Kudüs Gençliği Dergisi Nureddin Şirin İle Kudüs Günü Üzerine Bir Söyleşi Yaptı

Dünya Kudüs Günü için Kudüs TV genel yayın yönetmeni Nureddin Şirin abinin yanına uğradık. Kendisiyle hem Dünya Kudüs Günü'ne dair hem de son günlerde yaşanan olaylara dair bir ropörtaj yaptık. İşte Nureddin abiyle yaptığımız o röportaj: 

Görüntülenme: 2394 Tarih: 01 Temmuz 2016 11:14
Kudüs Gençliği Dergisi Nureddin Şirin İle Kudüs Günü Üzerine Bir Söyleşi Yaptı

SelamünAleykum Nureddin Abi bize kısaca kendini tanıtır mısın?

 

 1964 Trabzon doğumluyum, evli üç çocuk babasıyım. 1985’li yıllardan itiberen İslami yayıncılığa başladım, 1985’te İstiklal, ardından Şehadet adlı aylık dergilerin yayın ve yönetmenliğini sürdürdüm. 1990 yılından itibaren de aylık Tevhid dergisinin yayını içinde yer aldım. İslami faaliyetlerden, konuşma ve etkinliklerden dolayı değişik kereler cezaevine girdim, son olarak 1997 yılında

Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi dolayısıyla Ankara DGM tarafından 17.5 yıl hapis cezasına çarptırıldım. 8 yıl kadar hapiste kaldıktan sonra 4 Kasım 2004 tarihinde tahliye oldum.

Cezaevi sonrasında tekrar çalışmalara aşladım, önce Velfecr internet sitesi ile İsra Kültür Merkezi faaliyetlerine başladık. Daha sonra önce internet üzerinden, 3 yıldır da uydu üzerinden Kudüs TV yayınına başladık, şu anda Kudüs TV Genel Yayın yönetmeni olarak çalışmaları sürdürmekteyiz.

 

Gençliğin Kudüs davasında faal olmasının önemi nelerdir? Ve siyonizmin bunun oluşmasını engellemek için  planları var mı?

Eğer varsa  bizim bu planlara karşı neler yapmamız gerekir? 

 

Her şeyden önce gençlik her türlü sosyal kültürel faaliyetlerde toplumsal  değişim ve dönüşümlerde siyasi mücadelelerde motor rolünü üstlenmişlerdir. Bu geçmişte de böyledir. Günümüzde de böyledir. Yarında böyle olacaktır. Çünkü bu insan fıtratında toplumsal yaşamın temel dinamiklerine bağlı olan bir noktadır. Hz. Rasulüllah zamanında da gençlerin rolünü biliyoruz. Ve bunların başında şüphesiz ki, ilk örneklik kendi evinde on yaşında iman eden Hz Ali'dir. Bütün varlığıyla hem Mekke'de olsun hem Medine'de olsun rolü ortadadır. Yine bunu yanı sıra Mus'ab bin. Umeyr gibi sahabelerin ve daha birçok sahabe gençlik olarak yani islam toplumunun ilk gençlik örneklikleri olarak tarihsel roller üstlenmişlerdir. Dolayısıyla islam ümmetinin en temel merkez davası olan Kudüs davasında, gençlerin öncü roller üstleneceğini ve bu mücadelenin devamında ve zafere ulaşmasında eksen rol göreceklerinin altını çizmek durumundayız. Mesela bugün siyonizme karşı mücadele cephesinde ister Lübnan cephesinde olsun, ister Filistin cephesinde olsun bakıyoruz ki; siyonizme karşı mücadelenin önderleri genç yaşlarda bu davanın içeri-sinde yer aldılar. Genç yaşlarda bu davaya bu mücade-leye liderlik ettiler. Mesela, Filistin İslami Cihad Hareketi kurucusu Dr. Fethi Şikaki, Filistin İslami Cihad Hareketi'ni üniversite yıllarında iken Mısır'da kurdu. Aynı şekilde Lübnan'da Hizbullah Hareketine baktığımızda Şehid Seyyid Abbas Musavi olsun ister şu anda Hizbullah'ın  lideri Hasan Nasrallah olsun, bunlar mücadelenin içerisinde genç yaşlarda işler alıp büyük görevler ve komutanlık rolleri üstlenmişlerdir. Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Dolayısıyla gençlerin siyonizme karşı mücadelede Filistin davasındaki yeri her zaman merkezidir. Ve her zaman da öncü roller üstlenmişlerdir. Filistin davası islam ümmeti için nasıl merkezi bir önem taşıyorsa öncelikli davası olması noktasında gençler de Filistin davasında merkezi bir rol üstlenmişlerdir.  Dolayısıyla siyonist düşman her zaman  için tarihten günümüze kadar islam toplumlarını ifsat etme noktasında onları hak yoldan Sırat'ı Mustakim'den islami kimliğinden islami mücadeleden, islami uyanıştan, islami direnişten, uzak tutmak için sürekli şeytani yollara başvurmuştur ve başvurmaktadır. Bunu sadece günümüzde değil tarih boyunca yapmıştır. Bunun için gençlerin siyasi bilincini köreltme noktasında, topsumsal sorumluluğunu kırma noktasında, özellikle inancının doğrultusunda bir cihad, bir mukavemet, emri bil maruf düzleminde yer almaması için gençleri daha çok fesada sürükleme noktasında, Fısk'ı Fucur'a sürükleme noktasında, apolitik gümdemlere, alanlara, sahalara sürükleme noktasında; bir zaman gelir bunu adı spor olur, bir zaman gelir bunun adı sanat olur, bir zaman gelir bunun adı cinsellik olur, ya da başka bir şey olur.  Ama amaç nedir? Gençler enerjilerini duyarlılıklarını hassasi-yetlerini sorumluluklarını islami bir mücadele düzleminde değil. Ve özellikle de siyonizme karşı mücadele sahnesinde değil de fesadi alanlar da boş alanlarda kullansınlar. Bugün günümüzde medya üzerinden sürdürülen kültürel saldırganlık diyebiliriz buna. Medya derken sadece gazete ya da dergi değil, tv kanalları da bunun içerisindedir. Tabi bunun içinde birçok başka şeyler de  var.  Araç ve yöntemleri var yani bunu bazen bilgisayar oyunları üzerinden yapabilirler. Bazen de bunu turizm  etkinlikleri üzerinden yapabilirler. Bazen bunu tv programları vs. üzerinde yapıyorlar. Internet üzerinden her türlü yol ve yöntemle bunu yaptılarını görüyoruz. Ama elhamdulliah şunu da görmekteyiz ki;  siyonizme karşı mücadele günümüzde dün olduğu gibi bugün de yine gençler ön cephede düşmanla göğüs göğüse olan sahalarda mücadelelerini hem  sürdürmektedir hem de bu mücadelelerde gençlerin sayısı elhamdülillah  her geçen zaman daha da artmaktadır. Yani siyonistler  Lübnan saldırılarında Filistin saldırılarında bir çok direniş erini, direniş cephesinin mücahidlerini, şehid ettiler. Ama onlar bir şehid ettikçe yerini onlarcası doldurmuş oldu. Yani hatta mubalağa gibi anlaşılacak ama deyim yerindeyse direniş cephesinde ihtiyaç fazlası denilebilecek genç var. Böyle bir gerçeklik var. Zaten siyonizmin de korktuğu budur. Bu gerçekliğe çok örnek verebiliriz ama en son örneklerden birisi şudur:  Siyonizme karşı mücadelede iki büyük zaferin komutanı Şehid İmad Muğniye on yedi yaşında siyonizme karşı mücadele cephesine katıldı. Ve ta o çocukluk dönemlerinden şehid olduğu ana kadar bir an siperden çıkmadı. Bir ana kadar düşmanla mücadeleden ayrı durmadı. Ve O neticede, onun da  arzusu idi ki; Allah O'na şehadeti nasip etti ve şehid oldu. Ama O'nun yerine oğlu geçti. O da on yedi yaşında aynı babası gibi cepheye fiilen katıldı. Üniformasını da giydi. Silahı da omuzuna aldı. Siyonist düşmana Suriye'nin golan  cephesinde operasyon da gerçekleştirdi. Ve daha sonra siyonist rejimin savaş uçaklarının saldırısında şehid oldu. Cihad Muğniyye dolayısı ile babasına baktığımızda on yedi yaşında isiyonizme karşı mücadele cephesine katılan ve tarihin unutulmaz efsanevi iki büyük zaferine hangi zaferler bunlar; 1982'e başlayan ve 2000 yılında sona eren on sekiz yıllık bir zafer dönemi ikincisi 33 gün savaşı olarak da bilinen Temmuz 2006  yılındaki  ve siyonist düşmanın büyük bir hüsrana ve hezimete uğratıldığı savaşın komutanı. Dolayısı ile on yedi yaşında başlayan bu mücadele oğluna miras olarak on yedi yaşında cepheye gitmeyi bıraktı. Yani Cihad  Muğniye. O da şehid oldu. Cihad Muğniye evli değildi eğer evli olsaydı belki de diyecektik ki: ''Cihad Muğniye'nin çocukları da babasının yolundan gidiyor.'' diye.  Bu örneklikler şunu gösteriyor ki; biz de genç olmak sadece yaşının küçük olmasını ifade etmiyor. Düşmana karşı savaşta ne kadar zinde ne kadar güçlü ne kadar kararlı ne kadar azimli olduğunu ifade ediyor.

 

 

Siyonizmin Kudüs'ü işgalinin BatıAsya üzerindeki etkileri nelerdir?

 

Şimdi siyonizim bir virüstür. Siyonist işgal ve siyonist yapı bir virüstür. Bu hem Batıasya'da hem bütün dünyada bir virüstür. Yani siyonizim virüsünün sonuçlarının biz sadece Filistin ya da Lübnan üzerinde ya da işgal altındaki Filistin topraklarında değil. Biz bunu Balkanlarda, Kafkaslarda, Afrikada, Amerika kıtasında da görüyoruz. Yani bugün dünyanın her bir yanında siyonizm virüsünün etkilerini ve tahribatlarını görüyoruz. Bugün uluslararası sömürgeciliğin ko-lonyalizmin küresel kapitalizmin arka-sında ana gücün siyonizm oldu-ğunu görüyoruz. Uluslararası medya güçleri-nin, propaganda araçlarının, sinemanın arka-sında yine aynı şekilde siyonizmin olduğunu görüyoruz. Biz bugün uluslararası silah sektörünün çok uluslu silah kartellerinin  arkasında siyonizmin oldugunu görüyoruz. Aynı şekilde bugün dünyanın yönetimde, dünyanın bir çok bölgesinde ve ülkesinde  yönetimin değişik kademelerinde siyonistlerin nasıl etkin ve etkileyici olduğunu görüyoruz. Netice itibari ile siyonizm bütün dünyada bir virüstür. Ama şüphesiz ki herşeyden önce bulunduğu ağırlıklı yer Filistin toprakları üzerindeki işgalidir. 

 

Siyonizm bölgemizde barış, istikrar ve esenliğin önünde en büyük engeldir. Bölgemizdeki çatışmaların gerginliklerin arkasında siyonist rejmin güvenliği ve bekası amacı ile çıkartılan savaşlar oynanan oyunlar kurulan tuzaklar yıkılan islam beldeleri söz konusudur. Siyonizm bu saldırıyı bazen doğrudan kendi savaş uçaklarıyla, tanklarıyla, toplarıyla, otomatik silahlarıyla kendisi gerçekleştiriyor. Bazen de vekalet savaşı diye de tanımlanan  siyonist  projenin unsurları halinde olan bazı ülkelerle, örgütlerle ve  bazı unsurlarla saldırıyı sürdüyor. Dolayısıyla biz bugün sadece Filistin'de ne oluyor değil. Irak'ta nelerin olduğuna, Suriye'de nelerin olduğuna, Yemen'de nelerin olduğuna, Mısır'da nelerin olduğuna, Türkiye'de nelerin olduğuna, diğer İslam beldelerinde nelerin olduğuna baktığımızda oralarda doğrudan siyonizmin elinin olduğunu görüyoruz yani mesela Yemen savaşında siyonist rejim şunu açıkca ilan edebiliyor Yemen'de Husi'lere karşı yani Ensarulllah hareketine karşı suud koalisyonunun en büyük destekçisi İsrail'dir ifadesini kullanabiliyor. Yamen saldırılarına İsrail savaş uçaklarıyla katılabiliyor. Dolayısı ile yani mesele sadece işgal altındaki Filistin toprakları üzerindeki bu siyonist varlığın yol açtığı fesad değil. Bölgemizdeki saldırılarda, katliamlarda yıkımlarda darbelerde iç savaşlarda hatta müslümanların birbirlerine karşı düşürülmesinde de aynı şekilde siyonizmin elini ve müdahelesini görüyoruz. Dolayısı ile şunu söyleme durumundayız ki; bu siyonist rejim var olduğu müdetçe islam dünyası hatta bütün dünya ne huzur ne esenlik yüzü görebilir. Çünkü Siyonist rejim mutlak bir şerdir. Şerrin kaynağıdır. Menbaıdır, fesadın da kaynağıdır. Eğer istikrarsızlıktan söz ediliyorsa bu istikrarsızlığın müsebbibi asıl sebebi bu siyonist rejimin var olmasıdır. Eğer bölgesel istikrar bölgesel barış hatta küresel barış ve adalet istiyorsak. Ve bunu savunuyorsak bu siyonist varlığın tamamen ve bütün kökleriyle sökülüp atılması gerekmektedir. 

 

 

      Siyonist rejim Şehid Şeyh Ahmed Yasin ile pazarlık yapmak istiyordu. Buna karşılık Ahmed Yasin: "Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki..onun şartını kabul edeyim" demişti. Ahmed Yasin'in bu sözünü bugün işgal rejimi ile yapılan anlaşma ile karşılaştırdığımızda neler söyleyebilirsiniz?

 

Şimdi her şeyden önce biraz evvel de ifade ettiğimiz gibi, İmam Musa Sadr'ın, Seyyid Abbas Musavi'in sözü bu İsrail mutlak bir şerdir. Ve bununla muamele etmek bu şerri tamamen yok etmeyi gerektirir. Yani mutlak şer ifadesiyle birlikte biz diyoruz ki; bu rejim bu yapı gayri meşrudur. Bu yapı ile ilişki her ne türden olursa olsun haram olan bir ilişkidir. Bu rejimi tanımayı bu rejim ile normalleşmeyi bu rejim ile uzlaşmayı bu rejim ile işbirliği yapmayı bu rejim ile ortak hareket etmeyi hareket etmeyi beraberinde getiren her adım sözlü ya da fiili haramdır. Ve aynı şekilde bu rejim ile tek bir muamele yolu vardır. Bu rejimi muhatab almanın, bu rejim ile ilişki kurmanın tek yolu vardır o da namluları onun alnına çevirmektir. Bu da direnişin azmidir. Şehid Ahmed Yasin (r.a.) zaten Hamas Hareketinin kuruluşunda da bu tavrı ortaya koymuştur. Şehid olduğu 2003 tarihinde de siyonist rejimin helikopterlerinden atılan roketlerle bir sabah namazı vakti namaz çıkışında vurulduğu ana kadar bu ahdini bu duruşunu değiştirmemiştir. Siyonist rejimle ilişki biçimi şeytanla ilişki biçimidir. Yani şeytana yakın olan Allah'a  uzak olur. Şeytana dost olan Allah'a düşman olur. Şeytana yakınlıkla Allah'a yakınlık bir arada olmaz. Şeytana dostlukla Allah'a dostluk bir arada olmaz. Ne kadar şeytanla işbirliği yapıyorsanız o kadar Allah'a karşı savaşıyorsunuz, demektir. Bu temel ve akidevi bir meseledir. Bu mesele örgütsel ya da hizibsel bir mesele değildir. Mesela bakıyoruz ki; arap, fars, kürt, türk, şii, sünni ama  hep aynı şeyi söylüyorlar. Yani bu bir ümmetin icmasıdır. Bu hakikatin izharıdır. Bu hakkın ve hakikatin teccessüm etmiş yani somutlaşmış şeklidir. Dolayısı ile kişiye göre değişmez. Örgüte göre değişmez hizbe göre değişmez, ülkeye göre değişmez, zamana göre değişmez, mekana göre değişmez, mesela içtihat meselesine baktığımız zaman içtihat zamana göre değişir mekana göre değişir, ihtiyaca göre değişir. Ama bu siyonist rejimin varlığına karşı duruşumuz ne zaman ne mekan ne ihtiyaç ne şartlar hiç bir şey bunu değiştiremez dolayısı ile elbette siyonist rejime karşı tavır ve mücadele noktasında şartlar önemlidir. Yani şartlara göre sosyal bir duruş şartlara göre kültürel bir duruş, şartlara göre askeri bir duruş sergilersin. Bir şiir yazarsın, bir resim çizersin, bir karikatür çizersin, bir konferans veririsin, bir yürüyüş yaparsın, bir silahı omuzlarsın ya da belki de siyonist rejimin ortasında karargahında bir istişhad operasyonu gerçekleştirirsin. Yani bu şartlara bağlı. Ama ister şiir yazın, ister resim çizin, ister yürüyüş yapın, ister istişhad operasyonu gerçekleştirin sonuçta durduğunuz yer bu gayri meşru rejime karşı nasıl bir duruş, nasıl bir muamele yapılacağı noktasındadır. Dolayısı ile siyonist rejim ile normalleşmek Allah ve Rasulü ile islam ümmeti ile anor-malleş-mektir. Dolayısı ile bu bir den-gedir. Bu bir denk-   ........lemdir. Bu bir diyalektiki. Yani siyonist rejim ile şu gerekçelerle normalleşiyoruz şu ihtiyaçlarla normalleşiyoruz şu zorunluluklardan dolayı normalleşiyoruz gibi açıklamalar yapmak; yani biz Allah ve Rasulü ile şu gerekçelerle savaşıyoruz şu zorunluklardan dolayı savaşıyoruz şu ihtiyaçlardan dolayı savaşıyoruz demek anlamına gelir. Dolayısı ile bunu ister Türkiye ister başka bir ülke yapsın değişmeyecektir. Mesela Filistin İslami Cihad Hareketi bu konu ile ilgili çok önemli kısa ve net bir açıklama yaptı: Her hangi bir ülke ister arap ister arap olmayan bir ülkenin İsrail'le hangi bahane ve gerekçe altında olursa olsun içine gireceği normalleşmenin tamamen karşısındayız ve biz dünya müslümanlarından arap ve arap olmayan bütün dünya müslümanlarından Flistin davasına hususen  Kuds'ü Şerif ve Mesid'i Aksa'ya sahip çıkma noktasında sorumluluklarını işlemelerini bekliyoruz. Yani fiilen adımlar  atmasını bekliyoruz. Yani bu yolda tek seçenek olan ve değişmez seçenek olan muavemete mümkün olan her yol ve yöntem ile destek olunmasını istiyoruz. Mesela diyelim ki, ben mukavemete iktisadi açıdan yardım ediyorum. Yardım topluyorum cepheye ulaştırıyorum mücahidlere ulaştırıyorum. Ben onların mücadelelerini anlatıyorum. Topluma ulaştırıyorum. Ben onların silahlı mücadelesine lojistik destek sağlıyorum askeri destek sağlıyorum. Yani siyasi ve iktasadi sosyal ve kültürel anlamda mukavemete destek olmak, bunu kim söylüyor? Direniş söylüyor. Dolayısı ile yani İsrail  adlı bu kanser uru gasıp siyonist rejim ile normalleşmek ilişki kurmak ve uzlaşmak Allah ve Rasulü ile arayı bozmak  demektir. Dolayısı ile bunun bir bahanesi olamaz. Birisi: ''Ben Allah'a karşı suç işliyorum ama  benim de bir bahanem var ben Allah'a karşı suç işliyorum ama benim de mecbur kaldığım durumlar var.'' diyemez. O zaman bu kulluğun doğasına aykırıdır. Pazarıklı iman şartlı iman ya da gerekli gördüğüm yerde kulluk yaparım gerekli gördüğüm yerde de kulluğun aksini yapar kulluğun dışına çıkarım demek anlamına gelir ki, birey olarak ya da toplum olarak ve ülke olarak bu islamın ve islami şahsiyetin doğasına yakışmaz. Mesela bu konuda islam inkılabı önderi İmam Humeyni  (r.a.) Amerika İran'a saldıracak, İsrail İran'a saldırcak, yok Avrupa İran'a  saldırcak tehditleri sırasında isterse İran yok olsun biz İran'ı İslam için görüyoruz. İslam'ı İran için değil. Demiştir. Yani İslamın var olması için İran yok olacaksa varsın yok olsun.Dolayısı ile siyonizme karşı mücadelenin bedeli bir ülkenin elden gitmesi, bir ülkenin bütçesinin kaynaklarının imkanlarının tamamen yok edilmesi pahasına da olacaksa varsın olsun diyordu...Niye? Çünkü biz siyonizme karşı mücadeleyi taktik bir mücadele politik bir mücadele geçici ve değişken bir mücadele olarak değil, itikat ve ibadet meselesi olarak biliyoruz. Biz amentü diyoruz, Herşey amentüye göre uygun olur. Amentü başkalarına göre düzenlenmez, başka şeyler amentüye göre düzenlenir. Siyonizme karşı mücadele meselesi, bu rejimin gayri meşru olduğu meselesi, bu rejimin  köklerinden tamamen sökülüp atılması gerekliliği meselesi ve İslam coğrafyasını bu kanser urundan arındırılması meselesi İslam coğrafyasının bu siyonist düşmana karşı mukaveme cephesinde buluşması gerekliliği meselesi bizim için bir amentü meselesidir. Dolayısı ile "Allah'a, meleklere, peygamberlere, kitaplara iman ettim" nasıl diyorsa, aynı şekilde siyonizme karşı mücadele ve bu siyonist rejimin tamamen islam dünyasından arındırılması ve temizlenmesi noktasında da bir an olsun uzlaşmamaya, teslim olmamaya, boyun eymemeye, meşru ve yasal olarak görmemeye ahd ettim demektir. Bu da bizim amentümüzdür.

 

 

İsrail ile yapılan anlaşmalara örnek olarak Oslo anlaşmasının sonuçları ortadadır. Müslümanlar Oslo anlaşmasından ne tür dersler çıkarmalıdır?

 

 Şimdi Oslo Antlaşması aslında intidaya karşı açılmış bir karşı opersayondur. 1982 'de en zor şartlar altında Lübnan'da islami direniş başlayıp tarihte görülmeyen yenilgileri siyonist rejime tattırmaya başlayınca ki, geriye gittiğimizde 67'de ''Altın gün'' savaşlarını görüyoruz. Birleşik arap orduları siyonist İsrail rejimi karşısında yenilgiye uğramıştı. Ama lübnan'da siyonistlerin Beyrut'a girdikleri aynı şekilde Amerikan ve Faransız biriklerinin Beyrut'a konuşlandığı bir zamanda direnişin başlayıp siyonist düşmanın yenileceğini Nasrallah'ın ifadesiyle örümcek yuvasından daha zayıf olan bu siyonist yapının dağıtılabileceğini bu siyonist yapının mekanizmalarının tenekeye çevrilebileceğini ispat ettiğinde. Bunun ilk dalgası Filistin'de baş gösterdi. Yani 87 İntifadası 82'de başlayan İslami Direniş  dalgalarının bir sonucudur. Yani onun verdiği ruhiyenin çoşkunun moral ve motivasyonun sonucudur. İşte İntifada böyle başladı. Taş inkılabı böyle başladı. Bunun önünü almak için bu sefer ikinci bir plan düşündüler. Yani siyonist rejim kan kusan silahlarıyla o körpecik çocukları nasıl  katledip öldürüyordu ise intifada  sırasında, bu sefer paralel bir  formulasyon ile Oslo görüşmeleri başlatıldı ta ki Washinton görüşmelerine getirildi. Hatta bunun gerisinde Camp David meselesi var. Dolayısı ile ister Camp David olsun, ister Oslo olsun, ister Washinton olsun bu Madrid vs. Başka bölgelerdeki  görüşmeler olsun bu direnişi kuşatma altına almak, direnişi kuşatma ile uzlaşma ile diz çöktürmek nisbi, kısmi bir takım kazanımlar görüntüsü altında direniş iradesini yok etmek amaçlanmıştır. Günümüzde de aynı şekilde çift devletli çözüm adı altında 67 sınırlarında iki devlet Filistin İsrail devleti adı altında sözde sanki Filistin-lilerin haklarını kazanıyormuşçasına  sanki Filistinliler bek-ledikleri haklara zafere ulaşıyor-muşçasına aldat-macayla, halbuki bu ne anlama geliyor: Filistin'in büyük bir kısmını siyonistere teslim edilmesidir. Ve beş milyondan fazla mülteci Filistinlinin ülkeye dönüş umudlarına kapıyı kapatmak anlamına geliyor. Netice itibariyle Oslo görüşmesinin ortaya çıkması tamam size bir takım haklar vereceğiz bir takım fırsatlar tanıyacağız siz de Filistin'in belli bölgelerinde varlığınızı göstereceksiniz iktidar oluşturacaksınız hükümetler kuracaksınız pasaport vs. gibi şeylerden yararlanabileceksiniz diyerek bu süreçle direnişi kırmaya çalıştılar. Ama belki el-Fetih Arafat liderliğindeki FKÖ bu noktada Oslo görüşmeleriyle anlaşmaşlarıyla, siyonist rejimle masaya oturup siyoist rejimi tanımış olsa da bugün gösterdi ki son sözü söyleyen İslami Direniştir. Dolayısıyla Oslo kağıt üzerinde kalmanın da ötesinde yırtılıp atılmıştır.

 

 

Dünya Kudüs  Günü şüphesiz bütün dünya emperyalizmine verilmiş bir mesajdır. Biz bu sayımızda tevellamızın ve teberramızın günü olarak slogan ettik. Siz Dünya Kudüs Günü'nün bütün dünyaya verdiği mesaj hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Şimdi Dünya Kudüs Günü üç eksen üzerine kuruludur. Kudüs'ün de üç ekseni, Kudüs Günü'nün de üçe ekseni vardır. Ümmet, Vahdet ve Mukavemet dolayısıyla islam ümmetinin özgürlüğü vahdetten, ümmetin vahdeti de Kudüs'ten geçiyor. Dolayısı ile Kudüs bilinci sadece işgal altındaki Filistin topraklarının ve Mescid'i Aksa'nın özgürlüğü demek değil. Kudüs bilinci tüm İslam coğrafyasının ümmeti vahide olarak ayağa kalkması  özgürleşmesi ellerini bileklerini yüreklerini birleştirmesi Kur'an'ın öngördüğü ve istediği üzere Allah'ın dininin hükümlerini ve şiarlarını yeryüzüne egemen kılması özgürlüğün ve adalatin sağlanması bütün bu hedeflerin gerçekleştirilmesi  üç esasa dayanmaktadır. Önce ümmeti vahide olunmalı, ümmeti vahide kendi arasında doğal olarak islam kardeşliğini yardımlaşmayı tesis etmeli. Ve ümmeti vahide ümmetin unsurlarıyla küresel istikbar ve siyonizme karşı, müstekbirlere karşı; teslim olmayan, boyun eğmeyen, izzetli, onurlu muhammedi bir duruşla cihadını, mukavemetini ortaya koymalı. Dolayısıyla Kudüs bilinci bunu bize ön görüyor. İmam Humeyni ki, Kudüs gününü bize ilan etti. O da söylüyor: ''Kudüs sadece Filistin günü değil. Kudüs Günü mustazzafların müstekbirlere karşı mücadele gündür. Hak ile batılın nifak ile batılın ayrılış günüdür. Kudüs Günü islamın diriliş günüdür. Dolayısıyla Kudüs Günü'nün uyanış dalgaları tağutlara ve müstekbirlere ve dikdatörlerin saraylarına ve sütünlarına bayloz gibi inen bu dalgalar aynı zamanda Kudüs bilincinin sonucudur. Kudüs bilinci bizi sadece Gazze'ye götürmez, Kudüs'ü Şerif'e ve Aksa'ya götürmez. Kudüs bilinci bizi dünyanın her bir yanındaki  mazlum ve mahrum mustazzaf müslümanların yanına götürür. Kudüs bilinci bizi nerde bir müslüman varsa onun yanında olmaya, nerde acı çeken bir müslüman varsa onun acısını dindirmek için çabalamayı bize emreder. Bizi oraya götürür. Dolayısıyla Kudüs Günü'yle birlikte biz sadece işte siyonist işgalin cinayet katliam işgal politikalarına karşı değil dünya istikbarına karşı küresel tağutlara karşı dünyanın haydutlarına karşı ve onların habis  ve aşağılık  işbirlikçilerine karşı ümmet dayanışması ümmet özgürleşmesi, ümmet buluşması, ümmet dalgalanması, ümmet uyanışı noktasında sorumluluklarımızı kuşanmaya götürür. Kudüs bilinci bizi islam ümmeti üzerinde oynanan her türlü şeytani oyunların bozulması için tuzakların boşa çıkarılması için saldırıların yenilgiye uğratılması için. Gerekli olan her şeyin donanımına götürür. Yani bir hedefi gerekleştirmek için gerekli olan şey de o hedef kadar vacibtir. Eğer ümmetin özgürlüğünü önümüze hedef olarak koyuyorsak eğer islam coğrafyasının baştan başa özgür olmasını önümüze hedef olarak koyuyorsak, Kudsü Şerif ve Mescidi Aksa ve bütün Filistin'in ögürlüğünü önümüze hedef olarak koyuyorsak o zaman bizi bu hedefe  götürecek tüm kaynaklara yollara ve araçlara tevvesül etmemiz  gereklidir. Yani namaz kılmak için kıyama durmak olmazsa olmaz ise kıblesiz namaz olmayacağı gibi cihad ve mukavemet olmazsa ümmetin kurtuluşu olmaz kudüsün özgürlüğü olmaz. Dolayısı ile kudüs bilinci sadece zihinsel ve kalbi duyarlılığın göstergesi değildir. Kudüs bilinci mübareze ve mukaveme cephelerinde olamayı gerektirir. İlla da silahlı mücadele anlamında söylemiyorum bunu.  Dolayısla bugün bizim açımızdan en önemli mesele düşmanların müslümanlar arasında sokmuş olduğu mezhepçilik, ırkçılık fitnesine karşı ve tekfircilik cereyanlarına karşı, ve sonra müslümanı müslümandan uzaklaştıran ve düşman haline getiren tuzak ve oyunlarına karşı islam birliğini islam vahdetini iradesini ortaya koymayı gerektirir Kudüs bilinci. Aynı şekilde her türlü uzlaşma her türlü teslimiyet her türlü normalleşme oyunlarına karşı direnişi daha da güçlendirmeyi, direniş iradesiyle daha da buluşmayı, mücahidlerin ellerini daha da sıkmayı, mukavemetin ellerini daha da sıkmayı gerektirir. Dolayısıyla Kudüs Günü'nü canlı tutmak sadece Mübarek Ramazan ayının son cuma günü Filistin mazlumiyetine duyarlı olmak değil. Ümmetin her bir ferdine Ümmet coğrafyasının her bir karışına ve islam coğrafyasında müslümanlara karşı uygulanan her türlü saldırganlığa karşı küresel bir duruşu hem lisani hem de ameli olarak ortaya koymak canlı tutmak demektir. Biz kudüs gününde buluşalım, yürüyelim, haykıralım dediğimiz zaman sadece yılın bir gününde değil sadece Filistin mazlumiyetine karşı değil; yeryüzünün her noktasında ümmetin hakkını, onurunu, şerefini islamın mukaddesatını, mübarek ve mukaddes islam beldelerini korumak ve canlandırmak içindir. Dolayısıyla bu, dünyanın ve bütün dünya müslümanlarının ve mazlumlarının üzerlerine kurtuluş rüzgarlarının eseceği gündür. Ve zalimlerin müstekbirlerin, tağutların, diktatörlerin özellikle Büyük Şeytan Amerika ve Gasıp Siyonist Rejimin üzerinde ümmet yumruğunu indirmenin günüdür. 

 

 KUDÜS GENÇLİĞİ

AMMAR OSMAN ÇELİK 

Yorumlar