Sünni Dünyanın İran ve Hizbullah’a Yönelik Blokajı
İSLAM ÜLKELERİ, 06 Şubat 2015 16:21Ümmetçi reflekslerin mezhepçi veya ulusal reflekslere dönüştüğü bir süreçten geçiyoruz.
Hizbullah’ın İsrail’e karşı geliştirdiği son saldırı büyük ölçüde Türkiye medyasında görmezden gelindi, daha doğru tabirle sansürlendi. Özellikle de iktidara yakın muhafazakâr medya aymazlıkta başı çekti.
Geçtiğimiz hafta Hamas’ın basın bürosu olan Filistin Enformasyon Merkezi’nin yayınladığı Hamas liderlerinden Cemal İsa’ya ait açıklamanın bu merkezin Türkiye ayağını oluşturduğunu iddia eden bir internet sitesi tarafından nasıl çarpıtıldığına şahit olduk. İlgili sitenin Türkçe çevirisinin başlığı şöyle: “Hamas’ın İran’la Derin İlişkiler İçinde Olduğuna Hamas’tan Yalanlama”… Halid Meşal’in Türkiye ziyaretini konu alan haberin Arapça metninde İran ile ilişkilerin mahiyetine hiç değinilmemiş olmasına rağmen, söz konusu site haberi değil kendi düşüncelerini manşete çekerek paranoyak bir ruh halinin geldiği noktayı gözler önüne serdi. Hamas’ın son aylarda İran ile ilişkilerini tamir ederek hızla geliştirme çabaları reddedilmesi mümkün olmayan bir hakikate dönüşmüşken, mezhepçi refleksleri ile düşünmeyi ve hareket etmeyi ilke edinmiş bazı tiplerin, gerçekleri çarpıtma pahasına bundan rahatsız oldukları görülüyor.
Yemen’de olup bitenlerle ilgili değerlendirmeler de ibret alınacak nitelikte… Yemen’in %35’ine tekabül eden Zeydiler içinden çıkan ve bazı Sünni aşiretlerin de desteklediği bilinen Ensarullah Hareketi’ni şeytanlaştırmak adına iktidar yanlısı medyada her türlü karalama yapıldı. Öncelikle mezhebi bir karalama ile Yemen Zeydiliğinin Caferiliğe yakın bir çizgiye dönüştüğü iddia edildi. Böylece Sünniliğe çok yakın bakış açısıyla tanıdığımız Zeydiliğin, Ensarullah Hareketi’ni karalamada engel olmaktan çıkarılması hedeflendi. Ardından bu hareketin İran tarafından desteklendiği belirtilerek, Yemen’deki gelişmelerin İran’ın bölgedeki Şii yayılmacılığı planının bir parçası olduğu lanse edildi.
Yemen haberlerinin kaynağı ise İhvan kökenli olmasına rağmen bölgesel çıkarlar gereği Suudi Arabistan tarafından desteklenen Islah Partisi ve Yemen El-Kaidesi idi.
Ensarullah’ın objektif değerlendirmesi yapıldığında; bu hareketin İsrail, Amerika ve Suudi Arabistan karşıtı olduğu, Yemen’deki tüm siyasi grupların katıldığı çoğulcu bir yönetim talep ettiği, Yemen’in bölünmesine dönük siyasi görüşlere karşı çıktığı, Yemen’de yaygın olan yolsuzluk ve rüşvete karşı yapılan operasyonların yanında yer aldığı söylenebilir.
Bahreyn ise mezhepçi reflekse diğer bir örnek… Halkın Suud destekli emirliğin baskısı altında yaşadığı bir coğrafya Bahreyn… Halkının yaklaşık %75’inin Şii olması nedeniyle ülkedeki sivil direnişin göz ardı edildiği, hatta emirliğin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir anlayışın pompalandığı medya bugünün gerçeği… Bahreyn direnişi de İran destekli bir proje olarak değerlendirilerek şeytanlaştırılmaya çalışılıyor.
Yukarıda verdiğimiz örneklerin birilerini rahatsız edeceğinin farkındayım. İzaha çalıştığım mezhepçi reflekslerin Suriye meselesiyle geliştiğini iddia edenlerin çoğunlukta olduğunu da biliyorum. Ancak Suriye’deki iç savaşı da, Mısır’daki darbeyi de, Türkiye’deki iktidarı da yeniden sağlıklı bir şekilde değerlendirmeye ihtiyacımız olduğu da kesin… İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım’ın bu bağlamda kapıyı kısmen açmasını bir şans olarak görüyorum. Linç kampanyalarından korkmaksızın Allah rızası doğrultusunda hakikati aramak, sorgulamak ve ifşa etmek en önemli sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Suriye Politikası
Suriye’de Türk hükümeti olayların başlangıcındaki iç savaşı reddeden, reformlar üzerinden barışı savunan tavrını devam ettirse idi Suriye bu hale gelir miydi acaba? Beşşar Esad’ın o dönemdeki en güvenilir müttefiki İran değil Türkiye idi. Suriye ile ilişkilerin tavan yaptığı bir süreçten bahsediyoruz. Beşşar Esad’ın “Türkiye’nin istediği reformları yapmaya hazırım” mesajını Ankara’ya gönderdiği bir sır değil… İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın da “Suriye’de dış müdahaleye meydan vermeden Türkiye ve İran’ın ortak sorumluluk alarak çözüm geliştirmesi” yönündeki önerisini içeren mesajının Ankara’ya ulaştığı da bir sır değil… Bütün bu fırsatların harcanarak Amerika ve müttefiklerinin gazına gelindiğinin artık itiraf edilmesi gerekiyor.
Suriye İhvan liderlerinden Muhammed Faruk Tayfur yaptığı açıklamada Suriye’deki karışıklıkların başlangıcında İran’ın Suriye İhvanı ile görüşmek üzere defalarca teşebbüste bulunduğunu ve bu teşebbüslerin Suriye İhvanı tarafından reddedildiğini ifade ediyor.
Türk hükümeti de Suriye İhvanı da Amerika ve müttefiklerinin gazı ile tıpkı Libya’da olduğu gibi birkaç aylık sürede Suriye’de rejimin devrileceğine inanmıştı. İran için Suriye’de Esad’ın varlığı değil, Amerikancı bir hükümetin kurulmaması kırmızı çizgi olarak ortaya konulmuşken, bu duruş ya çarpıtılarak kamuoyuna sunuldu ya da önemsenmedi.
Bu dönemde Türkiye’deki İslamcıların büyük çoğunluğu maalesef hem mezhebi hem de ulusal reflekslerle Amerika ve batılı müttefiklerinin çizdiği yolda hareket eden Ak Parti Hükümeti’ni desteklediler. Suriye’nin direniş cephesi için stratejik önemini görmezden geldiler. “Şayet Beşşar Esad kıblesini Amerika’ya çevirseydi, Suriye’de bu gelişmeler olur muydu?” sorusunu hiç sormadılar. Direniş için hayati önem taşıyan Suriye’ye fiili müdahale etmek zorunda kalması ile İran ve Hizbullah’ın o zamana kadar Filistin direnişi için ortaya koyduğu olağanüstü fedakarlıklar yok sayılarak şeytanlaştırma operasyonu başlatıldı.
Ak Parti ve Küresel Sistem İlişkisi
Ak Parti iktidarının Sünni coğrafya için önemi ve oluşturduğu erozyonun irdelenmesinin ümmetin geleceği açısından kritik olduğunu söyleyebiliriz.
Ak Parti kendini Müslüman-demokrat ya da muhafazakâr-demokrat olarak tariflese de küresel algı Ak Parti’nin ılımlı İslam’ı temsil ettiği şeklinde tezahür ediyor. Ak Parti, siyasi ve ekonomik liberalizmin İslam coğrafyasıyla entegrasyonunda kilit rol oynuyor. Yeni bir Müslüman kimlik inşa ediliyor. Bireyin dini hassasiyetleri konusunda özgürlük sunan, ancak İslam’ın toplumsal tezlerini askıya alan ya da hükümsüz kılan bir anlayış Müslümanlara giydirilmeye çalışılıyor. Ak Parti bu anlayışa hem ülkemizde hem de İslam coğrafyasında öncülük ediyor.
Ak Parti’nin etkisi en çok da Sünni coğrafyada hissediliyor. Sünni coğrafyada son yüz yıldır gelişen İslami hareketlerin ilham kaynağı olan İhvanı Müslimin hareketi de Mısır’daki darbe öncesi iktidar sürecinde Ak Parti’den ciddi olarak etkilendi. Diğer bir deyişle Mısır’da darbe öncesi Mursi’nin liderliğinde yaklaşık bir sene iktidarda kalan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin akıl hocalığını Ak Parti yaptı. Hürriyet ve Adalet Partisi’nin örgütlenmesi ve seçimlere girmesi, uyguladığı sosyal/ekonomik/kültürel politikalar, dış politika tercihleri büyük ölçüde Ak Parti’nin izlerini taşıyordu.
Ak Parti bir yandan ılımlı İslam’ı yani liberal İslam’ı İslam’ın bu yüzyıldaki en seçkin versiyonu olarak Müslüman kitlelere sunarken, bir yandan da İslam dünyasının küresel sisteme entegrasyonunda başrolü oynadı. Bu rolün gereği olarak küresel sistem açısından risk oluşturan İran, Hizbullah gibi unsurların şeytanlaştırılmasına direkt veya dolaylı katkıda bulundu. Özellikle de Sünni coğrafyada mezhepçi refleksler tetiklendi. Şiiler günah keçisi haline getirildi. Bosna’daki, Filistin’deki Sünni direnişlere İran’ın olağanüstü katkısı yok sayılarak Şii Hilali masalı Sünni Müslümanların gündemine oturtuldu.
Küresel güçler Ak Parti üzerinden yürüttükleri projelerine yeni bir unsuru daha ilave ettiler. Sünni coğrafyanın küresel sisteme karşı çıkan radikallerini de Selefi-Harici sentezi bir çizgiye yönlendirerek, İslam coğrafyasında mezhebi kaosun fitilini ateşlediler. Küresel güçlere düşen artık sadece seyretmekti. Tekfir silahının pervasızca kullanıldığı, Müslümanların birbirlerini tekfir ettiği, birbirlerinin kanlarını helal gördüğü bir İslam coğrafyası bugünün gerçeği… Ümmet bilinci kavramının anlamını yitirdiği, mezhep bilincinin hatta meşrep bilincinin kutsandığı bir süreçten geçiyoruz.
Ümmet olmanın şuurunu tekrar kazanmak zorundayız. Şii Hilali, Sünni Blok gibi ayrıştırıcı tezlerin emperyalizm tarafından tezgâhlandığını görmeliyiz. Tek başına hiçbir İslam ülkesinin ümmet için koruyucu şemsiye olamayacağının farkında olarak, İslam ülkeleri arasındaki ittifakların güçlenmesi ile ümmetin güçleneceğine iman etmek mecburiyetindeyiz. Mezhebi ya da ulusal rekabetler üzerine kurgulanmış bir İslam dünyasının yerine; hayırda yarışan, dayanışmayı ana ilke edinmiş, birbirini ötekileştirmeyen, mezhebi ve kavmi ayrışmayı reddeden bir ümmet olmayı Allah(cc) bize nasip etsin.
Serdar Duman
İslami Analiz
İSLAM ÜLKELERİ, 06 Şubat 2015 16:21
Yorumlar (0)