Rahmi Yolcu
Türkiye AB baskısıyla en önemli iki su kaynağını Akdeniz’den İsrail’e pompalamak zorunda kalacak.
IRAK VE SURİYE İLE ZATEN PAYLAŞIYORUZ
Saadet Partisi GİK Üyesi Prof. Dr. Oya Akgönenç konuyla alakalı Millî Gazete’ye yaptığı açıklamada, “2004 yılında Avrupa Birliği tarafından bizim su kaynaklarımız hakkında garip şartlar öne sürüldü. Hâlihazırda Irak ve Suriye ile paylaştığımız Fırat ve Dicle suları üzerinde Avrupa Birliği’nin de tasarrufunu öngören bu şartlar Türkiye’nin dikkatle üzerine eğilmesi gereken hususlardır. Biz bu suları zaten Irak ve Suriye ile paylaşıyoruz. Bir de buna İsrail’i eklersek bu suyu lüzumundan fazla kullanmış oluruz” dedi.
İSRAİL’İN FIRAT VE DİCLE İLE NE İLGİSİ VAR?
Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye’den doğup Suriye ve Irak topraklarından akıp Basra Körfezi’ne dökülüyor. AB bu akarsuları denetlemek istiyor ve bunun için baskı yapıyor. AB bunu yaparken bölgedeki en büyük ortağı İsrail’i de bu işe dahil ediyor. Normal şartlarda İsrail’in bu su kaynaklarından yararlanması imkansız. Hem bunlar üzerinde bir hak iddia edebilecek durumda değil, hem de konumu buna müsait değil. Peki, tüm bu şartlara rağmen neden İsrail’in Fırat ve Dicle konusuna müdahil olması dayatılıyor? Geleceği su savaşları üzerinden tasarlama plânları kuran Batı, ileride Ortadoğu’da yaşanabilecek bir su probleminde, bu problemi geçmişte yıkım ile, kan ile, gözyaşı ile çözen bir İsrail’e ihtiyaç duyuyor.
SU HIRSIZI SİYONİST
ÜRDÜN Havzası’ndaki su kaynaklarının çekişme konusu oluşu İsrail’in kuruluş dönemine kadar uzanıyor. İsrail yıllardır iki ana nehir olan Ürdün ve Yarmuk nehirlerinin sularından yararlanılmasını çatışma konusu olarak kullanıyor. 1967 Savaşı’ndan sonra bu gerilim daha da yükselmişti. Çünkü Golan Tepelerini ele geçirip Ürdün sularını Galile Denizi’nden Necef Çölü’ne çevirerek bu nehrin suları üzerinde mutlak egemenlik kuruyordu. Ürdün’ün kayıpları Yarmuk Nehri’nde de ortaya çıkıyor. O sıralarda inşa edilmekte oklan Mukeyba Barajı ve Doğu Gor Kanalı da İsrail ordusu tarafından yıkılıyordu. Bunların yeniden yapımı için gerekli olan yardımlar da Dünya Bankası’nda İsrail tarafından engelleniyordu.
FIRAT VE DİCLE ELDEN GİDİYOR
Türkiye, AB uğruna verdiği tavizlerin belki de en önemlilerinden biri su konusu. 2009 yılında “Çevre” faslının açılması şartıyla Türkiye’nin su kaynaklarını AB’nin ve İsrail’in kontrolüne bırakan Türkiye, etkileri ileri ki yıllarda hissedilecek olan bir faciaya da imza atmış oldu. İsrail’in “dost” olarak nitelendirildiği ve ikili ilişkilerin kuvvetlendirilmeye çalışıldığı şu günlerde önemini arttıran bir husus olan su konusu, Türkiye’nin egemenlik haklarının bir parçası olan Fırat ve Dicle’nin altın tepside Siyonistlere teslim edilmesini öngörüyor.
TÜRKİYE’NİN sınırı aşan su kaynaklarından Fırat ve Dicle Avrupa Birliği kıskacında. Avrupa Birliği uğruna İsrail’in de dâhil olduğu uluslararası bir kurula devredilmek istenen Fırat ve Dicle, gerekli önlemler alınmazsa elimizden kayıp gidecek.
İSRAİL İLE SU İŞBİRLİĞİ
Türkiye 10-11 Aralık 2009’da gerçekleştirilen AB Zirvesi’nde “Çevre” faslında müzakerelere başlama konusunda AB ile uzlaşırken, önemli sonuçlar doğuracak bir kriterini de kabul etti. Bu kritere göre, Türkiye’nin “Çevre” başlığında müzakereleri tamamlamasının ardından, AB’nin Fırat ve Dicle havzasının yönetimi konusunda doğrudan müdahale hakkı bulunacaktı. AB bu konuya ilk kez 6 Ekim 2004 yılında yayımladığı ve Türkiye için müktesebat olan ‘Etki Raporu’nda yer vermişti. Raporun sekizinci sayfasında, üyelik halinde Fırat ve Dicle nehirleri ile bunlar üzerindeki barajların ve sulama planlarının idaresinin uluslararası yönetime bırakılmasının ve bu konuda komşular ve İsrail ile işbirliği yapılmasının Türkiye’den isteneceğine yer verilmişti.
SU KONUSUNDA “İSRAİL” VURGUSU
AB Komisyonunun 6 Ekim 2004 tarihli Etki Değerlendirme Çalışmasında, Orta Doğu’da su sorununun gelecek yıllarda giderek önemi artan bir konu olarak AB’nin gündeminde önemli bir yere sahip olacağı kaydedilmişti. İşte o çalışmanın bir bölümünde İsrail’e can suyu olacak Türkiye plânı şu şekilde özetlenmişti. “Orta Doğu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla beraber su kaynakları ve altyapılarının (Fırat ve Dicle nehirleri havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve komşu ülkeleri arasında su alanında sınır ötesi işbirliği) uluslararası yönetiminin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.” ifadesi yer almıştır. Belgede yer alan su kaynakları ve alt yapılarının uluslararası yönetimi ibaresiyle Fırat ve Dicle havzalarında sınır aşan boyutta entegre havza yönetimine gidilmesi gerektiği savunulmakta, ayrıca Türkiye’nin kabulün aksine Dicle ve Fırat nehirleri ayrı havzalar olarak gösteriliyor. Türkiye’nin bu su havzalarına göz diken Avrupa Birliği, Ortadoğu’da yakın dönemde yaşanması muhtemel bir su kıtlığında İsrail’i garantiye almak istiyor.
MANAVGAT YETMEDİ
Türkiye, Akdeniz Havzası ve Ortadoğu’da su sıkıntısı çeken ülkelerin ihtiyacını karşılamak amacıyla Manavgat nehri üzerinde 1997 yılında bir arıtma ve dolum tesisi kurdu. Arıtma tesisi yılda 90 milyon m3 arıtılmış, 90 milyon m3 ham su olmak üzere toplam 180 milyon m3 su kapasitesine sahip. İsrail’e Manavgat tesisinden su satışını öngören bir anlaşma 4 Mart 2004 tarihinde imzalandı. Anlaşma uyarınca, Manavgat Nehrinden yılda 50 milyon m3 arıtılmış suyun 20 yıl süre ile İsrail’e satışı ve suyun İsrail’e deniz yoluyla tankerlerle taşınması öngörülmüştü. Eğer Fırat ver Dicle nehirlerinin yönetiminde İsrail söz sahibi olursa, Manavgat örneğinde olduğu gibi İsrail’e su sevkıyatının önü açılacak. İsrail bu şekilde su ihtiyacını karşılarken, Avrupa Birliği de İsrail üzerinden Türkiye’nin su kaynaklarını kontrol edecek.
“HANGİ SINIR HAKKI İLE İSRAİL BU MESELEYE DÂHİL EDİLMİŞTİR?”
Saadet Partisi GİK üyesi ve Ufuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oya Akgönenç konuyla alakalı Millî Gazete’ye yaptığı açıklamada, “2004 yılında Avrupa Birliği tarafından bizim su kaynaklarımız hakkında garip şartlar öne sürüldü. Hâlihazırda Irak ve Suriye ile paylaştığımız Fırat ve Dicle suları üzerinde Avrupa Birliği’nin de tasarrufunu öngören bu şartlar Türkiye’nin dikkatle üzerine eğilmesi gereken hususlardır. Bu şartlar arasında İsrail’in bu su kaynakları üzerinde hak sahibi olması vardır ki, hangi sınır hakkı ile İsrail bu meseleye dâhil edilmiştir? İsrail’den önce Irak var, Suriye var. Ki zaten onlarla bu konularda anlaşmalarımız mevcut. Onlardan sonra Ürdün var, sonra İsrail var. Bu su kaynakları üzerinde herhangi bir sınır bağlantısı da bulunmuyor” diye konuştu.
İSRAİL’İN FIRAT VE DİCLE İLE NE İLGİSİ VAR?
Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye’den doğup Suriye ve Irak topraklarından akıp Basra Körfezi’ne dökülüyor. AB bu akarsuları denetlemek istiyor ve bunun için baskı yapıyor. AB bunu yaparken bölgedeki en büyük ortağı İsrail’i de bu işe dahil ediyor. Normal şartlarda İsrail’in bu su kaynaklarından yararlanması olanaksız. Hem bunlar üzerinde bir hak iddia edebilecek durumda değil, hem de konumu buna müsait değil. Peki, tüm bu şartlara rağmen neden İsrail’in Fırat ve Dicle konusuna müdahil olması dayatılıyor? Geleceği su savaşları üzerinden tasarlama plânları kuran Batı, ileride Ortadoğu’da yaşanabilecek bir su probleminde, bu problemi geçmişte yıkım ile, kan ile, gözyaşı ile çözen bir İsrail’e ihtiyaç duyuyor.
“TEHLİKELİ MADDELER VAR”
Akgönenç, “Şuan su konusuna dokunmak için müsait bir ortamın oluşması bekleniyor. Küresel ısınma artıyor ve su konusu daha da önem arz eden bir duruma geliyor. Türkiye olarak öncelikle kendi çıkarlarımızı düşünerek hareket etmeliyiz. Biz bu suları zaten Irak ve Suriye ile paylaşıyoruz. Bir de buna İsrail’i eklersek bu suyu lüzumundan fazla kullanmış oluruz. Bu da bölge ülkeleri için sıkıntı olabilir. Söz konusu maddeler Türkiye için çok tehlikeli maddeler. Bu konularda dikkatli olunmalı” şeklinde konuştu.
SU HIRSIZI İSRAİL
İsrail tarihi, su konusunda da, diğer konularda olduğu gibi kanlı. Ürdün Havzası’ndaki su kaynaklarının çekişme konusu oluşu İsrail’in kuruluş dönemine kadar uzanıyor. İsrail yıllardır iki ana nehir olan Ürdün ve Yarmuk nehirlerinin sularından yararlanılmasını çatışma konusu olarak kullanıyor. 1967 Savaşı’ndan sonra bu gerilim daha da yükselmişti.. Çünkü Golan Tepelerini ele geçirip Ürdün sularını Galile Denizi’nden Necef Çölü’ne çevirerek bu nehrin suları üzerinde mutlak egemenlik kuruyordu. Ürdün’ün kayıpları Yarmuk Nehri’nde de ortaya çıkıyor. O sıralarda inşa edilmekte oklan Mukeyba Barajı ve Doğu Gor Kanalı da İsrail ordusu tarafından yıkılıyordu. Bunların yeniden yapımı için gerekli olan yardımlar da Dünya Bankası’nda İsrail tarafından engelleniyordu. Öte yandan, İsrail Yarmuk Nehri’nin sularını da kendi büyük kanalına pompalayarak çalıyordu.
TÜRKİYE’DEN “YANLIŞ ANLAŞILIYOR, DÜZELTİN” UYARISI
AB’nin bu açıklamasının ardından o dönemde harekete geçen Türkiye, Avrupa Birliği Daimi Temsilciliği tarafından AB Komisyonu nezdinde yapılan çeşitli girişimlerde, AB’nin Türkiye’nin sınırı aşan sular meselesi ile Fırat ve Dicle Nehirleri konusuna ilgisinin ve yaklaşımının yanlış anlamaya neden olmayacak bir çerçeveye oturtulması istenmiştir. YaAni Türkiye Avrupa Birliği’nin Fırat ve Dicle’ye İsrail’in rahatı için göz diktiğini fark etmiş fakat bunu AB’ye “yakıştıramamış”, “yanlış anlamış” ve düzeltilmesini talep etmiş. Bunun üzerine 9 Kasım 2005 tarihinde yayımlanan Katılım Ortaklığı Belgesinde ise sınırı aşan sular konusunda işbirliğinin AB Su Çerçeve Direktifi ve Avrupa Birliği’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar çerçevesinde geliştirilmesine devam edilmesi yönünde bir ifade kullanılmıştır.
AVRUPA’NIN İSRAİL ENDİŞESİ
6 Kasım 2007 tarihinde yayımlanan Katılım Ortaklığı Belgesinde ise, özellikle yatay ve çerçeve düzenlemelerde, sınırı aşan boyutunu da kapsayan çevresel etki değerlendirmesi ve idari kapasite güçlendirilmesi konularının geliştirilmesine devam edilmesi belirtiliyor. Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’ye ilişkin olarak açıklanan 2006 yılı İlerleme Raporu’nda AB su mevzuatına uyumu da içeren “Çevre” faslı, “Çok sınırlı ilerleme” kaydedilen fasıllar arasında sayılıyor. Raporda ayrıca, müktesebatla ilgili yatırımların gerçekleşmesini teminen Su Çerçeve Direktifine uyum sağlanmasına ve bu bağlamda Türkiye’nin sınır aşan sular konusunda özellikle üye ülkelerle işbirliğinin artırılmasına yönelik adımların atılmadığı vurgulanırken, yatay mevzuatta ise özellikle halka danışılması ve sınır aşan konulardaki ilerleme eksikliğinin giderek artan bir endişe kaynağı olduğu kaydedildi.
milligazete