Klasik dönemden direniş sonrası döneme Hizbullah’ın dönüşümü

Direniş, hiçbir aracı devre dışı bırakmaksızın şimdi, çekirdek kimliği ve misyonu, varlık nedeni olan İsrail’e karşı direnişe bağlı kalsa da, aynı zamanda Nasrallah’ın deyimiyle Direniş’in “belkemiğini” korumaya da adanmış olan ulus-üstü bir Direniş Ordusu’na dönüşmüştür.  

Görüntülenme: 1778 Tarih: 22 Şubat 2015 12:34
Klasik dönemden direniş sonrası döneme Hizbullah’ın dönüşümü

Hizbullah’ın Suriye’ye müdahil olması, Arap dünyasındaki pek çok kişi tarafından “dindaşları olan Müslümanlarla savaşmak için direnişi terketmenin” bir işareti görülerek eleştirildi. Hareketin yakın zamanda Şebaa’da bir İsrail askeri konvoyuna düzenlediği nitelikli operasyon ise, Hizbullah’ın odak noktasının İsrail’den uzaklaşmadığını ve eş zamanlı olarak  birden fazla cephede savaşabilir olduğunu gösteriyor.

 

Hizbullah’ın direniş faaliyetine öncelik vermeye devam ederken bölge çapındaki pek çok askeri sahneye girmiş olması, başlangıçta olduğu gibi İsrail’e karşı direnmenin tek misyon olmasının aşıldığını gösteriyor. İsrail’le çatışma, Hizbullah’ın, tekfirci cihadizmin yükselişinin habercisi olan ayaklanma sonrası bölgesel siyasi düzende üstlendiği çok sayıda rolden biri.  Direniş rolünü aşan Hizbullah şimdi, Lübnan’ın sınırlarının korunması, iç güvenliğe ve terörizmle mücadeleye yardım edilmesi ve Suriye ve Irak’taki isyan bastırma operasyonları için de sorumluluk üstleniyor.

 

Direniş artık Siyonist işgalcileri ülkeden çıkarmak ve İsrail saldırganlığını engellemek ile sınırlı değil ve şimdi, daimi operasyonel bütünlüğü için gerekli olan siyasi-coğrafi çerçeveyi ve stratejik çevreyi korumaya da yönelmiş durumda. Her iki alanın da tekfirci cihadçılar tarafından istikrarsızlaştırılması, Hizbullah’ı kendisini bir direniş sonrası hareket olarak dönüştürmeye zorladı. Buradaki “sonrası” (post-) eki direnişin sonunu veya ondan sonra neyin geleceğini ifade etmiyor ve bunun, tıpkı sömürge sonrası terimindeki “sonrası” ekinin “iktidarla ilgili farklı veya yeni ilişkilere rağmen sömürgeciliğin devam etmesi” olarak yorumlanabilmesi gibi anlaşılması gerekir.

 

Direniş, hiçbir aracı devre dışı bırakmaksızın şimdi, çekirdek kimliği ve misyonu, varlık nedeni olan İsrail’e karşı direnişe bağlı kalsa da, aynı zamanda Nasrallah’ın deyimiyle Direniş’in “belkemiğini” korumaya da adanmış olan ulus-üstü bir Direniş Ordusu’na dönüşmüştür. Hizbullah bu amaç doğrultusunda Suriye, Lübnan ve Irak topraklarını cihadçı kontrolünden çekip almaya çalışmıştır.

 

Temel olarak Hizbullah, kendi proto-devletini genişletmeye çalışan ulus-üstü bir isyana, kendi direnişini de ulus-üstü hale getirerek karşı koyuyor. Tıpkı hareketin gerilla savaşını 2006 yılında, konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan metodları kaynaştıran “melez” direniş paradigmasıyla konvansiyonelleştirmesi gibi, şimdi de gayrinizami, melezleşmiş Direniş Ordusu’nun bir başka melezleşmiş gayrinizami gücün isyan faaliyetini ortadan kaldırmaya çalıştığı yeni bir isyan bastırma modeli meydana getirmiştir.

 

IŞİD’le varoluşsal mücadele

 

IŞİD ve El Nusra Cephesi ile savaş, bütün Şiileri ve dolayısıyla da Direniş’i ortadan kaldırmaya can atan yok edici ve uzlaşmaz bir güce karşı varoluşsal bir mücadele olarak görülüyor. Tekfirci ideoloji Siyonizm’le aynı şekilde siyaseten gayrimeşrulaştırılmasa da, yahut dinsel bir doktrin olarak varlık hakkı sorgulanmasa da, tekfirci militanlık veya cihadizm tartışmasız bir şekilde İsrail’le eş tutuluyor. Hizbullah’ın söylemi, IŞİD ve Nusra’nın ortaya koyduğu tehdidi İsrail’in ortaya koyduğu tehdide benzetiyor. Nasrallah bir konuşmasında İsrail zulmünden, cihadçıların sebep olabileceği potansiyel toprak kayıpları, evlerin yıkılması, kadınların esir alınması, çocukların öldürülmesi ve aşağılanma için bir analoji kurmak üzere  söz etmişti. Geçen yıl yaptığı “Direniş ve Kurtuluş Günü” konuşmasında Nasrallah, bu analojinin bile bir adım ötesine giderek yirminci yüzyılda sömürgeci güçlerin desteğiyle Yahudi yerleşimcilerin Filistin’e kitlesel göçleri ile, bugün cihadçıların bölgeye, emperyalistlerin desteği ile olduğunu savunduğu yerleşimi ve mobilizasyonu arasında da paralellik kurdu.

 

Cihadçılar ahlaki ve siyasi yönlerden İsrail’in dengi olduğu gibi, bu yoruma göre stratejik olarak da onlarla bağlantılı. IŞİD, ABD ve İsrail’in bölgeyi bölme ve ayrılıkları kışkırtma planına kasıtlı veya “kasıtsız” olarak hizmet eden bir oluşum betimlenirken, İsrail’le olan askeri ve istihbari işbirliği şimdi BM tarafından ve hem Batılı ana akım medya, hem de Siyonist medya tarafından belgelenen Nusra, İsrail işbirlikçisi Güney Lübnan Ordusu’nun cihadçı tecessümü olarak görülüyor.  İşte bu temelde Hizbullah, ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine yönelik saldırılarını, örgütü yenilgiye uğratmaktan ziyade “kontrol altına almayı” amaçlayan bir “pençe sökme” operasyonundan fazlası olarak görmüyor.

 

Saldırgan savaş

 

Bunlar gibi, ampirik olarak desteklenen argümanlar Hizbullah’ın direniş kampanyasının bir uzantısı olarak cihadizme karşı savaşını mantık çerçevesinde değerlendirmesine olanak verirken, Suriye ve Irak’a yönelik askeri müdahalesinin niteliği, direniş savaşı konseptini savaş olarak yeniden kavramlaştırmasını ve genişletmesini gerektirdi. Direniş şimdi, geleneksel olarak klasik gerilla savaşıyla veya direniş savaşıyla bağlantılı olmayan askeri stratejileri – işgalci güç olarak tanımlanmayan gruplarla savaşma, ulusal sınırlarının dışında müttefikleri savunma ve isyan bastırma savaşını benimseme – kuşanmaya yöneliyor.

 

Düşman bölgesine veya müttefik bir komşunun toprağında düşmanın üzerinde iddiada bulunduğu bir bölgeye ilerlemek, silahlı direniş hareketleri açısından tipik olmadığı gibi, Nasrallah’ın isabetli bir şekilde tanımladığı gibi “önleyici” özsavunma olarak görülmediği zaman savunma amaçlı bir askeri strateji de değildir. Lübnan topraklarına yönelik bir cihadçı saldırısından çekinen Hizbullah, Suriye’de ve daha sınırlı bir düzeyde Irak’ta, “en iyi savunma, iyi bir saldırıdır” şeklindeki eski atasözüne sarıldı.

 

2013 yılında Hizbullah’ın Suriye’deki askeri rolü büyük ölçüde değişerek, küçük bir danışma misyonundan çok sayıda savaşçının içinde yer aldığı doğrudan çatışmaya dönüştü. Kusayr’dan başlayacak şekilde Hizbullah’ın genişleyen askeri varlığı Suriye hükümetinin daha önce  isyancı kontrolüne geçmiş olan bölgeleri geri almasına yardımcı oldu. Nitekim Kusayr ve Kalamun’daki kara taarruzlarına esasen Hizbullah güçleri öncülük ederken, Suriye ordusu, önde gelen partneri için topçu desteği ve hava desteği sağladı. Dahası, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre Hizbullah şu anda “Deraa, Kuneytra ve Şam’ın güneybatı kırsalını birbirine bağlayan üçgen bölgede [Suriye] ordusuna ve İran güçlerine öncülük etme inisiyatifini” eline alıyor. Şam’ın bazı kısımları, Doğu Guta ve Keseb gibi başka bölgelerde Hizbullah güçleri, Suriye silahlı kuvvetleriyle yanyana doğrudan çatışmaya girdi ve ordunun savaş performansını arttırdı. Humus, Halep ve Golan’da Hizbullah, Suriye nizami kuvvetlerini ve paramiliter NDF güçlerini desteklemek, eğitmek, örgütemek ve onlara tavsiye vermek üzere özel harekat güçleri yerleştirdi. Hareketin konvansiyonel olmayan savaştaki çatışma deneyimi ve kent savaşındaki eğitimi düşünüldüğünde, Hizbullah’ın özel kuvvetler birimi Suriye askeri birlikleri için kaydadeğer bir kuvvet çarpanı işlevi görmüştür.

 

Bunun gibi sınırötesi operasyonlar genellikle, bu türden desteğin alıcısı konumunda olan devlet dışı aktörlerden ziyade büyük güçlerin uzmanlık alanı olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Özel Harekat Komutanlığı tarafından tanımlandığı gibi konvansiyonel olmayan savaş genellikle “hükümetlere karşı faaliyet yürüten yerli aktörlere yardım eden harici tarafları içerir. Bu türden yardımlar, eğitim, örgütleme, istihdam ve operasyonel tavsiyeyi içerebilir.” Bir başka deyişle konvansiyonel, devlet ordularıyla bağlantılı özel harekat güçleri normalde konvansiyonel olmayan güçleri desteklemek üzere konuşlandırılır ve tersi olmaz. Hizbullah’ın Suriye ve Irak’taki askeri müdahalesi temel olarak, klasik direniş rolünü yeniden şekillendirmiş ve onu, uzun zamandır kendi hocası olan ve bizzat kendisi de Suriye ve Irak’ta aktif bir partner olan, İran’ın özel operasyon birimi Kudüs Gücü ile eşit dereceye getirmiştir.

 

Direniş ekseni

 

Direniş sonrası safhada direnişin politikaları, Direniş Ekseni’nin politikalarının yerini almıştır. İran, Hizbullah, Suriye ve Irak arasındaki stratejik ittifak şimdi, IŞİD ve İsrail’e karşı askeri sahnelerin ve askeri güçlerin birliği tarafından karakterize olmaktadır.

 

Suriye’de Hizbullah’ın Direniş Ordusu, İslam Devrimi Muhafızları (IRGC), Suriye silahlı kuvvetleri ve Iraklı milisler arasındaki güç entegrasyonu, tek bir askeri cephenin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İsrail’in Golan’daki Kuneytra kasabasında Hizbullah savaşçılarını ve bir İranlı komutanı öldürmesinden birkaç gün önce Nasrallah, Suriye’ye yönelik İsrail saldırılarını “bütün Direniş Ekseni’ne yapılmış” saldırılar kabul ederek karşılık verme tehdidinde bulunmuştu. Nasrallah daha sonra “Suriye toprağında [Kuneytra’da] Lübnanlı-İranlı kanının birbirine karışmasının, Direniş Ekseni ülkelerinin dava birliğini ve kader birliğini yansıttığını” ilan eti. IRGC komutanı Muhammed Ali Caferi de, Hizbullah’ın Şebaa’daki misilleme saldırısının birleşik bir yanıtı temsil ettiğini söylerken aynı duyguyu yansıttı: “Biz Hizbullah’la biriz. Cephe hattına şehitlerimizin kanının damladığı her yerde, cevabımız bir olacaktır.”

 

Suriye ve Irak’ın cihadçı güçlere karşı savunulmasıyla içiçe geçecek şekilde Hizbullah’ın İsrail’in Golan saldırısına karşı Lübnan’ın işgal altındaki toprağı Şebaa’da bir misilleme yapması, Direniş Ekseni’nin topraklarının şimdi tek bir savaş cephesi teşkil ettiği anlamına geliyor. Nasrallah, direnişin “artık [İsrail’le] hiçbir angajman kuralıyla ilgilenmediğini” söylerken ve “Biz artık savaş sahaları arasındaki ayrımları tanımıyoruz” derken, bu yeni güvenlik doktrinin ortaya koymuş oldu.

 

Bu yeni bölgesel güvenlik yapısı, İsrail için çetin içerimler taşımaktadır. Bir sonraki savaşta İsrail, Celile’de ve Nasrallah’ın yakın zamanda vaadettiği gibi “Celile’nin ötesinde” ofansif askeri operasyonları kontrol altına almak zorunda kalacağı gibi, Direniş Ekseni’nin öteki üyelerinin, özellikle İran’ın potansiyel müdahalesiyle de karşı karşıya olacaktır. Tekfirci cihadçılara karşı bölge çapında verilen savaşın gösterdiği gibi, İsrail’in Suriye’ye, Lübnan’a veya İran’a yönelik herhangi bir saldırısı, bir bütün olarak Direniş Ekseni’ne karşı savaş olarak görülecektir.

 

Emel Saad/El Ahbar

medyasafak

Yorumlar